bel ağrısına iyi geliyor. yatakta sırtüstü yatarken belimin altına koyup 2-3 saat sabit yattığımda, günün yorgunluğunu attırdığını farkettim. adam güzel yazmış kalın kalın. seviyorum bu tür kitapları. suç ve ceza'nın arasına da sünger koyup siktim. aynı am gibi oldu.
--spoiler--
Mısra 263: Hayattan yok çıkarım
Oysa... çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaklardır. Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. Yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. Kimse, onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır. Bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile, yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. Hayattan çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. Ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. Mezarları bir kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır. Cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. Ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. Gene de garsona bir bahşiş bırakmak zorunda kalacaklardır. Hayattan çıkarı olmayanların hayaTı, çıkmaza sürüklenecektir. Kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. Sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. Duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır. Duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır. Istırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden, ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılacaktır. Çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecektir. Güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır. Hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir. Böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. Aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir; çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır. Kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır. Kendilerini öldürmeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki, böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içindedir, gerçekle bir ilgisi yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. Hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? Hayattan çıkarı olmamak, hem Tanrının hem de insanların gözünde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. Bütün tarih, bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar. "Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "Babamı bile tanımam" diyeceksiniz. Kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!
--spoiler--
"Bana anlayış göstereceğin yerde büfeyi gösterdin." cümlesiyle birçok şeyin özetini anlattığına inandığım kitap. Anladıklarını söylerler, geçecek derler ama anlamazlar. Anlamak dediğin kavram bazen sımsıkı sarılmadan öte bir şey değildir, olamamıştır ve gerisi anlamsızdır...
kısa bir süre önce hollandaca'ya çevrilen kitap. ingilizce çevirisi 2008 yılında yapılıp da ödül almasına rağmen çeşitli problemler nedeniyle yayınlanamamıştır. hatta kitap hakkında hollandaca yazılmış birçok makale bulabilirsiniz.
(bkz: Het leven in stukken)
çok şey yazıp da bir şey anlatmayan kitap. oğuz atay, kendi kafasında olan soyut düşünceleri bizim anlamamızı istemiş. nerede kiminle gerçekten konuşuyor, nerede kendisiyle konuşuyor, nerede selim konuşmaya dahil oluyor anlaşılamıyor bir türlü. kafamda bir sürü anlaşılmamış şeylerle kitabın 250. sayfasına zar zor geldim ve bıraktım kitabı. elbette, "arada bir" güzel şeyler söylüyor ama şimdiki geldiğim yere kadar kitabın bir şaheser olduğunu asla kabul etmiyorum. ha, soyut bir dille, şizofrenik bir şekilde yazması onu başyapıt yapıyorsa başyapıt kavramlarımız farklı demek ki. Ya da ben bu kitabı anlamayacak kadar aptalım.
nEYSE, iLERiDE DEVAMINI GETiRiRiM ARTIK.
edit: kitabı bitirdim ve yukarıdaki düşüncelerim pek değişmedi. kitap yer yer çok güzel, yer yer berbat. kitaptan elbette bir yerlere not edeceğiniz veya unutamayacağınız derecede vurucu yerler de var. tek samimi bulduğum karakter var, o da olric. az ama öz, açık konuşuyor. selim'in de birçok yönünü kendime benzettim. sanki beni anlatıyormuş gibi hissettim. ama dediğim gibi, bu kitabın başyapıt olarak görülmesine katılmıyorum.
Herkes geçer diyor, geçer mi Olric ?
Herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı..
Yaşar gibi yapmaktan, Özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan,
Nefes alıp onu içimde tutmaktan, O nefeste boğulmaktan sıkıldım..
Ki nefessizlikten değil, nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric.
"Hiçbir gerçek yaşantım olmasaydı daha kolay geçirebilirdim zamanı yaşamak diye bir gerçek olduğunu bilmezdim oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı tanıtmakla yaşamadığım bütün hayallerimin gerçekleşebileceği saplantısına kapılmama sebep oldun."
Siz de benim gibi,
Günleri sevgiyle isteyerek değil de,
Takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadıysanız
Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi, Atanın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocuğu olarak, yayan
Pis pis gezdiyseniz Hergele Meydanında
Bu sarı ve tozlu alan iğrendirmiyorsa sizi
Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi).
Okurken farkli bir hayatin icinde kaybolunan, kelimelerle ustaca oynanilmis, kisiyi yoklukla hiclik arasinda biryerde asili birakan, okunmasi oldukca guc ve ayni zamanda keyifli kalinmi kalin kitap. Farkli bir devrin gelecegi ve bu devirde insanlarin hayatlarini yonetebilecegini soyler yer yer, ama umitsizlik hakimdir kitaba. Tarih bir anlamda gecmisin hikayelestirilmesidir ve her insan hikaye icinde ufak ama kendi icinde buyuk ayrintilarda gizlidir bi anlamda. Selim gibi. Der kitap. Oguz Atay'in odullu eseridir. Turk romaninda farkli bir dil, farkli bir soyleyis seklidir. Tutunamayanlar sever, ancak hayati sımsıkı tutmuslarda bezginlik yaratabilir.
"Ucuz yaşantıların asıl kahramanı ucuz şövalye romanlarının nesli tükenmiş temsilcisi ben bunu nasıl yapacağım ? ucuz geçmişimi nasıl inkar edeceğim ? son aylarda kurmuş olduğumuz yumuşakçalar krallığının nimetlerini nasıl terk edeceğim ?" (s. 314)
"Mahkemede suçlu sandalyesine bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar bile düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşmayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, ( ) arkadaşlık dostluk sevgi ile uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar karşımıza oturacaklar. "(s.195-196)
"Beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. Eteğimin ucundan bağlandım bu düzene. Ceketi çıkarmadan olmaz. Ceket çıkarma talimatı da verilmedi daha. Çıkar üstündekileri kurtul bu düzenden. Olmaz Selim: çırılçıplak kalırım sonra. Tutunacak bir yer bulamam sonra. Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı." (s.275)
"Artık onun için hepsinden önemli olan benden adımdan adımın güzelliğinden bahsederdi. Günseli Günseli seli seli Selim Selim derdi gülerdik evet içinden gelen bir coşkunlukla gülerdi güldürmek için beni neler yapmazdı aşk sanat okulunun birinci sınıfında bir öğrenciyim bana kafamdaki bütün güzellikleri birleştirmek için bildiğim bütün güzellikleri seninle yaşayabilmek için neler verdiğini bir bilsen derdi bunu başarabilecek miyim bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra seninle neler oluyor onu bilmeliyim hayır hiçbir şey bilmemeliyim bilmek kelimesini sözlükten çıkarmalıyım satırların arasına sıkışıp aşka kapalı kaldığım devirlerde kaçırdığım güzellikleri yakalamalıyım evet kendime hesap sormalıyım evet geçmişte tek başıma güzelliğini hissedemediğim hayır hissettiğimi bilmediğim bütün yaşantımın içindeki birikimleri seninle senin güzelliğinle birleştirmeliyim evet onların da bir hikmeti vardı onlar da senin dışında yaşanmış değildi her şeyin birdenbire bir anlam kazanmasının büyüsünü sezmeliyim Allahım ne kadar çok işim var ben gidiyorum müsaadenizle sizi sevmek için eve gidiyorum gözlerime bakardı" (s.423)
Gerçekten de rahatsız oluyordu. diyor Esat. Aynı zamanda bütün yazarlar gibi olmak, bir anda hepsine birden benzemek onu yoruyordu. (s.358)
Hepsinin yer aldığı bir roman yazacağım ve burunlarından getireceğim.
--spoiler--
- Esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu, sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. Sizler olmadan yaşayabileceğimizi blmiyorduk.
- Tarih bir tahriftem ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir, ama görülürken değil.
- Bir yerde söz biter: iki kişi karşılıklı kendini tekrarlamaya başlar. Yeni başlayan ilişkiler ble eskir böylece. Hemen kaçacaksın ki aklın orada kalsın.
- Ben, balon muyum çocukları sevindirecek? Kimseyi sevindirecek halim yok.
- Sahte cennet, bu akşamki programını gururla sunar!
- Bu adamı dışarı çıkarın; çürümüş et kokuyor.
- Tevfik Fikret! Kış şiirleri söyle. Yüreğim kızdı. Kafam kızdı. Kar altında biçareler, soğuk düşünceler, ete değen çeliğin serinliği. Zavallı ruh! işlediğin günahlar ne kadar büyük ki gecenin bu saatinde dolaşıyorsun. Nereden gelip nereye gidiyorsun?
- Ey zavallı ruh. Nedir bu yaptığın rezalet? Nereye sığar? Görelim gel bu rezaletleri ve onları doğuran tembel arzuları ve karında yerleşen kafanın azdırdığı iştahları ve onunla birlikte teşebbüse geçen eli ve temizleyelim bu yaşamak için geldiğimiz dünyadan kalın arzuları. inceleri kalsın yalnız.
- Bunları düşünüp, karşılıklı oyunlar oynamakla harcadığımız enerjiyle kimbilir kaç tane elektrik santralı çalışırdı?
- Ne anlamsız bir yaşantı. Dolabın kapağında bir yazı: yangında ilk kurtarılacak eşya. Onu değil beni kurtarın.
- Bat dünya bat! Talih! iki gözün kör olsun da piyango bileti sat! Midem yanıyor: içkiden ilk kurtarılacak mide. Yangından ilk kurtarılacak ilk mide. Benim midem. Benim kalbim.
- Şimdi yanımda olsaydın, bütün bu meseleleri tartışsaydık. Birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. Beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında. Ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. Eteğimin ucundan bağlandım bu düzene. Ceketi çıkarmadan olmaz. Ceket çıkarma talimatı da verilmedi daha. Çıkar üstündekileri, kurtul bu düzenden. Olmaz Selim: çırılçıplak kalırım sonra. Tutunacak yer bulamam sonra. Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı. Tek tek koparılması kolay olan milyonlarca iplikle bağlı. Kör talih!
- Yumuşakçalardan ve aynı zamanda kabuğu en sert olanlardan.
- Dinlendim. Güçlüyüm. Bedenimi önemsiz bir yaşantıya kaptırmakla aklımı korudum. Boşuna geçen zaman yoktur.