içi kaynayan sözlükçünün laneti. coşkun, yakıcı duygulara kapılmış sürüklenirken sol framede tutunacak başlık arar; kimi kendini çeker, kimi sakıncalıdır, kimi kapasitesinin çok üzerindedir, çoğuna da tutunmak istemez.
yanlış gözlere yakalanmaktan, doğru gözlere ulaşamamaktan, -en fenası- kaybolup gitmekten, havaya karışmaktan korkar.
nick arkasına, kelimeler altına gizlenirken yakalanmak kabusu olur, elleri durur, yazar, siler, yazar, editler, siler, tekrar yazar, ekler, çıkarır, tekrar siler.
Mahcubiyet ne fena bir duygu. insana kötü olmayı istetir.
yazacak kapasiteye ve kabiliyete sahip olan ama yazacak gücü kendinde bulamayan gerçek ruh hastalarının i$idir yazamamak.. kaleme, klavyeye söz geçirememekten acı olan ise payla$ılacakların akıldan asla silinmeyi$i.
aidiyet ne fena bir duygu. insana yalnızlığı özletir.
kalemin ucu ile hazne arasında kalan çökücü maddenin katılaşaması.. haznenin mürekkep çekme mekanızmasının işlemezliği.. koku alamamak.. varlık gösterememek.. korkmak..
koşmak isteyipte ayaklarının bağlı olması gibi bir şeydir kendileri. ipleri çözmek istersiniz ama ip dediğiniz şey de kendi ördüğünüz bir dokudur ve bedeninizin bir parçasıdır. ipten çıkamaz ayaklar. çıkartmaya çalıştıkça kanar kanadıkça acırsınız. sonunda boşverme falan da olmaz. siz acınızla içinizde patlayan kelimelerinizle öylece kalırsınız. budur.
yazma eylemini gerçekleştirememe durumudur.
pek çok nedeni olabilmekle birlikte yoğun ve karmaşık duygular içindeyken yazamamak fena bir hissiyattır.
hele hele genelde depresif dönemlerinden beslenen kişilerin depresyonun gözüne vurmuşken bir anda tıkanıp yazamamaları durumun çok ciddi olduğunun bir göstergesidir.
artık kelimeler gelir gelir döner parmak ucunuzdan. yazdığınız herşey eksik, yazdığınız herşey anlamsız herşey boş ve yarımdır. dolayısıyla yazamaz sinirinizve karmakarışıklığınızla köşeden hayatı izlersiniz.
bunu genelde bir çözülme evresi izler ki bu da yine evlerden uzak denilesi bir durumdur. zira bekletile bekletile kokuşan duyguların dışa vurumu haddinden fazla uzun ve kçtü kokulu olur ki can yakar, başka bir işe yaramaz..
içinde söylenecek tıka basa kelimeler varken, sözcükler kağıda dökülmez olur. Cümleler sana direnirler ve kalemin artık yazmaz olur. işte o anlarda artık bir daha yazmakta istemezsin konuşmakta...
rotring kaleminizin ucunun bitmesi gibi bir şeydir. tombow uç alırsınız, uç hep aynıdır, birbirinin aynı.
bir sendromdur ve sendromun süresi belli değildir.
bir noktadan sonra her şey tekrardan ibaret olmaya başlar. öyle ki, farklı başlıklarda benzer paragraflar yazmaya başlar insan. benzer ithamlar, benzer bakınızlar...
sonra fark edersin ki, aslında her şey tekrar. tayyip bir söylediğini ertesi gün yalar, bir de bunu yaparken etrafa salyalar saçarak saldırır "basın üstümüze gelmektedir, muhalefet üstümüze gelmektedir bik, bik, bik" , suçu başkalarına atar. hurra tayyip'e ağzının payını türk basını veremedi ben vereyim durumu. aynı paragraflarla, aynı eleştirilerle, son yaptığı eylemi eleştirmek... önce "operasyon yapacağız" deyip sonrasında "operasyon gündemimizde yok" açıklamasını eleştirmek... tayyip ilk defa takiye yapmıyor ki? adamın siyasal kültürü bu... yani siyasal kültürsüzlük... tıpkı ülkem gibi. chp'den milletvekili veya belediye başkanı seçilip, siyasi rant uğruna akp'ye geçenlerin olduğu veya tam tersi eylemlerde bulunanların olduğu ülkemde siyasi kültür var da, tayyip'te mi olacak? hem tayyip bunu ilk defa yapmıyor ki, yani tükürdüğünü yalamalarını, üstelik bu yalama işleminden sonra hiçbir şey olmamış, sanki önceki sözleri kendisi sarf etmemiş gibi davranması ilk defa olmuyor ki?
baykal'ın solculuktan uzak yaklaşımı, kendi koltuğunu güvenceye alacak eylemler yapması. iktidarın yanlışlarını halka söyleyip, kendi uygulayacağı halka anlatmak yerine gemiyle saatle uğraşması, parti içi demokraside bir arpa boyu yol gidememesi... iyi de, baykal bunu ilk defa yapmıyor ki?
demirören sözünü yalamış... iyi de demirören bunu ilk defa yapmıyor ki? üstelik yine "birlik beraberlik" mesajı vermiş, "beşiktaşlı duruşu" kavramını yine bir rezaletinden sonra dile getirmiş... iyi de, demirören 3,5 senedir birlik beraberlik mesajı veriyor, her 3 maçta bir kolej takımı kuruyor, her rezaletinden sonra beşiktaşlı duruşu kavramını kirletiyor... üstelik birlik beraberlik derken, kendi yönetiminden istifalar peşpeşe geliyor. beraberliğini kendi içinde kuramıyor en başta... peki bunu benim tekrar tekrar yazmamın ne anlamı var?
fatih terim yine hakan'ı almış, yine üzülmez'i almış, yine sabri'yi almış... yine avrupa kontenjanından formsuz oyuncular almış, milli takım yine top oynamamış, terim yine egosundan taviz vermemiş, doğru oyuncuları çağırmamış, doğru kadroyu kurmamış, doğru değişiklikler yapmamış... terim her 10 maçtan 8'inde böyle, tekrar tekrar yazmanın ne alemi var, 2 maç önce istifa tamtamları çalan basın bugün, muhteşem terim demekteler neredeyse... şansa alınan bazı maçları unutarak, türkiye standartlarının uçuk derecede üstünde prim alınmasına sadece "şehit ailelerine bağışlansın" popülist kampanya ile tepki verilmesi... iyi de paleface, türk basını ezelden böyle değil mi?
abdullah gül, önüne getirilen her şeye, emme basma tulumba gibi kafa sallayıp, onaylıyormuş.. iyi de, bu en baştan beri belli değil miydi? "tarafsız olacağım" cümlesinin samimiyeti soğan zarı gibi ince değil miydi?
birbirinin tekrarı olan olayların yaşandığı ülkemde, benim aynı paragraflarla, aynı cümlelerle, olan olayları eleştirmem gözüme mi battı? kendimi tekrarlamam gözüme mi battı? evet battı... ama bunda sözlükteki kalite düşümünün etkisi de var, insan kendini yenileyemiyor. buradan şu anlam çıkmaz; "ben kaliteliyim".
ben kaliteli falan değilim...
kaliteli yazar sayısı azaldı, forum tarzı entry girenler çoğaldı... yazar kadrosu daha kaliteli olsun ki, biz de kaliteli olalım, etkilenelim, öğrenelim, onun yazdığı bir şeyde kafamızda şimşekler çaksın bir sanat eseri sunalım...
yazamamanın özeti budur, gerek ülkemin tekrardan ibaret olması, gerekse etkilenilecek adam sayısının çok az olması...