"bir de vatan denen bir şey vardı ki çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk. Bir de bazı çatık kaşlı adam resimleri vardı ki, babam onlara gazetedeki amcalara yaptığım gibi, sakal bıyık takmamı şiddetle yasak etmişti. "
--spoiler--
kendimi karşıma alıp öğüt vermeliyim benim,turgut özben'in özbenliği. kelime oyunu yapıyorum, oyuna getiriyorum. kendimi ele vermiyorum. her şeyi anlatma. belki sözlerinin arasında, farkında olmadan beni ele verirsin. belki anlar insan bu bilinmez. sen gene dikkat et; her şeyi ayrıntılı anlatma o kadar. bütün şey ayrıntıda değil midir zaten? ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde. başkalarından sakladıklarınla gelişir belli etme zayıflığını bunu da atlatırız.
--spoiler--
turgut, selime" bize hiç gelmedin"der, selim de " ben sizi bilmem, seni bilirim" der.
ve bu cümleyle oğuz atay erkek dostluklarının taraflardan birinin evlenmesi sonrası ne derin kuyulara düştüğünü açıklar. konu hakkında kitaplar yazılabilecekken bir cümleyle her şeyi açıklar.
roman değil bir manifestodur.
"kelimeleri daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. seslerin başka bir dokunulmazlığı var"
hiçbir kitabı ikinci defa okumak için yanıp tutuşmadım. okumayı bitirdiğim kitap mükemmel olsa bile.. mükemmeldir işte.. o mükemmelliği okumuş ve bitirmişimdir işte..
hiçbir kitabı okumaktan ürkmedim. kitap öyle bir amaç gütse bile.. yazı yazıdır işte.. gerçekliğin ta kendisi değildir ki, ne kadar ona yakın olsa da..
...
ikinci defa okumak için yanıp tutuştuğum fakat bir o kadar da okumaktan ürktüğüm roman.
selim ışık, turgut özben ve olric üçlemesinde turgut'a yakın olma ihtimalim daha fazla olan, selim'in insanları mutlu etmek için nasıl çabaladığını gördükçe zaman zaman kendimi yetersiz hissetmeme neden olan, "tehlikeli oyunlar" kitabı ile peşpeşe okununca insanın aklında tamlamalar yaratan, hayatımı değiştiren, birçok insanın hayatını değiştiren Oğuz Atay klasiği. gerek başında, gerek şarkılar bölümünde ve de tabii ki sonunda, "hangimiz tutunduk ki?" sorusunu soran, aslında 60'lardan başlayarak halkın içinden çıkıp okuyarak aydın olan insanların dramını anlatan, basit burjuva geleneklerine karşı çıkmamızı öğreten kitap. Burjuvaziyle beraber eleştiri sınırı tanımadan bu ülkedeki bütün ideolojileri eleştirmeyi başarabilen ilk kitap. ideolojisi yaşamak, sadece yaşamayı öğrenmek olan, hiçbir yazarın hiçbir eserinin henüz aynı tadı vermediği roman.
iki defa okunması ile kavranılan , ama üçüncü defa okunması ile de anlaşılan kitap .. çok fazla teknik terim barındırıyor .. mühendislikten girip, felsefeden çıkıyor .. selim ışık karakterini çok tanrısallaştırmış ki bir yerinde artık "yok ebesinin amı alisami" diyorsunuz ve turgut özbene acıyıp " zavallı şey , selim abin seni burada mı bıraktı, gelsin ben ona cıs yapıcam ha ağlama tosunum" deme ihtiyacı hissediyorsunuz .. ayrıca okura bu kadarda çok yüklenilmez ki canım .. kafka okuduk bu kadar kasmadık yani..bu arada (bkz: isa gelmedi)
acısı olmadığı halde kendine acı yaratan özenti metin'e turgut'un her sövüşünde işte bu dedim, artık yeni bir ses duyuyorum.. kaybeden adam taklidine sonunda bir tokat geldi dedim... metin ve senin gibiler döneminiz geçti, siz ki hayatı üç-beş beylik sözden ibaret insanlar..olmayan acılarınızı da alıp gidin artık.. mutsuz olmayı isteyen, acı bir tebessümle tüm hayatı özetleyen düşkün ruhlar..metinler..
metin ol metin.