bir kırlangıç
bir kırılgan düşmek bıraktı
gagasından,
parçalandı diz kapaklarım,
kanadı.
bu hikayede unutmak yok sevgili!
su yüzünde eskimek var.
kapladım kitap yüzlerimi,
saçlarıma beyaz bir kurdele taktım
fasulyelerimi pamuk arası ıslattım
ve bekledim,
ve bıraktım,
şimdi bütün çiçekler esriyerek solsun.
seslendi tavan arası plaklarından bir ses:
çoktan unuturdum ben seni - çoktan,
ahh bu şarkıların gözü kör olsun!
en nefret anlarımın rengi, yenmiş tırnaklarımın karanlıklarında gizli!
altın portakal ödüllerim var benim aşka dair...
lise formama verilmiş...
"ey aşk beni yağmala, ateş et arka arkaya" diye yazılan sarı sıralarda,
meğer hiç ölmemişim, yine bir hiçlik anında.
yaşar sandığım doğmayanlarımı alıp yanıma kayıp şehirler bulmaya gidiyorum haketmeselerde!
biliyorum herkes birgün tırnaklarımın bedelini ödüyecek! ve biliyorum bunu ben göremeyeceğim...
onların benim tırnaklarımı görmediği gibi!
sana sonunu anlatacağım, anla!
ilk önce gözlerin acır, sığmaz kabına,
uzuvların sana ait değildir artık.
bacaklarını hissetmezsin, kolların ise kırık!
kalbin, can havliyle de olsa, atmaz!
bir el sıkıyordur boğazını, bırakmaz!
sesin çıkmaz, nefesin yüreğinde kalır,
işte o an göğsüne bir bıçak saplanır,
ve verirsin son nefesini.
kıyafetindir artık, giyersin kefenini!
bedenin ise artık toprağın altında.
sen de ölmüşsündür işte, sonunda!
ben bu filmi daha önce de görmüştüm. ben de bir zamanlar, ölmüştüm!
eğer aynalar bile yüzünü göstermiyorsa
bil ki o zaman yalnızsın.
kayıpsın kendinde, duvarlar arasındasın
kendi ördüğün...
kendin olsan da kendinde olamazsın bazen
ve tuzaktasın aslında uzak olsan da
karanlık ufkun güneşsiz günlerindeki labirent sokaklarında...
inanmak isteğim bir hikayedir bu.
çocukluğumun soft hatıralarından hiç çıkmayacak olan,
günün yorgun sigara molalarında apansız yüreğe kor gibi düşen,
sükunet sahibi deniz gibi bazen,
bazen aynı denizin köpürüp kayalara çarptığı dalgaları gibi beynime çarpan,
ve alnımın, ayak parmaklarıma doğru düştüğü anlarda yazılan hikayedir bu..
görüldüğüm suretin arka yüzüdür,
heybemin dolmayan cepleri, dökülenlerin önsözü...
hayat denilen bu sessiz çığlığın tam ortasından yazarak başlamak..
ben,
yüreğine felç inmiş bir aşk zede..
pencere kenarında günü batıran tüm düşüncelerde..
sevmenin cesareti kaybolmuş,
güven bitmiş.. göz bebekleri hayatın bir sahnesi..
tekrarı olmayan, doğaçlama bir serüven..
bu hikaye işte böyle doğmuş..
aşk bir oyun.. iki perde.. ben figüran yaşadıklarım senaryoymuş.
lise defterimde buldum bu şiirimi; o zamanlar yazardım, sanırım eski aşklar kalmadı artık.
bak bu gece de hüzün çöktü yıldızlara,
bu gecenin sabahı da umut olacak bahtsızlara.
doğduğu gibi batacak yine güneş;
hayat değil mi bu, zaten hep kalleş.
geceyi bu yüzden mi sevdim bilmem;
gece umudun doğmasını beklemektir.
ben gece sevdaya yenilmem,
sevda; güneşin batması demektir.
imkansız olduğunu bildiğim halde,
büyüdü umudum her hayalde.
her şeyin hoş ve güzel de
ne olur bir kez de kal de!
bir özlemdi benim sana duyduğum,
bir umuttu gözlerinde okuduğum,
bir acıydı sözlerinde bulduğum,
sen oydun son aşık olduğum. *
yağmurlarla birlikte gel sevdiğim,
ıslanalım ve paylaşalım
su damlacıklarını bedenlerimizde,
yağmur altında.
kar taneleriyle birlikte gel sevdiğim,
üşüyelim iliklerimize kadar
ve bürünelim beyazlara,
silinsin ruhumuzdan kirler,
karlar altında.
ilkbaharla birlikte gel sevdiğim,
yeniden hayat bulalım
ve yenileyelim kalplerimizi,
ruhumuz canlansın doğayla birlikte,
ilkbahar güneşinde.
yazla birlikte gel sevdiğim,
güneşi görmesin gözlerim
senin yanında,
sadece sen ısıt beni
ve kalbimi sıcaklığınla,
birlikte eriyelim,
tek vücut bulalım,
yaz sıcağında...
saat 17.00...
Ay bi kadındır....
Güneş devrederken günü ..Sarı Su Dolu Fanus'a
Fanus,devrilmemek için...ağır kalçalı bir kadın gibi yavaş hareket eder... ve kurulur tahtına tüm tabasına hükmeder..
saat 18.00...
Ay bir kadındır ...
Önceden belirlenmiş menziller de haritalanmış bir gece koşusu ...
Mikail rahat..durmuş bir köşe de yaratılanı izliyor... artık hepsi standart ve herkes rolünü biliyor...
saat 19.00...
haberler başlıyor ..bu saat hiç vurmasa da olur ama ezberden şaşmamak adına yaşanıyor.
Keçi boynuzunun bir kaç gram tatlısı için odununu kemirmek gibi bir şey ...
haberler!!!
her yerde ölüm ve zulm
Ay koşarak 19.00 dan 20.00 ye kaçıyor...
saat 20.00
Yaşamların praymtaym'ı ne yapsanız olur
bir kız bulaşık yıkıyor ... en güzel diziler ekranlarda... sevgililer el ele ... bir anne çocuğunu emziriyor... taş bir plak cızırtısı... klavye şıngırtıları... kupalarda çaylar...bir parkta akşam sefası....pijamalar
saat 21.00
Ay'a dair sözler geliyor aklıma...
altı kat daha hafifsiniz yalanları .... yok arkadaş öyle bir şey...düşünüyorum da!!
gördüğünüz Yuri Gagarin bir metre sıçraya sıçraya yürüyorsa eğer; O ,ilk kez Ay'da yürümenin çocuksu heyecanı olmalı
saat22.00
Ilık bir yaz gecesi ..yıldızlar yine şikayetçi Ay'ın parlaklığından...nice dev güneşler minik soğuk bir gezegeni kıskanıyor...
içlerinden biri soruyor ''ne zaman emekli olacak da önümüz açılacak''diye... diğerleri anlamıyor.. soruyu soran israfil'e bakıyor.
saat 23.00
Ay yine şahitlik yapıyor....
Şehrin her yerinden dışlanmış bir adam... falezlerde durup yeni doğmuş bir kuşla konuşuyor.. Anlatamayınca derdini ağlıyor...
Sarı Su Dolu Fanus'un şahitliğinde falezlerden atlıyor...
saat 24.00
Ay yine bir kadındır..
ve bakmadan kimsenin isyanına, her gece yaptığı gibi o günün kucağından diğer günün kollarına atlar...kimse sormaz artık. gerçekten utanır mı bu yaptığından...
saat 01.00
Ay bir kadındır
Uyku bastırmadan önce yastık yorgan altında, çırıl bir sevişenlik arar defalarca..
...zannederim ki!! Tamda bu saatlerde.. biraz da şehvetten olsa gerek... ışığı artar ..
saat 02.00
bırakarak her şeyi yatakta ve uykuya hiç ihtiyaç duymadan ..son kez şehri dolaşır... teheccüt namazları... ölüm sessizliği... horultular... bar çıkışları... dalgaların umursuzluğu ..otoban yalnızlığı... O bile yalnızdır artık...
haaa!!!...... bi tek yer hariç. Boğaz Köprüleri
onlar hala sıkışıktır..zaten Ay orda hiç sıkılmaz....
saat 03.00
Ay bir kadındır...
ve kimse bilmez nerdedir bu saatlerde, mesela durduk yere haylazlık yapar.
Elinde çilekler, memleketin taaa! en doğusuna gider de, bir doktoru uyandırır belki de ağlatır... anlayın işte, haylazdır.
saat 04.00
Rüyaların dili çözülür..her şey karışır alemlere!!.... yeni konuşmayı söken bir bebek ağlaması , çakıl taşları , su sesi, , bir orkestra, açık kalmış bir masa lambası, soğumuş bir soba, üç boyutlu saçmalamalar ...rüya kırıntıları ve sabah ezanları...
Ay bile anlamaya çalışmaz bu saatleri
saat 05.00
ufka yaklaşır Ay. bu saat tarihin kılıç seslerini ,barut kokularını, at kişnemelerini depolar... bu saat savaş başlangıçlarının şahidi... birazdan Normandiya'ya çıkartma yapılır, istanbul fethedilir, Büyük Taarruz başlar, Mohaç, Malazgirt
bekle bizi biz geliriz...
saat 06.00
Sanmayın ki Ay bir kadındır... ve sanmayın ki devrilmemek için yavaş hareket eder... ıssız bir ormanda karanlıklarla doğar ve ilk görüldüğü yerde devrilir de
tüm günü geceye boyar...
hepsi bu kadar, başlayınca dünden
örtülmelerdi
bu kadar kalan, bu kadar olan
ne tam ne eksik ama hep yarım.
yağmurlarla uyanıyorum ıslak,
ıslanıyorum,
üşüyorum
ve gözlerin
anlatmaya başladı yeniden
tükeniyorum.
kar ve bulut iki anlamsız duruş
iki anlamsız tanımlama,aşk ile nefret gibi
emek ile sermaye gibi...
hep gibi gibi geldi zaten
hep gibi gibi gitmedi giden ne olduysa,
gelirken buğulu olan giderken her neden ise
hep netti,
güllerimde öyle,
hani o bahçene bıraktığım ya da hiç tanımadığım,
iyi amcaların ölmesi, öldürülmesi...
şarap kadehidir aynı zamanda yaşamak ve haliyle nefes almak,
insan yüzü şarap kadehini kaldırınca mertleşir ya da yavşaklaşır,
bu yüzdendir şaraba ve sana olan tutkum...
bu yüzdendir her yenilgide mertçe sarhoş olmalar,
mertçe kahpeleşmeler
bu yüzdendir masalarda yapılan devrimler...
bir sarap kadehi gibi aşık olmak, bir sarap kadehi gibi
yaşamak,
bu yüzdendir...
bütün kalbine girenler bir aşk şiirinde toplansa
ve herbiri o şiirin bir mısrası olsa
ilk mısrası olmak
en güzel mısrası olmak
en duygusal mısrası olmak
en anlamlısı olmak
en unutulmazı olmak
hiçbir önemi yok bunların
varsın diğerleriyle kıyaslandığımda
hiç önemim olmasın ne fark eder
o şiirin son mısrası ben olayım
o bana fazlasıyla yeter
Bir hayal kurdum
içinde sen vardın
Sanki gerçek gibiydi
Çok güzeldi
Bir rüya gördüm
içinde sen vardın
Sanki gerçek gibiydi
Çok güzeldi
Bir sevda yaşadım
içinde sen vardın
Sanki bir hayal bir rüya gibiydi
Çok güzeldi
Şimdi bir hayat yaşıyorum
içinde sen olan anılar var
Senle başlayıp senle biten hayaller
Sen olan rüyalar
Ve anlam veremediğim bir ümit
Ama neye yarar ki
Sen yoksun
Kimseler bilmiyor artık halimi
Üşümüyorum sanıyor beni o buz gibi bedenine sarıldığım yalnızlık
Birtek peşpeşe yaktığım sigaralar şahit gecelerime
Onlar da sırlarıyla beraber kül olup gidiyor
Ay ışığı ben bakınca parlamıyor artık
Ama yine de bazen kayan bir yıldız görüyorum
Tutacak dilekleri olanlar için
Şimdi öyle acıyorumki o güzelim papatyalara
Ne de olsa bana gerçeği yalnız onlar söylemişti
Sadece özlemle güneşin doğuşunu beklemeyi severdim
Ama artık o da anlamını yitirdi
Sana bir şiir yazdım
Şiirimde hece ölçüsü kullanmadım
Tıpkı aşkımın ölçüsüzlüğü gibi
Şekil şema kafiye de yoktu
Tıpkı aşkımın tarifsizliği gibi
Durak dayoktu
Tıpkı içimde büyüyen yangın gibi
Ve şiirimin son mısrasını bir türlü yazamadım
Tıpkı sonsuza dek sürecek aşkım gibi
Ben haykırışlarımı gecelere yapmayı severim
Ama bu gece bir farklı geldi gözüme
Sanki sessiz geceler bana haykırıyordu
Sanki uzun geceler benimle muhabbet etmek istiyordu
Sanki karanlık geceler benimle sırlarını paylaşmak istiyordu
Bu gece bir farklı geldi gözüme
Bütün yıldızlar birer birer mevkilenmiş yerlerine
Ay ışığı bütün güzelliğini yansıtmış
Karanlık denizlerin üzerine
Sanki bütün evren derin bir uykuda
Bir çıt çıkarsam parıldayacak gökyüzü
Denizler uykusundan uyanacak
Bu gece bir farklı geldi gözlerime
Korktum haykıramadım
Sessizce ağladım
Hıçkırıklarımı gündüze sakladım bu gece
hiç düşündün mü beni
ansızın geliverdim mi aklına
bir gece yalnızken yatağında
ya da bir şehrin en kalabalık sokağında
pencerenden sızan ışık
yahut ikinci tabaktaki bulaşık
çarşafın boş kısmındaki kırışık
beni anımsattı mı sana
nerden aklına geldiğini bilmediğin bir şarkıda
veya yarısında devamını hatırlayamadığın bir şiirin
hiçbiri değilse de, öylece dalmışken boşluğa
adımı fısıldadın mı
kupkuru dudakların yanarak uyanıp
el yordamıyla zifiri karanlıkta
arar gibi su bardağının yerini
hiç aradın mı beni
izlediğin filmin bir sahnesinde mesela
tek repliği olmadan sokaktan geçen
veya masada öylece oturan adam
beni hatırlattı mı sana
sesime benzettiğin bir ses duydun mu
sanki arkandan geliyormuşum gibi
yürürken kuytu bir sokakta
ansızın dönüp baktın mı hiç
efkarlanıp açtığın şarabın
belki ilk yudumunda
dibinde o kadehin
ya da tam ağzında
bana dair bir iz buldun mu
geç hepsini
hepsini boşver
hiçbir sebep yokken
öylesine yani
hiç içinde ben olan bir hayal kurdun mu?
cevabı kendine ver
ve eğer
herhangi bir şey için
herhangi bir zamanda
bir ben lazım olursa sana
bir tek adım atıp da arama
bil ki ben;
elindeki lekelerdeyim
sırtındaki benlerde
elasında gözlerinin
ve tam ucundayım göğüslerinin
iki yıldız arası bir salıncak misali
rüyalar kadar kaygan dudaklarında
gamzesindeyim sağ yanağının
kalçanın üstündeki derin çukurda
yorgun gözlerinin güzel halkalarında
tatlı kırışığında geniş alnının
bazen şeytanın dürttüğü uykularında
ve yerli yersiz titreyen kollarındayım
ben
herkesten ve her şeyden uzakta
duymak istediğin huzurdayım
ben
her çağırdığında sorgusuz ölümlere
koşacak gibi, hali hazırdayım
yüzüne değen güneşte
üstüne yağan kardayım
var dediğinde varda
yok dediğinde yoktayım