Trafik canavarını gerçekten bir canavar zannederdim.
Hani böyle süper Mario'nun sonunda çıkan yaratık gibi.
Bu canavar milletin arabalarını çalıp, trafikte son gaz gidiyor ve hiç yakalanmıyor sanırdım.
Düşmanları denize dökmek deyimini sahiden de koca bir orduyu, iskelesi olan bir sahile sürüp, tek tek denize attıklarını sanırdım.
Denize atıp, sopalarla derinlere ittiklerini, boğulmalarını seyrettiklerine inanırdım. Bunu çok acımasız bulurdum.
Ve her nedense, yani nasıl oluyorsa koca yunan ya da ingiliz ordusunda yüzmeyi bilen asker yoktu, herkes glukkk glukkk boğuluyordu.
Te allam!
Neyse ki ebleh çocukluk dönemi kısa sürüyor!
Çocukken televizyondan geçen bütün ünlü isimlerin hepsinin hayatta olduğunu sanıyordum. Mesela 4 ile 7 yaş aram bir gün Atatürk’ü görecek olma umuduyla geçti. Yunus Emre’yi hala hayatta ve hala şiir yazıyor falan sanıyordum. Yunus ismi Emre de soyismiydi falan. Evet maldım.
Nedense mandalinayı insanlar üretiyor sanıyordum.Yani teker teker mandalinayı birleştirip kabuğuna sarıyorlar diye hayal ediyordum.
Bir de anaokulunda bir arkadaşımın babasını polislerden kaçıyor sanıyordum.Çünkü arkadaşımın babası, her sabah kızının unuttuğu bir adet meyvesuyunu kız sınıfa girdikten beş dakika sonra getirir ve kapıdan sadece elini uzatırdı.Bu sebeple adamın yüzünü asla görmediğim için polisten kaçtığını düşünürdüm.
Çocukken babam “ben kahveye gidiyorum” dediğinde akşamları kuruyemiş dükkanında çalışıyor ve orada kahve öğütüyor sanıyordum. Hatta Ne kadar Çalışkan olduğunu falan düşünüp duygulanıyordum. Meğer adam orada batağın dibine vuruyormuş!