bugün

sömürgeciler, emperyalistler, * ülkeleri ele geçirmek için, onların bütün kalelerini, tersanelerini zapt etmek, ordularını dağıtmak, o ülkeyi bilfiil işgal etmek zorunda değil, ne güzel! ekonomilerini ele geçirmek de yeterli; üstelik yıl 2010, teknoloji dehşet, hepimiz anasını ağlatıyoruz teknolojinin (!), ucuz da: google earth ile çemişgezek yaylalarından manhattan caddelerine ışınlanmak mümkün. hem de bedava! küçük bir ücret karşılığı, fotoğraf yerine hareketli uydu görüntülerine bile abone olabilirsiniz. yakında o da ücretsiz.

hal böyle iken, var olduğundan bu zamana kadar birbirine hükmedebilmek için birbirini doğrayan bu tür, bu insan mahlukatı, işte bu teknolojiyi, pardon, insanların kullandığı bu teknolojiden en az 20 yıl daha ileri bir teknolojiyi, egemenliği uğruna kullanmaz mı? elbette kullanıyor. (bir parantez; örnek: fax makinası icat edildikten 30 yıl sonra insanlığa duyuruluyor. bu gücü sadece egemenler kullanıyor. buradan yola çıkarsak, sen boklu götünle teknolojiye pandik atarken, bu teknolojiye milyar dolar yatıran adam, senin bağırsaklarındaki hareketi canlı olarak izler. ne kaa ekmek o kaa köfte.)

cengiz aytmatov'un gün olur asra bedel romanında bahsettiği mankurt hikayesi ile subliminal saldırı arasındaki fark, bir saç kılı kadardır. evet saç kılı. ha bir de zaman ve teknoloji tabi. hikaye şöyle;

bundan yaklaşık 1600 yıl evvel, juan juanlar ismiyle bilinen korkunç, vahşi bir klan, diğer klanlara, kabilelere saldırır, onları kılıçtan geçirir, herşeylerini yağmalar, sadece güçlü bazı erkeklerini esir alır, yanlarında götürürmüş. juan juanlar, bu esirlerinin kafalarını kazır, devenin boynundan aldıkları bir parça deriyi kafalarına geçirir, güneşin altında boyunlarına kadar toprağa gömerlermiş. deve derisi, * güneş vurdukça esirlerin kafalarını sıkar, sıktıkça acı içinde kıvranıdırır, çoğu da çıldırırmış. asıl dehşet ise, bir süre sonra o deve derisi esirin kafa derisi haline gelirmiş, dışarıya doğru uzayamayan saçlar, içeriye, beyin kıvrımlarına dolaşacak şekilde uzarmış. hayatta kalan az sayıdaki esir de, tüm bilincini kaydeberek nihayet bir mankurt'a dönüşürmüş. artık efendisi ne derse, sadece onu biliyor. gel derse geliyor, öl derse ölüyor, öldür derse öldürüyor. mankurt, bir köpekten bile daha sadık oluyor. hem de güçlü kuvvetli, döğüşçü... esir pazarında bir mankurt, on esir parası ediyor.

mankurt'un anadolu türkçesindeki karşılığı, mankafadır. bir insan mankafalılaştırılabilir mi? çekoslavakyalılaştırılabiliyorsa evet.

juan juanlar, tarihte sadece 150 yıl görülüyor. öncesinde yoklar, sonrasında yoklar. ama mankurtlar ve mankafalar hala var. bugünün juan juanları biraz farklı ama onlar kadar acımasız ve güce tutsak. farklılar evet, deve derisi yerine sinyalizasyon kullanıyorlar. 25'inci kare yöntemini kullanıyorlar. tv'yi, interneti, cep telefonunu kullanıyorlar... vs. vs.

sonra sorarım size, olup biten bu mankafalılığı başka nasıl izah edebiliriz.

tanımlayalım : bilinçaltına sızan görsel, işitsel, duyusal veri bombardını.

(bkz: 25 inci kare)
aslında çok güçlü etkisi olmayan telkin yöntemleridir ancak sık kullanılmaktadır. Örneğin; bir denizkızı çizgi filminde okyanus altındaki krallığın şatosu erkek cinsel organına benzer yapılmıştı. Amaç ise batı medeniyetinin gençleri üzerinde seks, alkol, eğlence içerisinde yaşaması şeklindeki programına destek olmaktır.
http://www.dailymotion.co...bylyncdiyi-sublimina_tech