alfred hüzün ve korku içerisinde kıvranırken birden aklına bu ağaçları labirent olarak düşünüp düştüğü çukurdan kurtulabilme ihtimali geldi. burada güç beslendiğinden oldukça zayıflamış bu yüzden de labirentten çıkmanın daha da kolay olacağını düşünüyordu. düşündüğü gibi sivri ağaçlardan kurtulabilirdi fakat çukur boyuna göre derindi.
ağaçlardan bir nebze kurtuldu ve çukurun çeperindeki toprağa soluk soluğa yaslandı. labirentin çıkışı yoktu, çıkış yaratması gerekiyordu. kalan son gücüyle parmaklarını toprağa geçirip kazımaya başladı. gücü tamamen tükenmeden rampa gibi kazıdığı toprağın üzerine tırmanıp çukurdan çıktı.
alfred çukurdan çıktı fakat içinde bilmediği şeyler ya da birileri tarafından fark edilip zarar görebilme şüphesi uyanmıştı.
Alfred, üç gün aradan sonra tekrar ormana girer. Yine o bildiği meyvelerle beslenerek hayatta kalır. Kendine bir barınak yapar. Ağaçlardan sal yaparak sahilden okyanusa açılır, gidebildiği yere kadar gidip balık avlamak ister ama her seferinde eli boş dönmek zorunda kalır. adada avlanmak için bubi tuzakları hazırlar. Bu sayede, Bir maymunu yakalar ancak maymunun attığı çığlıklar tüm adayı inletince onu serbest bırakmak zorunda kalır. Yine üç gün üç gece aynı döngü tekrarlanır.
Anlaşılan bu adada, meyveden başka bir şey yiyemeyecekti alfred. Çok geçmeden buranın vegan bir ada olduğunu anlamıştır. Burada hiçbir hayvanın birbirini yeme gibi bir alışkanlığı yoktur. Ve buna da asla müsade etmemektedirler. En azıından yiyecek bir şeyleri olduğuna şükrederek adada yaşam mücadelesi vermeye devam eder.
Alfred, Birgün adayı keşfederken, bir anda kendini 2 metrelik, zemininde ucu sivriltilmiş ağaçların olduğu bir çukurun içerisinde buluverir. çukur, üzeri kamufle edilmiş bir hayvan tuzağıdır. Bu, Yakın zamanlarda adada, yasamış insanların varlığına işaret miydi. Yoksa adada kendinden başka birileri de var mıydı. Alfred düştüğü çukurda yaralı vaziyette çaresizce kalakalmıştır. Saatlerce burada çaresizce bekleyen alfred için artık yolun sonuna mı gelinmişti..
jack ve sawyer da ona eşlik ettiler. adadan gitmesi gereken kişinin, hurley olduğu üzerinde hemfikirdiler. çünkü her şeyi yiyor, hiç coconut toplamıyor, ne adanın gizemini çözüyor, ne de yarış kazanıyordu. fakat çok tuhaf bir şey oldu.
uyanmasıyla düşünmeye başlaması bir oldu bu gördükleri ve yaşadıkları rüya mıydı gerçek miydi ayırt etmekte zorlandı. Fazla düşünürse kafayı yiyeceğini bilen alfred kahvaltı için coconut aramaya çıktı
Alfred, hayvan çığlıklarıyla geçen bu uzun üç gün içerisinde, korku ve dehşete kapılmıştır. Korkudan geceleri sürekli ateş yakmış ve Sahilden daha uzak bir yere adım dahi atamamıştır. Alel acele ormanın bir ucundan getirdiği sarmaşıklardan misine, fermuar tutacağından da olta iğnesi yapıp balık tutmayı denese de balık tutmayı başaramamıştır. Zaten ada etrafındaki su içerisinde balık dahil hiçbir canlı yaşıyor gibi de gözükmemektedir.
Açlıktan bitap düşmek üzereyken bir sabah yine o bildiği sessizlikle uyanır. Alfred, Sessizliğin kendini hiç bu kadar mutlu edeceğini tahmin bile edemezdi. Artık bu adanın bir kuralı olduğunu ve bu kurallara uyması gerektiğini anlamıştır alfred. Ama aklında tek bir soru vardı. Neden sessizlik diye düşünüyordu alfred. Anlaşılan hayatta kalmak alfred için yeterli olmayacaktı bu gizemi de çözmesi gerekecekti.
Hadi bakalım çözün bilmeceyi, tamamlayın hikayeyi, ben yatar amk. Hadi eyvallah..
Günler günleri kovalar, alfred hep aynı meyveyi yemekten, adadaki sessizlikten oldukça sıkılmıştır. Etrafta nasıl olsa tehlike oluşturacak bir şey ve kimsecikler yoktur diye düşünmüştür. Bir an da sessizliğini bozar ve bağırarak.
- beeen Alfreeed, artık bu adanın tek sahibi ve hükümdarıyım. Bundan sonra herkes bana itaat edecek. Benim gelişime karşı suskunluğunuzu bana boyun eğmek ve bir saygı göstergesi olarak kabul ediyoruuumm.
Alfred in, bu bağırtılı alaycı konuşmasından hemen sonra, ada Hayvanlarının, maymunların, kuşların çığlıkları sesleri kulakları sağır edecek şekilde aynı anda adayı esir almıştır. Alfred korkmuştur. Ama korkusunu belli etmemekte ısrarcı olur.
- daha ilk günden isyan haaaaa. Anlaşılan sizinle çok işimiz vaaar..
Alfred bağırdıkça, hayvanlar misliyle karşılık verir. Artık iş çığrığından çıkmak üzereyken alfred susma kararı alır. Hayvanların bu sesleri ve çığlıkları üç gün üç gece boyunca devam eder. Sonrasında sebepsizce aniden duruverir.
Sabah olduğunda, ne bir kuş cıvıltısı ne bir hayvan sesi ne de başka bir şey uyandırmıştı alfred i. Onu uyandıran sessizliğin ta kendisiydi. Titreyerek uyanmıştı kıvrılıp uyuyakaldığı yerden. Tir tir titriyor soğuk terler boşalıyordu vücudundan. Kolay değildi, uzun süren açlık, susuzluk ardından korku, endişe ve çaresizlik çepeçevre bir okyanus gibi kusatmıştı etrafını. Üşümüştü, bitki örtüsünden güneşi dahi göremiyordu , yanına alabildiği kadar meyve alıp hemen sahile doğru ilerledi. Güneşi o an hissedebildi ve boylu boyunca güneşin alnında uzanıverdi. ısındıkça titremesi durdu ve kendine gelmeye başladı. Kahvaltısını o hoş kokulu meyveyle yaptı. Susuzluğunu giderdiği, karnı doyduğu ve dinlendiği bu haliyle içinde düştüğü durumu ancak kavrayabilmişti. Şimdiye kadar yaşadıkları hayalle gerçek arasında bir yerlerdeydi onun için.
Kendine geldikten sonra adayı keşfetmeye karar verir. Ormanın içerisine girmeden Önce, adanın çevresini incelemek ister, Sahili çepeçevre turlar ve yine olduğu yere gelir. Ama adanın olabildiğince sessiz oluşu alfred i oldukça tedirgin etmektedir. Sanki Fırtına öncesi sessizlik hakimdir adada. Etraftaki kuşlar ve hayvanlar da ada kadar sessiz ve huzursuz edicidir. Beklemek yerine, ormanın içlerinde arayışını sürdürmeye karar verir alfred. Ormanda ilerlerken ismini bilmediği, daha önce hiç görmediği hayvanlara, meyveli meyvesiz birçok ağaç türüyle karşılaşır. Ama mecburen tanıdığı hoş kokulu ağaçta ormanda bir hayli yaygındır. Alfred günlerce, ormanın içerisinde bir hayat belirtisi kurtulma ümidi arar, geceleri dikkat çekmek için ateş yakar ama bulduğu ve onu arayıp bulan tek şey yine sessizliktir..
Alfred, batmakta olan yük gemisinden kurtulan mürettebattan belki de tek kişiydi. Bir gece, Mürettebatı olduğu, yük gemisi korsanların saldırısına uğramış ve ölmekten son anda kurtulmuştu. Hayata tutunduğu ağaç parçasıyla günlerce okyanusta bir o yana bir bu yana dolaştı durdu. Sonunda kendini ıssız bir adanın kumsalında, yarı baygın halde bulduğunda hayalle gerçeği ayırt edemeyecek kadar yorgun aç ve susuzdu. güneşin yakıcı sıcaklığı, günlerce soğuk suyun içinde kalan vücuduna biraz olsun enerji sağlamıştı. Bu halde ne kadar kaldığının farkında değildi. Ama hayatta olduğunu hissediyordu. Belki de ölmüştü.
Biraz kendine geldikten sonra, emekleyerek, sahilden az öteye atacak takati ancak bulabildi kendinde. Hayalle karışık kısık gözlerle, dizleri üzerinde, şöyle bir adaya göz attı. Önünde yeşil doğa örtüsüyle bezenmiş, adına yakışacak derecede ıssız ve sessiz bir yerdi burası. Kafasını çevirip, Bir de uçsuz bucaksız okyanusa baktı öylece, acaba bir gemi falan onu farketmiş veya birileri onu aramaya çıkmış olabilir miydi. Ölmeyip kurtulduğuna mı sevinmeliydi, yoksa ıssız bir adaya düştüğüne mi üzülmeliydi alfred.
Açlığa ve susuzluğa aldırış etmeden gün batımına kadar sahilde bekledi kurtulma ümidiyle. Ümitleri de, gün batımıyla birlikte tükendi alfred in. Halbu ki, o kesin bir söz vermişti sevgilisi isabella ya, okyanustaki son seferi olacaktı. Döndüğünde evleneceklerdi. isabella gitme diye çok yalvarmıştı alfred e, içim çok huzursuz demişti. içine doğmuştu sanki olacaklar. Alfred in dedigi gibi Belki, Gerçekten de son seferi olacaktı.
Havanın kararmasıyla, Okyanus tarafından gelecek yardımdan ümidini kesen Alfred, hiç bakmak istemediği tarafa doğru çevirir yönünü. Acaba bu adada yaşayan birileri var mıydı. Tehlikeli bir yer miydi, yırtıcı hayvanlar, yam yamlar her türlü olasılığı düşünmeye başlamıştı alfred. Ama tek bildiği dikkat çekmemek için şu an sessiz olmak zorunda olması gerektiğiydi. Karanlıkta biraz olsun ilerleyerek uzakta bir kulube, insanların varlığına dair bir ışık hüzmesi arayacaktı.
Ama onun en çok dikkatini çeken ve merakına yenik düştüğü şey, burnuna gelen güzel kokuyu istemsizce takip etmek olacaktı. Çünkü açtı ve susuzdu, içgüdüleri hayatta kalması için gereken yere gitmesi konusunda ısrarcıydı. Ormanın icerisinde bir müddet yol aldıktan sonra, Kokunun kaynağına ulaşmıştır. Bu mis kokulu meyveleri olan bir ağaçtı. Alfred için Bu karşı konulamaz bir davetti. Hele hele bu denli aç ve susuzken. Her biri yumruk büyüklüğünde turuncu renkte olan sulu sulu meyvelerdi bunlar, tadı hiçbir meyvenin tadına benzemiyordu. Karnını bu meyveyle doyurup susuzluğunu gideren alfred, tenha bir yerde geceyi dinlenerek geçirip yarın kaldığı yerden devam edecekti yolculuğuna..
uzay muhtarina gelen dm'de "uzay muhtari, bilmediğin şeyler var yazıyordu. " daha sonra bu konuşmayı uzay muhtari twitter da küfürlü bir yazı da ekleyerek ifşa etti. ve armağan çağlayan hukukçu kimliğiyle ona dava açınca,uzay muhtari entrylerini sildi. sonra o günün gecesinde armağan, kenan komutanla sahilde oturup içtiği şarabın anlığını attı. - kenan komutan ile armağan arasında başlayan bu konuşmalar bir sahil kenarında devam ederken, sakatatçı seyyar arabasını sürerek geçiyordu. kenan komutan bu sakatattçıya seslendi. "hiş birader midemiz kadınzı,kadındı,kazındı lağn var mı bir şeyler şarabın yanına" dedi. sakatatçı var "var abi" diye karşılık verince kenan komutan, "ne abisi lağn sen beğnim kim olduğumu biliyormuosun yavşak,ben kenan komudanım kenan komudan" sakatatçı ürkek bir ifadeyle "affet beyim.epey yıl geçti. benden önceki nesiller anlatırlar hep. demek ki bana da görmek bugüne kısmetmiş" dedi. ardından kenan komutan "tamam şimdi boj yapma,bize bir şeyler hazırla da yolumuzu bulalım" dedi. sakatatçı içinden "(bıktım şu sarhoşlardan bıktım,ebemi siktiler. yeter lan bak ben şimdi sana bir şeyler hazırlayıp senin yolunu buldurmazsam bana da sakatatçı kazım demesinler) diye düşündükten sonra kenan komutan'a dönüp "beyim malzemede bir kaç eksik var,benim arkadaşa söyleyeyim 5 dakikalık yerde,getirsin öyle yapayım size güzel şarap sofrası" dedi. arkadaşını aradı "haşmet benim zulayı getir" dedi. haşmet telefondan "hayrola nereden esti kazım" deyince, sakatatçı kazım "gelince anlarsın sen getir" dedi. sakatatçı kazım, haşmet gelene kadar, tezgahta oyalandı durdu bir şeyler hazırlıyormuş gibi. sonra durdu sigarasını çıkardı tam yakacakken haşmet geldi ve" kazım hayırdır, ne oldu da zulayı istedin" dedi. kazım da haşmet'e "şu iki manyağa vereceğim. iki saattir masal anlatıp duruyor. vereyim de masal neymiş görsün. ebemi siktiler haşmet ebemi. içip içip sövüyorlar,artık sabrım kalmadı" dedi. daha sonra kenan komutan'a döndü ve "beyim malzemeler geldi hazırlayacağım sizin sakatatları, ekmek arası mı olsun porsiyon mu?" kenan komutan "ekğğmek, aarası olsun" dedi. kazım sakatatları pişirmeye başladığında ocak kızıyor, ocak kızdıkça kazımın da siniri giderek artıyor ve sakatatın tamamen pişmesini bekleyemeyecek kadar sabırsızlaşınca,ocağın altını en sona getirdi. ve sakatatlarım yalnızca dışının pişmeye başladığını gördüğü gibi ekmeklerin arasına sakatatları dizdi. daha sonra da zuladaki malını koydu ekmeklerin içine ve kenan komutan'a " beyim senin sipariş hazır " dedikten sonra götürdü. "buyurun beyim başka bir isteğiniz var mı" dedi. kenan komutan "sağolaysın" dedikten sonra armağan lafa girdi ve "ne kadar bizim borcumuz" dedi. "beyim 50 versen yeterlidir" dedikten sonra. armağan, "bunlarda mı dolarla satılıyor ayol,pahalı geldi" dedi. sakatatçı kazım "abi bize gelişini anca 50 kurtarıyor" dedi. "armağan, ee iyi bakalım madem" dedi ve parayı uzattı ve de "hayrını gör artık görebilirsen" dedi. sakatatçı kazım "deme beyim öyle, neyse ben gidiyorum beyim afiyet olsun size" dedi. kenan komutan "eyvalağğ git bağkalım git sen de git kaç git,memleketi gavurlar işgğal etsinler" dedi. kazım geri dönüp haşmet'in yanına gelirken,haşmet terlemeye başlamıştı ve "kazım sen onlar istemeden mi verdin onlara.ben para verecekler sende öyle vereceksin diye düşündüm işi biliyorlardır diye.başımıza iş açacaksın." kazım da ona "haşmet yürü hızlıca gideceğiz ve şu ilerdeki vapur iskelesinin oradan izleyeceğiz sonrada evimize gideceğiz" dedi. kazım ve haşmet hızlıca vapur iskelesinin oraya gittiler. haşmet "kazım arabayı ne yapacağız bunların başına bir şey gelirse arabayla kaçamayız" dedi. kazım da ona " doğru söylüyorsun dur şurada bir yer bulup oraya kilitleyeyim sabah şafak sökmeden gelir alırım buradan zabıtadan da önce " dedikten sonra kazım arabayı limana zincirledi ve kilitledi. limanın oradan gizlice kenan komutan ve arkadaşı armağan çağlayan'ı izlemeye koyuldular. armağan ve kenan komutan bir süre sonra oturdukları yerde zıplamaya başladılar. armağan, iki elini de çapraz şekilde omuzlarına koymuş kendini sıkıyor sıktıkça da dişleri kırılacak kadar çenesine baskı uyguluyordu. kenan komutan ise zıplamaya devam ettikten sonra duraksadı ve o sıra dengesini kaybedip yere düştü. sonra yerden doğrulmaya çalıştı, sağına soluna baktı. ufak bir odun parçası buldu. odunu aldı ve bir süngü gibi kullanarak limana doğru koşmaya başladı. kazım ve haşmet ne yapacaklarını şaşırdılar. kenan komutan elinde sopayla allah allah nidalarıyla koşuyordu kazım ve haşmet'in olduğu yöne doğru ama onları gizlendikleri için göremiyordu. kenan komutan "istanbul'u vermeğyeceğiz lağğnn" diye bağırıyordu. kazım o sıra haşmet'e "korkma kıvama gelmiş,bizi görse bile tanıyamaz artık ama yinede gizlen" dedi. kenan komutan koşmaya çalıştığı sıralarda, armağan oturduğu banktan elleri omzunda çapraz şekilde dururken yere yığıldı ama bayılmadı. sürekli titriyordu.titrerken yuvarlanmaya başladı. böyle yuvarlanırsa bir süre sonra armağan denize düşecekti. o sıra kenan komutan daha fazla koşamayarak bayıldı,nöbet geçirmeye başladı. armağan o sıra titremeye devam ediyor,neler olduğunu anlamaya çalışıyordu hala. %20 lik kısmı hala bilinçliydi. gözlerini açmaya çalışıyor açamıyor,çenesini gevşetmeye çalışıyor gevşetemiyordu. bir süre sonra armağan'da bayıldı. kazım ve haşmet ikisininde bayıldığını görünce hemen kaçtılar. armağan ve kenan yerde baygın şekilde yatıyorlardı. 1 saat kadar sonra oradan geçen devriye bu iki ayrı yerde baygın duran kişileri farketti. normalde ikisi de yan yana olsaydı, sarhoş olduklarını düşünüp gideceklerdi. fakat ikisinin ayrı yerlerde ve değişik pozisyonlarda durmaları dikkatlerini çekmişti. gelip baktılar. hiçbir tepki vermiyorlardı. nabızlarını kontrol ettiller.nabız atıyordu.nefeslerini kontrol ettiler nefeste alıyorlardı. daha sonra hastaneden iki tane ambulans istediler. iki ambulans memurların aramasından 5-10 dakika kadar sonra geldi. ve ikisinide kontrol edip hemen ambulansa aldılar. polisler durumlarını sordu hemşirelere. hemşireler şu an bir şey diyemeyiz ama nabızları atıyor ve nefes alıyorlar. eğer çok ilerlememişse kurtarılabilme ihtimalleri var dedi. ve ambulans hastaneye doğru yola çıktı...