yaşamak süreli bir yolculuktur
bilinenden gelip bilinmeyene giden
yaşamak doğaçlama bir tiyatrodur
ezberden gelip ezberbozana giden
yaşamak karşılıksız sevmektir
bağlanmaktan gelip aşka giden
yaşamak güzeldir güzel olan yanındaysa.
yaşamak bir yarış, yaşamak bir savaş, güçlü olmak gerekir yoksa ezerler. hızlı olmak gerekir, yoksa hep geriden gelirsin. yanlız olmamalısın. paylaşmalısın hep, canından öte canlar olmalı yanında, onlardan güç alasın.
günün en karanlık vaktinin şafak sökmeden önce olduğundan dem vuruyordu tanrının oğulları. yaşamın ölmeden önce armağan edilmiş olması sona yaklaşımın olasıyı var ettiğini kanıtlıyordu.
hiç bir karmaşa şu basitliği gölgeleyemezdi;
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktı yaşamak.
güneşin her akşam batıp, ertesi sabah yeniden doğmasıdır yaşamak.... yeniden doğan her gün, insanın yeniden doğuşu, insanın yeni bir güne gözlerini açışıdır... "hiç bir gün diğerinin aynı değildir" güçlükler yenilebilir, yaşama gücüyle tüm sıkıntıların üstesinden gelinebilir.... yaşamak, insanın omuzlarına binip de çekilmez bir yük halini aldığında insan güçsüz olduğunun farkına varır, hiç bir şey yapma isteği duymaz... bu geçici bir durumdur, yaşama gücü insana destek olur.. bunu bilip inandığımızda yaşam gücü çevremize de yansıyacaktır... yaşamak tüm canlıların hakkıdır... sadece nefes almaktan ibaret değil, "anlamlı kılabilmek" yaşamanın temel anlamıdır...
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için... Nazım Hikmet Ran
öylesine birşeydir. yapmak için fazladan hiçbir şey yapmadığınız iyi veya kötü. hızlı da olsa yavaş da olsa aslında hep aynı hızda olan kiminin doyamadığı kiminin ise sonlandırmak için çaba sarfettiği her geçen an sona yaklaşan eylem.