--spoiler--
okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri de babamın sonra peder oldu beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. babam, ona da elifba dedi. okulla babamı uzlaştırmaya imkan yoktu.
bu garip kitapta, bizim kılığımıza pek benzemeyen bir biçimde giydirilmiş çocuklar, boyuna birbirlerine top atıyorlardı. hangi mahallede oturduklarını bilemediğim bu çocuklar, kumbaralarında bizim evde böyle bir kutu yoktu- para biriktiriyorlar; babaları da ahmet ağabey kadar genç ver bıyıksız adamlardı bunlar onlara, çatana denen kayıklar alıyordu. bir de vatan denen bir şey vardı ki çok iyi korunması gerekiyordu. bizler her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk. bir de bazı çatık kaşlı adam resimleri vardı ki, babam onlara, gazetedeki amcalara yaptığım gibi, sakal bıyık takmamı şiddetle yasak etmişti. kocaman bir dünyanın içinde oysa sınıfta duran mücessem küre çok küçük kalıyordu asıl dünyanın yanında şaşkınlıkla ne düşüneceğimi bilemiyordum ve öğretmen gelince arkadaşlarla birlikte kıvanç duyduğumu söylüyordum bağırarak. bununla birlikte, birkaç gün içinde, bu işlerin pek anlaşılamayacağını, yalnız bir kısmının ezberlenip kara bir tahtanın yanında tekrar edileceğini, böylece, öğretmen denilen teyzevari yaratıkla başımın belaya girmekten kurtulacağını sezmiştim. sonunda, sınıfın kabadayılarıyla itişmek için gereken iç huzuruna kavuştum. zayıflardan kendime iki dalkavuk seçtim ve sınıfı mahalleye çevirdim kısa zamanda. hemen 1-a birinci takımını kurduk ve 1-c ile bir maç yaptık. içine sığmakta güçlük çektiğim okul sıralarında büyüklerimi saymak-küçüklerimi sevmek sözünü ters söylediğim için öğretmenin çektiği kulağımın acısını akşamki maçı düşünerek hafifletmeğe çalışırdım. büyüyünce öğretmenliği nasıl yasak edeceğimin hayali ile yaşarken bir yandan da durmadan tekrarladım: öğretmenimi yurdumu sevmek, budunumu bu budun kelimesi bana kasapta çengele asılı etleri hatırlatırdı korumak, saymak, üstün tutmak, doğruyum, yasam, onlardan, herkesten intikam almaktır, olmaktır, çalışkanım, armağan olsun.
--spoiler--
tutunamayanlar, s 74-75
"ben selim değilim olric. selim romanları okuya okuya selimliğe özenen bir don kişot olmaktan korkuyorum."
"şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan donkişota benzetebilirsiniz beni. yalnız onunla bir fark var aramda, ben kendimi don kişot sanıyorum."
bir de tutunanlar varmış tabi.
--spoiler--
insan bazı günler "Yaşadım." bazı günler "Öldüm." der.
Bazı günler "Olmasaydı" der.
Bazı günler "Çabuk bitse" bazı günler "Hiç bitmese…" der.
insan bu, der işte. Dertlenir, mızmızlanır, kederlenir, büyür, yaşlanır, üzülür, kırılır, kırar, yıpranır, yaşar ve ölür!
Bazı günlerse kışın ortasında fırtınaya tutulsa “güneşli gündü” diyecek kadar huzur bulur.
Bir ayet, bir şarkı, bir aşk, bir felaket, bir ayrılık, bir yolculuk, bir fırtına, bir yağmur tanesi, bir dost insana kendini hatırlatır.
Öyle olur işte. Fırtına durulur, gün güneşli olur, insan kendine gelir.
--spoiler--
- Herkes ne bilir acımı. Herkes ne bilsin acımızı. Yaşar gibi yapmaktan, özlemez
gibi yapmaktan iyiymiş gibi yapmaktan... Nefes alıp onu içimde tutmaktan ve o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil, nefesten bogulmaktır marifetimiz Olric.
- Evet efendimiz.
- Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses verme...n güzel. içimin... sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan...
Tutunabilenlerin anlayamayağı türden ; tutunamayanlara özgü bir romandır. Okumak için gerçekten bunalımlarda olmanız yada buna eğimli olmanız gerekmektedir.Ancak okuduktan sonra gerçekten oğuz atayı bırakamayacaksınız.
"Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.
Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamayı öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler. Ben de kendimi anlamadım: Bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmayı beceremedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim."
okuyunca insanın yanlızlığını soyutlanmışlığını hatırlattığından umutsuzluğa sürüklediğinden birkez daha okumayı düşünsemde cesaret edemediğim, taklit türk romanlarından farklı hem zeka hem hayat birikimi dolu oğuz atay romanı.
ciddi ciddi insanın fabrika ayarlarıyla oynayan başyapıt.
--spoiler--
-sus olric! düşünüyorum.
-düşünmek ne haddinize efendimiz?
-descartes düşündükçe var oluyordu olric.
-descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz.
--spoiler--
--spoiler--
Annem bana hayrandır. içinden, onunla ilgilendiğim, onunla konuştuğum için sevinir; dışındaysa, kızar görünür bana. Hele, ona bir şey öğretmek istediğimi, bilgiyle ilgili bir sohbet yapacağımızı sezerse, hemen davranır, kalkar yerinden: ocaktaki yemeğin altını söndürür, ya da elindeki örgüyü kaldırır, ya da radyoyu kapatır: beni iyi dinleyebilmek için. Gerçek ilginin bu kadar candanbir belirtisini başkayerde gördüğümühiç hatırlamıyorum.
Yemeğin dibinin tutmasına
da aldırmasın, diyeceksiniz.
Siz de çok şey istiyorsunuz.
--spoiler-- *