ben bu dünyanın devr-i devranını izzeti nefsini s.keyim
yansın bu ibneler su veren itfaiyenin hortumunu s.keyim
ben mecnun muyum bir .m için çöllere düşeyim
verirse verir vermezse leylayı da s.keyim
Neyzen Tevfik
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiç bir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan. **
Konuşmak susmanın kokusudur.
Ya sus git, ya konuş gel, ortalarda kalma.
Yalan korkaklığın tortusudur.
Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma **
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara **
iki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde gösterisi zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. **
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa.
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi.
dilimizde akşamdan kalma bir küfür.
salonlar piyasalar sanat sevicileri.
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni.
yakanda bir amonyak çiçeği.
yalnızlığım benim sidikli kontesim.
ne kadar rezil olursak o kadar iyi.
.
kumkapı meyhanelerine dadandık.
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi.
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar.
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi.
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri.
çöpçülerin elleriyle okşardın beni.
yalnızlığım benim süpürge saçlım.
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi.
baktım gökte bir kırmızı bir uçak.
bol çelik bol yıldız bol insan.
bir gece sevgi duvarını aştık.
düştüğüm yer öyle açık seçik ki.
başucumda bir sen varsın bir de evren.
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi.
yalnızlığım benim çoğul türkülerim.
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.
tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı
tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı
tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi
tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk
tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu
tanrı maymunu yarattığında uyuyordu
zürafayı yarattığında sarhoştu
uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı
ve intiharı yarattığında bunalımdaydı
senin yatakta uzanmış halini yarattığında
ne yaptığını biliyordu
sarhoştu ve kafası kıyaktı
ve sonra dağları ve denizi ve ateşi
aynı anda yarattı
bazı hataları oldu
ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında
tüm kutsal evren' in üzerine boşaldı.
bir minimal şiiir*
--spoiler--
ben senin anket yapmamanı değil
anket yapmama ihtimalini sevdim
ben senin yobazlığını değil
yobaz olmama ihtimalini sevdim
--spoiler--
sen ağaçların aptalı
ben insanların
seni kandırır havalar
beni sevdalar
bir ılıman hava esmeye görsün
düşünmeden gelecek karakış..
acarsın çiçeklerini ..
bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
bir güler yüz bir tatlı söz..
açarım yüreğimi hemen
yemişe durmadan çarpar seni karayel
beni karasevda
hem de bilerek kandırıldığımızı
kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
koş desinler bize şaşkın
sonu gelmese de hiç bir aşkın
açalım yine de çiçeklerimizi
senden yanayım arkadaşım
havanı bulunca aç çiçeklerini
nasıl açıyorsam yüreğimi
belki bu kez kış olmaz
bakarsın sevdan düş olmaz
nasıl vermişsem kendimi son sevdama
vur kendini sen de bu güzel havaya
KADIN
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayâlimdir,
boynumda taşıdığım vebâlimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek , ne köçek, ne ayâl ne vebâl.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim, hayat arkadaşımdır.
çok zaman sonra oturup
bir fincan kahve içebilmeli insan
eski sevgilisiyle
geride bunu bırakabilmeli
yalnız ya da birlikte çekip giderken bir ilişkiden!
her şey dün gibiyken
yıllar geçti
uzakta birbirimizden.
cam kenarına oturduğum masadan
yüzüme sokağı vuran tülün gölgesinde
düşünüyorum:
yavaş yavaş anıların da terk ediyor beni
git gide azalıyor
günün birinde
birlikte
bir fincan kahve içebilmenin
sadakati
hayali...
neden mümkün olmuyor
ayrılmak
yok pahasına tüketmeden her şeyi?!
garbage'ın şarkısı:
"cup of coffee"
benim yıllar önce aşkımıza verdiğim
söz gibi, hayal:
yıllar sonra insanın eski sevgilisiyle
hüzün, şefkat ve incelikle bir fincan kahve içebilmesi...
neden yıllar sonra bir araya getiremiyor bizi
hüzün, şefkat, incelik ve bir fincan kahve
yalnızca bu kadarına azalmışken
bir zamanlar yaşanan
o büyük aşkın ikindisi!
fincanın üzerinden birbirimize bakarken
ikimiz de biliyoruz giden gitti!
daha kapıda ayrılacak yollarımız
buluştuğumuz kafeden
kendi hayatlarımıza dağılırken
yine de birbirimizden hatırladıklarımıza değmez mi
o bir fincan kahve
ağzımızda yıllardır zehir zemberek bekleyen?
ya da boş ver, en iyisi
garbage dinleyelim ikimiz de
kahvelerimizi içerken kendi evlerimizde...
yürümek;
yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
karanlığın gözüne bakarak yürümek..
yürümek;
dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek ..
yürümek;
Zeynep beni bekle / gece ağaçlarına
Yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı
yalnızlığını mutlaka değiştireceğim.
Bir yaprak halinde süzülüp saçlarına
Eski teşrinlerden / kederli kırmızı
Zeynep beni bekle mutlaka döneceğim
Söyle kim önleyebilir buluşmamızı
Geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman
Benim şiir kitaplarından sızan aydınlık
Elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman
Pancurların çarpıldığı lodos geceleri
Rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık
Her akşam koridordaki ayak sesleri
Yanlış çaldığını zannettiğin telefon
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
Pikapta eminağa acemaşirân saz semaisi
Sokakta çocuklar saklambaç hırsız polis
Hayat akıp gidiyor olsam da olmasam da
Saati durmamalı ufak sorumlulukların
Resmi bırakmadın ya / son çektiğin hangisi
Bak mektuplar birikmiş yine masamda
Fakülteler açılacak bak bugün yarın
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Başladığımız filmi birlikte bitireceğiz
kim ne derse desin içimde delice bir his...
aşk mıydı o, aşkımsı bir şey miydi
neydi çekip kendine, beni bağlayan
kanatan dudağımı, tenimi dağlayan
elleri ta içimde o dev miydi
etime bir alev değmişçesine
nasıl da yakardı öptüğü zaman
bir su gibi akıp gitti avuçlarımdan
yorgunum şimdi bin yıl sevmişçesine
hani o yalnız benim olan gül, kırmızı
gözlerimin önünde açılan sonsuz bahçe
hani, o var olmalarımız öpüştükçe
o delice sürdürmeler yaşantımızı
hiç doymamak oysa, tene, kokuya, aşka
sarıldıkça güçlenmek, bütünlenmek
kudurmuş arzularla zamanı yenmek
ve en kuytularda buluşmak korka korka
kimi gün utanmak otlardan, çimenlerden
kimi gece mıhlamak gölgemizi duvara
varmak için o sevgiyle açılmış kollara
apansız düşmek yükseklerden bir yerden
oydu işte alıştığım, özlediğim şimdi de
sevgice bir tutku, aşkımsı bir yakınlık
avunmak... kırık dökük anılarla artık
kimbilir? o geceler yaşanmadı belki de
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kus gibi gülerdi
Bir rüzgar aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardım
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felaketim olurdu ağlardım
Aksamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu ağlardım
It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of Annabel Lee;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.
I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea:
But we loved with a love that was more than love -
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.
And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her high-born kinsmen came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.
The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me -
Yes! that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud one night,
Chilling and killing my Annabel Lee.
But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we -
Of many far wiser than we -
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee;
For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling -my darling -my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea -
In her tomb by the sounding sea.
Melih Cevdet ANDAY çevirisi:
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
ismi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Ben Sana Mecburum
ben sana mecburum bilemezsin
adini mih gibi aklimda tutuyorum
buyudukce buyuyor gozlerin
ben sana mecburum bilemezsin
icimi seninle isitiyorum
agaclar sonbahara hazirlaniyor
bu sehir o eski Istanbul mudur
karanlikta bulutlar parcalaniyor
sokak lambalari birden yaniyor
kaldirimlarda yagmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir aksamustu ansizin yorulur
tutsak ustura agzinda yasamaktan
kimi zaman ellerini kirar tutkusu
birkac hayat cikarir yasamasindan
hangi kapiyi calsa kimi zaman
arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon caliyor
eski zamanlardan bir cuma caliyor
durup kose basinda deliksiz dinlesem
sana kullanilmamis bir gok getirsem
haftalar ellerimde ufalaniyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran`da mavi benekli cocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir sileb siziyor issiz gozlerinden
belki Yesilkoy`de ucaga biniyorsun
butun islanmissin tuylerin urperiyor
belki korsun kirilmissin telas icindesin
kotu ruzgar saclarini goturuyor
ne vakit bir yasamak dusunsem
bu kurtlar sofrasinda belki zor
ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yasamak dusunsem
sus deyip adinla basliyorum
icimsira kimildiyor gizli denizlerin
hayir baska turlu olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.
Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme
Geçmiş gelecek masal bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceleri geldi, neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün ...
Zira senin üstünde de otlar bitecek
Gözlerini getir yarı umutsuzluğum
Yaprak gibi döküleyim önüne
Solayım, beter olayım
Gözlerini getir, Öleyim...
Bilmeden çocukça sevildiğini,
Ve bayram sabahınca beklendiğini,
Kaf Dağı’ndan güneş getirir gibi,
Gözlerini getir. Getir gözlerini, Öleyim...
Kimsesizim, ilk kez bu kadar suskunum
Sana söyleyemiyorum
Yıldızlara uzanmışım her akşam
Ve bağlanmış, Ve kınanmış,
Ve hep karşında yitirmişim.
Ne olur, gözlerini getir Ustam!
Getir gözlerini, Öleyim...
Ben biraz şairim, biraz divane,
Çarmıha gerseler öldüremezler
Sırrım saçımda değil, yüreğimdedir
istersen dost, istersen düşman gibi
Gözlerini getir. Ustam!
Getir gözlerini, Öleyim...
Ben yine kaybettim, görmüyor musun?
Şafak yangınından yaralı çıktım
Ve ben ustam, Gözlerinle yakılası bir şiire başladım
Kaçtıkça sana döndüm.
Ve artık gülü bıraktım,
Menekşe yaprağını, Kitaplarımı, Suskun maceramı...
Bu şiir bitsin
Bana, peşini bıraktığım bir hayatı değil, Gözlerini getir.
Ustam! Getir gözlerini, ÖLEYiM...
Yaşanmayanlara özlem var içimde..
Sende bulacağıma inanıyorum ya
Belki sende bulma isteği bu içimdeki
illa ki sende bulma inadı
Şimdi sen çağırsan beni
Neden çağırdığını söylemeden
Sadece gel desen
Gelip uzak yollardan..
Sana sarılsam düşünmeksizin..
Neden sarıldığımı anlatmaya gerek görmeden..
Çok şey istemem senden
Belki bir tatlıcıya gideriz..
ikimiz de severiz tatlıyı
Tavuk göğsünü severim ben..
Tatlı yiyip tatlı konuşacağız ya
Bir kaşık tatlımdan alıp
Seni anlatacağım ya
Yetmez ya hiç bir şeker adı
Sözcüklerime seni katmaya
Gözlerine bakarım
Yetmez gizli bakışına sığınırım
Şiirim kabarır içimde
Şiirler yazarım kağıt peçeteler üstüne..
Belki ürküyorsun sen
Aşkım çok
Sevgim çok
Sense korkak
Sense sevginin içinde duraksamış
Sevmeye istekli bir korkak
Aslında çok şey istemeye niyetim yok..
Olanla varsın ya bende..
Bendeki olan senin bütünün ya..
Varlığımı sımsıcak ısıtan
istemiyorum zaten fazlasını ..
Belki alışverişe çıkarız..
Sen beğenirsin alacağım kazağı..
Siyah rengi çok severim..
Gözünün değdiği ilk kazağı alırım..
Belki çabucak giymem
Bakışların değmiş ya ..
Saklarım sensizliğin yakama yapışacağı anlara
Özleminin büyüyeceği ilk anda
Bakışlarından giyinirim
Kazağıma değen elime
Sıcaklığın bulaşır
Senden saklı büyüttüğüm
Kimbilir belki deniz kenarında yürürüz..
Ben balık ekmek isterim..
Belki bir de şalgam..
Sen belki kırmızı şarap..
Ve dudaklarımdan sana dair şiirleri yudumlamak
Yine de yürürüz beraberce seninle
Elele olmak mı..
Çok şey istemem ..
Ruhundaki ellerimi çıkaramam ki.
Sıcak senin içinde ellerim..
Hiçbir şey ruhundaki renkler kadar ısıtmaz ellerimi..
Dedim ya çok şey istemiyorum senden
Her şeyini almışken..
Katmışken kendime
Satır satır
Damla damla
Bundan daha çok ne olur bilmem
Çok şey istemiyorum diye şaşırma.
Ben öyle az şeyle yetinirim
Belki beraberce klasik müzik dinleriz
Belki bana figaronun düğününü anlatırsın..
Ben seni dinlerim ..
Klasik müzik neyime.
Sesinin notalarına düşer ya aklım...
Ben belli etmem bilirim utanırsın..
Aşk dedikçe korkan birisisin sen ..
Olsun ben ses çıkarmam
Serde dillendirilmeyen aşkı yaşamak var
Belki dedim ya az şey isterim senden..
Lunaparka gideriz
içimizdeki çocuğu sevindirmek için.
Çarpışan otolara bineriz
Ellerin yakınımda
Değerim de gizli gizli..
Sıcaklığına vurgunum ya
Sıcaklığından sevişmelere yürürüm ya
Kutsal bir emanet gibi alırım ya seni
Ellerinin sıcağından
Değerim ellerine
Arsız bir çocuk yaramazlığında
Dedim ya çok şey istemiyorum senden ..
Öyle aşk sözcükleri beklediğimi sanma
Sarılsan bana sımsıkı
Konuşmadan
Suskunluğunla gülümsesen
Yeter bana sevgini büyütme
Ben alırım ne de olsa ....
Senin vermek istediğin her şeyi
Vermeye bu denli korkakken sen
Haydi sen unut bunların hepsini
Sen yeter ki gülümse
Çok şey istemem senden
gassan satar
edit: şair bilgisi için tekyoldevrim' e teşekkürler.