çocukluk zamanlarımda televizyonlarda şimdiki tabiriyle sık sık kamu spotları olurdu, mercimekle ilgili, satış fişiyle ilgili, bi aralarda sıtma hastalığı ve sivrisineklerle ilgili bilgiler verirlerdi televizyonlar da, bende o küçük yaşımda sıtma kelimesini bir türlü anlayamaz hep televizyondakiler ısıtma diyemiyor sıtma diyorlar diye düşünür kendimi o koca koca adamlardan daha zeki bulurdum.
Battaniyelerin üst üste olduğu yığının üzerine çıkıp aşağıya atlarken jimnastikçiler gibi geri takla atmayı denemek. Ardından sırt üstü yere düşmek, bir saat yerde kıvranmak, ağlamak...
istediğini yaptırmak için arkadaşlarına "biir, ikiiii, iki buçuuuk, iki yetmişbeeeş, üüüüçç" diye sayıp, süre tutmak. lan çocukken pek bi salakmışız harbi ya. *
bilgisayarım truva atı adında bir virüsle karşılaşmış idi, ben de çanakkale gezisinde çektiğim tüm truva atı fotoğraflarını silmiştim. bu da böyle bir anımdır.
bir reklamın, ya da klibin bittiği an o kişilere para kazandırıldığını sanırdım. sevmediğim bir reklam mı çıktı televizyonda? o reklam bitene kadar o kumanda bulunacak ve kanal değiştirilecek! yoksa para kazanırlar. ama reklam 15 saniye ise ilk 14 saniyesini izlersen hiç bir şey kazanamazlar, önemli olan bittiği an. onun kaydını tutuyorlar çünkü.
efendim yaş o zamanlar 7 filan. kendi yaşıtım 2 arkadaşımı ve 6 yaşında ve 4 yaşındaki iki kardeşimi peşimden sürükleyerek komşunun tavuklarından birini aşırdık ve kömürlüğümüzde tuttuk 2 gün. şöyle ki komşunun birçok tavuğu vardı ve bir de horozu vardı. ve bu horoz tavuklardan sadece bi tanesinin devamlı olarak üstüne çıkıp tepişiyodu. öyle ki o tavuğu diğerlerinden ayırt edebiliyodunuz çünkü bi tek onun tepesindeki -ibibik midir nedir- kırmızı şey yana doğru düşüktü. her neyse tarafımca bu tavuğa zulüm edildiği gözlemlenmişti ve biz bu tavuğu kaçırdık işte korumak amaçlı. bizde kaldığı bu süre zarfında da tavuğa bahçeden solucanlar çıkartıp yedirdik ki ben bunu ayşegülün kitaplarında görmüştüm o zamanlar. her neyse ben bu haklı girişimin verdiği mutluluk ve güvenle anneme gidip "anne biz filancanın tavuğunu kaçırdık. horoz onu devamlı dövüyordu şimdi kömürlüğümüzde" deyince annem de sinirlenp bağırmaya başladı. "hemen o tavuk gidecek yoksa gider söylerim sizin götürdüğünüzü" filan deyince mecbur gittik bıraktık. bu sırada kadın da her yerde tavuğunu arıyormuş. tavuğu bırakmamızla horozun bunun tepesine çıkması bir olmuştu. o zamanlar çok üzülmüştüm dayak yemeye başladı yine diye ama meğer horozun en gözde tavuğuymuş kendisi. çocuk aklı işte *
5-6 yaşlarında iken babanın getirdiği bir çift bembeyaz tavşanı aylarca evin damında el bebek gül bebek besleyip bir gün her nedense ikisini birden kaybettiğinde gömleğinin cebinde günlerce bu tavşanların bokunu taşıması. en sonun da anneye yakalanması. itiraf etmem gerekirse halen yine de çok saçma gelmiyor yaptığım. sevmek böyle bir şey işte.
kapıyı açınca hönkürerek koşmakta olan köpeğe korkuyla kapıyı kapatmak, akabinde elde atılması gereken çöpü nereye atacağını bilememek, anne kızmasın diye banyo sobasına karpuz kabuklarını tıkıştırmak, annenin daha çok kızdığına şahit olmak ve asla kötü söz söylemeyen annenin sonunda dayanamayıp 'salak' demesine şaşırmak gibi olaylar serisini içeren saçmalıklardır.