seninle üsküdarda batan güneşi izlemek
ve bütün doğacak güneşlere inat,
seninle beşiktaşı izlerken sıkı sıkı
sarılmak,elini tutmak bütün kaçan martılara inat.
seninle terk edilmiş haliçte
hani şu bildiğimiz boklu haliçte
yüz yıldır uğramayan aşıklara inat
ve bütün kokuya inat.
seninle sana inat aslında.
ölmek mi yaşamak mı
bütün çıplaklığımla üşürken
galatada içtimiğimiz biralara inat.
şimdi bütün hikayemi yazıyorum
aslında kendime inat.
post-modern açılımlar sergiliyorum
fütursuzca
karanlık bir tünel
soba borusu tadı imgelemde türevlenen
küçük titreşimler büyük darbeler hissediyorum
çıkarmadan 5 kere
her saniye sadece seni seviyorum, üzgünüm
karanlığın kara cüppeli sessizliği kadar derin,
kendi derinliğimde boğulmayı öğrendim...
dakikalarımı biriktirip asır yaparak;
o asrın her dakikasını asır gibi,
içine sıcak nefesini katıp damla damla içtim seni.
uçurumlar büyüttüm santimlerle ölçülebilecek aramızdaki mesafede...
öyle bir büyüttüm ki seni sonunda,
ağırlığın örs gibi sırtımda dövüldü.
sadece,
saniyeler arasında sevmeyi isterdim seni.
sadece kirpiklerinin rüzgarıyla serinleyip,
bir tutam saç telinle gıdıklanmak...
Git, bir şeyler yap
Zihnin yok mu senin
Özlediğin kaotik zamanlar?
Gözlük camlarının buğusunda
Bir idam mahkûmu gibi
Kaybolma ey adam!
Söyle vaktin kaldı mı hala ölmeye
Oynadığın poker değil;
Viski bardakları!
Sen bir hilekâr kumarbazı
Yenebilir misin bu tozlu ellerinle?
Ve nefesin zift misali kara iken
Umduğun nedir bir bar fahişesinden?
O nasıl bir titremek...
söylenmek istenen her şeyin
henüz söylenmemiş olan sözlerde sır gibi tutulması
ne dayanılmaz bir sancı...
söz verilmişken mutluluğa,
'hayat'ın çıkıp söz hakkı alması ne acı...
karşına geçmiş, acımasızca konuşurken hayat,
onun sözünü kesip terennüm etmeyi istemek,
ne acınası bir sanrı...
hiç ummadığın bir anda, matruşka acılar getirir hayat...
hayatın sunduğu tek hediyedir bu belki de... heyhat!
öyle güveniyordum ki sana,
hiç savunmuyordum kendimi senden sakınıp...
mertlik değildi boş kaleye gol atmak;
erlik, incitmemekti savunmasız geleni...
01:26
Sustu
Kustu tüm nefretini
Puslu, çatlak camından
Bazen uslu, bazen ussuz herkese
Kendine
Yazılan bir nefes
Kayıt altında kağıttan beden
Sayılacak kelle başı; ölümcül
Sayılacak parmak usulu çayırda sürü
Bu pazar sokağa çıkma yasağı var
Kendini bulma yasağı
Silinip giden de bir nefes ki
Kaybolan ömrün rayihası
Tükenip biten zaman muammanın ummanı
Bir döngü safsatası
ki her şey bir varsayımdan buyruk
beden şeklinde yontulmuş, talaşsız, telaşsız anahtardır
kilitli kapılarda yitirilmiş kimliğin adı.
kendi olamadan yol tutulmuş,
ölür gezer
tutulmuş yol,
ceset eli misali tutulmuş sıkı sıkı,
ve açık bir kapı taklit edilmiş;
edilmiş karanlığın kilitli, sonsuz tenine.
bir ucu beden; karmaşık,
bir ucu evvel zaman bu berabersizliğin.
ve kilitlenmiş her kilide bir anahtar,
her anahtara bir kilit...
Sesimi sedaya katışımın dönümünde şimdi zaman,
var olmanın tensel bir hapsiydi hepsi.
Renksel temas yüce tanrıların birleşmesine
şahitlik ederken,
siyahın sadakati dünyanın kalan diğer
çocuklarını imgeliyordu.
Ve her biri toprağa düşerken,
dünya karmaşa zulalamaktan öteye gidemedi,
cebimde.
kaç hayat sığar bir hayata
şimdi bir fahişenin kollarında olmak da mümkün
sırılsıklam ağlayarak
ve düşünerek
hiç dokunamayacağım hayatları...
ve düşünerek
köprüaltında köpeköldüren içmek de mümkün.
kaç hayat teğet geçti benim hayatıma
kaçı iz bıraktı...
son kadehi kaldırmak da mümkün
ne nefret etmeyi,ne sevmeyi
beceremediğim insanlara...