hayatın içinden gerçek hikayeleri filme alan bunalımlı yönetmen.
şu masumiyet ve kader filmlerinde bekir bir kez olsun uğur'u sikebilseydi herifin hayatı hiç böyle kaymayacaktı. adam nasıl bir takıntı yaptıysa karıyı bir kez olsun sikemeden kendi hayatını kendi bitirdi. bir erkek için takıntı ne kadar aptalca bir şey işte gidin zeki demirkubuz filmlerini izleyin ve görün.
buradan bütün beyinsiz erkeklere sesleniyorum. hiç öyle aşk maşk, kara sevda saçmalıklarına kapılmayın. hiçbir kadını takıntı haline getirmeyin sakın. ne olursa olsun illa ki o özel kadına sahip olmalıyım der ve olamazsanız ömür boyu sürecek bir zindan cezasına mahkum edersiniz kendinizi.
çok eskiler kara sevdaya tutulan erkeğe hasta gözüyle bakarlarmış. böylesi adamlara mecnun derlermiş. yani sevda yüzünden kendini yitirmiş, çılgın, deli anlamlarına geliyor bu mecnun kelimesi.
leyla ile mecnun hikayesindeki mecnun'un gerçek adı kays'tır. ahalinin herife taktığı lakaptır mecnun.
siz siz olun mecnun olmayın. boş iştir. hayatınız sikilir. özel kadın, özel insan diye bir bok yoktur. aklınızı başınıza devşirin.
vasat, ağır, dip-köşe ve 'anlasak ne olur anlamasak ne olur' şeklinde filmlerinin betimlendiği yönetmen.
medya okur-yazarlığı bu yüzden zorunlu eğitime tabi olmalı işte.
hayatı plazalarda işe yeni girmiş kıdemsiz hanımkızımıza aşık olan patronların bu kızların peşinde koşturduğu ılık sahnelerden ibaret zannediyorlar.
demirkubuz birçok filmini kitaplardan uyarlamıştır. filmlerinde anlattığı hayatlar da, yaşanan olaylar da bu hayatın birer gerçeğidir.
sizin izlediğiniz filmlerde esas oğlan hanım kızımız için uçak bile kaldırırken, onun filminde gece nöbetçi eczaneden ilacı ancak kapalı demir kepengin arasından alırsınız. hayat böyledir çünkü.
siz istanbul bebek, ortaköy ve etiler hayatını, sikimsonik kurgularla elinizde cipsle izlerken zeki abi hem masumiyet'te hem de kader'de basmane'nin o batakhane hayatını hepimizin gözüne sokar.
sanat kesinlikle sanat için olmalı. sonra 'filmlerini anlasak ne anlamasak ne' gibi sığ yorumlar yapıyorlar.
kim ne derse desin ben seviyorum zeki demirkubuz'un tıkanık, kendini yeterince ifade edemeyen bunalımlı karakterlerini. nbc' da aynı keza. insan izlerken tuhaf bir şekilde kendini sorumlu hissediyor. karakterin o çetrefilli ruh haline çare olmak, onun iç sesi olmak istiyor adeta.
alaylı ya da mektepli, öyle ya da böyle filmleri içine alıyor insanı.
Yeraltı filmi doğrudan dostoyevski'den esinlenme olduğu için, değil Engin günaydın; beni dahi oynatsa diğer filmlerinden ayrı bir tarzı yakalayacak olacak yönetmen.
Kader, masumiyet ve yazgı gibi filmlerine 'öf sürekli varoş edebiyatı' gibi popülist bir yaklaşımda bulunmak net sığlıktır. Söz konusu filmlere alt metin okuyarak, kadraj kompozisyonlarına dikkat ederek, kurgunun sağladığı derinliği fark ederek çözümleme yapıldığında 'varoş, fakir, gecekonducu' gibi basit yorumların ne denli sığ oldukları açıkça görülebilir.
Pan, tilt nedir bilmeyen adamlar sanat filmi çeken kişilerin filmlerini eleştirmesin lütfen. Gidip Şahan gökbakar'a, Sinan Çetin'e, mahsun Kırmızıgül'e eleştirmenlik yapın.
tüm filmleri gecekondu, aldatan kadınlar, serseri ama çok aşık delikanlılar minvalinde geçen yönetmen. sadece yeralti filmi bu temalardan ayrı tutulabilir, nitekim başrolün engin günaydın olması her şeyi kabul edilebilir kılıyor zaten. limonlu sütlaç the art killer bildirdi.
ilk olarak 'yeraltı' filmi ile tanıdım zeki demirkubuz'u, oda tesadüfen yeraltı filmi için sırrı süreyya önder ile engin günaydın'ın komik bir parodisini izleyince fark ettim. şuradan izleyebilirsiniz ki gerçekten çok güzel tavsiye ederim
daha sonra kendisini biraz takip etmeye başladım ve yavaş yavaş izleme devam ediyorum. ve ilk filmini izledim sonra 'masumiyet' ve masumiyet filminin öncesini anlatan fakat yaklaşık 10 sene sonra çekilen film olan 'kader'.
bu iki film hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. bir kere hayatın 'ötekiler' , 'kaybetmişler', 'yenilmişler' üzerine çekilmiş harika filmler ve hem zeki demirkubuz'un çok iyi bildiği bir alan, çünkü gençliğinde bu kesimlerle yakın bir mesai harcamış. filmdeki oyuncular, geri plandaki müzikler bir harika. kesinlikle çok gerçekçi, insanı dumura uğratıyor bir yandan.
bu iki filmde birbirinin devamı zaten, bir hayat kadını, hayat kadınının aşık olduğu adam ve bir adamın hayat kadınına olan aşkı. burada bence en önemli tema aşk ve aşk için nelerin göze alındığı. selim temo bir yerde paylaşmıştı ki benim çok hoşuma gitmiştir, mealen, '' aşkın nesnesi biriciktir, eğer aşk nesnesi biricik değilse o aşk değildir, dolayısıyla 21.yy da aşk yoktur.'' işte burada o biricik aşk nesnesini görüyoruz. izlemenizi kesinlilke öneririm.
ayrıca zeki demirkubuz için ''varoluşun uç bir yorumu'' derler, özellikle dostoyevski hayranlığından dolayı, 80 darbesi sonrası hapiste iken ecinniler ve suç ve ceza romanlarını okumuş ve acayip etkilenmiş. bu hayatında bir dönüm noktası bir anlamda, siyasi kitap verilmiyormuş o dönem sadece roman okunabiliyor hapiste bir anlamda( siyasi roman da verilmiyor tabii), acaba siyasi kitaplar verilseydi bu kadar bir dostoyevski yorumu-sineması ortaya çıkar mıydı? bazen sınırlamalar insanı zenginleştirir, hele sanat söz konusu ise ( ahh ahh oulipo akımı, yine çıktın karşıma).
not: masumiyet ve kader filmini izledikten sonra, mısırlı doktor-feminist-yazar neval el seddavi'nin ''sıfır noktasındaki kadın'' kitabını okumanızı kesinlikle öneririm, metis yayınlarından çıkmaktadır.
çektiği dandik filmlere müstehcen ahlaksız sahneler koyarak sanat yaptığını sanan ve filmlerini ancak bu sahnelerle izletebilen porno ile para kazanan bir zat.
“Kor” filmini azıcık eyyorlayım; duvarda asılı ekmek poşeti, televizyon izleyen insanlar falan çok fazla göze sokulmuş. Aslıhan gürbüzün sevişme sahnesi vardı ki hiç beğenmedim hatta iğrendim memesini de beğenmedim sönük sönük. Vizyondayken izlemiştim bir bok zannedip. Aklımda kalanlar bunlar.
Kader adlı filminde aşkı değil saplantıyı anlatmış olan yazar.
Filmi izlerseniz, orada Bekir'in, Uğur adlı takıntılı kadınla hiç sevişemediğini görürsünüz.
işte bekir, Uğur'u bir kez becerebilseydi onu takıntı haline getiremezdi.
bir zamanlar, zaman gazetesi'ne pkk'ya oy vereceğini söyleyen yönetmen.
şunu yaptıktan sonra türk dilinde en iyi filmi çekse, en büyük ödülleri alsa bile boş, kendisini affettiremez. insan önce kendi ülkesinin iyisini kötüsünü ayırt edebilmeli.
Bazen durduk yerde bir olayın bütün yaşamımı değiştireceğine inanırdım. En çokta bu mecburi eve dönüşler sırasında, tam kapıda yakalardı bu duygu. Eşikte öylece kalır, gözlerim dalar, çocuksu bir umutla bir şeylerin olmasını beklemeye başlardım.