ÖLÜM" ölene Bayram, Bayrama sevinmek var. Ohh ne güzel, Bayramda Tahta Ata binmek var.
necip fazıl kısakürek. o manayı anlayabilmek için yaşıyorken ölmek lazım, yunus dergahından yel değirmenlerini dinlemek, mevlana ağzından ney işitmek, biz böyle cürüm dolu kalplerle, ancak ölürüz. arkamızdanda bilmeden, iyi bilirdik derler.
hiçbir yere gittiği yok, hep orada bir yerde. sadece kendini çok güzel unutturuyor. hani defansın arkasına sarkan forvet tek dokunuşla topu ağlara yolluyor ya ölüm de böyle işte; top ağlardayken dank ediyor, ağlıyoruz. sonra neyse diyip çayımızı yudumlamaya devam ediyoruz. insanız abi lanet olsun.
ne zaman olacağı bilinse de kötü, bilinmese de kötü olan bilinmezdir. aniden çıkıverir insanın karşısına, sevenlerine, ailesine karabulut gibi çöker.
bir insana ölümden bahsetmek çok da iyi değildir, çünkü elbet o insanın da kaybettiği çok insan, unutmak zorunda olduğu çok anısı vardır.
bir seri katil gibi, her an aramızda kol geziyor ölüm.
her saat her dakika her saniye alıyor birilerini içimizden...
biliyoruz, görüyoruz, duyuyoruz ama hiç birşey yapamıyoruz. bir seri katili aramızda besliyoruz. işte insanoğlunun çaresizliği, acizliği...
bu aralar nedense sıkça aklıma gelen durum. bir anda geliveriyor aklıma son zamanlarda sıklaşan dejavularımı ölüme yaklaştığıma yorduğumdan kaynaklı olabilir fakat artık eskisi kadar uzak olmadığını düşünüyorum bu soğukluğun.
ilk nefesi aldığın andan, son nefes alışına kadar geçen zamanda, gerçekleşeceği kesin olan tek eylemdir. bunu bildiğin halde, ölüm karşısında üzülürsün, korkarsın, yas tutarsın. halbuki farklı bir yaklaşım içerisinde olunsaydı, ölü arkasından kara kara giyinip yas tutulmasaydı, farklı bir algı olsaydı, olmaz mıydı? ölüyü bir daha göremeyecek olmak mı mesele ? böyleyse eğer ne bencil yaratıklarız. degilse eğer ne saçma yaratıklarız.
insanlar, ölümden tıpkı çocukların karanlıktan korktukları gibi korkarlar ve çocuklardaki bu doğal korku anlatılan masallarla artar tıpkı diğerinin artışı gibi. (bkz: francis bacon)