Amerikan Sineması ve medyası Yahudilerin tekelinde olmasa bu kadar Oskar kazanamazdı ama yine ünlü olurdu. Buram buram Amerikan propagandası kokan Er Ryan'ı kurtarmak filminin o muhteşem ilk on beş dakikası bile adama hakkını teslim etmeyi gerektirir. filmleri tarzım değil belki ama Yahudi düşmanlığı yapmaya da gerek yok.
teknik anlamda başarılı bir yönetmen olabilir ama bu onu gerçek bir sanatçı ve iyi bir yönetmen yapmaz. tarihi filmleri objektif olarak yansıtamayan bir yönetmen sanatçı olamaz. yaşanmış olayları taraflı anlatarak milyonlarca insanı manipüle etmek için sinemayı kullanan bir yönetmen sanatçı değildir. çektiği tüm filmlerin alt metninde abartılı bir amerika propogandası mutlaka vardır. özellikle çektiği tüm tarihi filmlerde insanları manipüle etmek için abartılı senaryoları ve gerçekle alakası olmayan durumları bilinçli olarak perdeye yansıtır.
insanların bu adamı bu kadar taktir etmesinin sebebi, teknik anlamda kaliteli ürünler ortaya koymasıdır. ama bir ürünün kaliteli olması onu iyi ve güzel yapmaz; kola ne kadar güzel olursa olsun zararlıdır, bir tütün ne kadar kaliteli olursa olsun sigara sağlığa zararlıdır, walter white'ın ürettiği meth ne kadar harika olursa olsun meth ölümcül bir uyuşturucudur ve bir spielberg filmi ne kadar ihtişamlı olursa olsun; milyonlarca dolar para ve binlerce saatlik emekler harcanarak kitleleri manipüle etmek amacıyla oluşturulmuş bir tür zehirdir, şimdiye kadar multi milyonlarca insanın beynini ve zihnini zehirlemiştir ve bunu yaparken müşterilerine keyif aldığı yanılgısını yaşatmıştır. bu ve benzer hollywood filmleri, bilgi kirliliği ve vicdan sömürüsü yaparak insanları istismar etmektedir ve bunun gibi ürünler dünyadaki en tehlikeli maddelerdendir.
bu bağlamda spielberg sanatçı olamaz. o sadece fabrikada seri üretimle çok kaliteli arabalar üreten, yüksek maaliyetli ürünleri insanların göz zevkine göre üretme işini iyi yürüten milyarder bir fabrikatördür sadece.
usta ve zanaatkar bir yönetmen olarak insanların gözünü doldurmayı her zaman bilmiştir.
ama insanların gönlünü ve zihnini sadece zehirle doldurmuştur.
ve hiç kuşkusuz sağlığa verilen zarar, zihne verilen zarardan daha önemsizdir.
arı kovanına çomak sokmuş yönetmendir. bakalım başına neler gelecek. netflix'e savaş açtı gibi bir basın söylemi var. peki doğru mu ? tabi ki hayır... doğru olan sinema'nın da tıpkı müzik piyasası gibi seri üretimde olup, kar hırsı ile yok edilmemesi.
unutmayın aynı tartışma müzik sektörü için olmuş, sanat eserlerinin kopyalanıp bedavaya dağıtılıyor olması hem emeğin hiçe sayılması hemde kalitenin düşmesi demekti. öyle de olmadı mı ? oldu.
bakın bugün pop müziğin haline, rock müziğin haline bir bakın... amerikan rap'i bile iğrenç bir noktada.
zaten sinemada ki teknolojik dokunuşların sinemanın ruhuna iyi gelmediği şu dönemde, anti depresanla ayakta duran sinemanın kalbine hançer sokuluyor.
yönetmenliğe çocuk yaşta iken babasının hediye ettiği 8 mm kamera ile çektiği kısa filmlerle merak salan amerikalı, yahudi asıllı yönetmen. çocukken çektiği kısa filmleri evde akşam misafirlere gösterir, babasına mısır sattırırmış. bence bugün başarılı bir yönetmen ise, babasına çok şey borçlu olduğu kesin.
biz de küçükken bir arkadaşın öküz gibi video kasete kayıt yapan kocaman bir kamerası vardı onunla kısa film çekip evde babamlara izletmiştik. "işiniz gücünüz itlik amına koyim" demişti babam. ondan sonra bizden niye büyük yönetmen çıkmıyor... ya ne olacaktı?
Steven Spielberg filmlerinden bazıları 'geniş kitlelere yönelik (bkz: ana akım), izleyici dostu, gerçeklikten kaçış ve/veya patlamış mısır kalabalığını memnun etme, hayret ile heyecan uyandırma ve de eğlence amaçlı, gözler için bir büyük ekran ziyafeti olan, ilham verici, ikonik, "B movie" dna'sına sahip ama yüksek bütçeli/büyük ölçekli A kalite, efektleriyle imkansızı mümkün kılmaya çalışan/teknolojinin sonuna kadar kullanıldığı, ticari, tüketimi kolay, gösteri odaklı filmler (bkz: indiana jones)' iken bazıları da hem 'geçmişte Dünya'yı derinden sarsmış can alıcı hadiselere, sosyal meselelere ve gerçek yaşam trajedilerine dair tamamen yetişkinleri ilgilendiren, (ciddi) bir derdi olan, karakter odaklı tarihi dramalar; başka bir ifadeyle entelektüel kaygıları ticari kaygıdan üstün gelen, kişisel tutku projesi filmler (bkz: Schindler's List)' hem de 'ana akım duyarlılıklar ile sanatsal kaygıların ustalıkla bir arada işlendiği, bir yandan ticari sinemanın geniş kitlelere hitap eden gösteri ve eğlence vaadini yerine getirirken, diğer yandan da ufuk-açıcı, izleyiciyi düşünmeye davet eden, metaforik anlatımlar kurabilen filmlerdir (bkz: minority report).'
bu noktada modern pinocchio hikâyesi gibi başlayıp insanlık, sevgi, yalnızlık ve varoluş üzerine distopik bir meditasyona dönüşen, Stanley Kubrick mirası aiartificial intelligence (2001) filmini de atlayamayız.
Aynı yıl gösterime giren farklı kulvardaki Jurassic Park ve Schindler's List filmlerinden yola çıkarsak her ikisinin de kısaca "Geleneksel Sinema/Klasik Anlatı Sineması" örneği olması (yani yapısal olarak serim, düğüm, çatışma, doruk noktası ve çözüm aşamalarından oluşması, olay örgüsünün nedensellik ilişkisine dayanması, katharsis, empatik hikaye anlatımı, güçlü/dramatik müzik ve 'ödüllendirici/arındırıcı son' vesaire) hiçbir şeyi değiştirmemekte. Çünkü hedef kitleleri ve amaçladıkları farklı bir kere.
Meslektaşı ve dostu Francis Ford Coppola onun hakkında çok doğru olan şu yorumu yapar;
"Steven hem ticari hem de sanatsal olabilme şansına sahip. Bu yüzden onu hep George Gershwin'e benzetirim. Çünkü Gershwin, Broadway gösterisi de yaptı, 'Concerto in F'i de besteledi, ikisini de yapabilirdi. Çok az insan yapabilir. Steven da yapabiliyor. Bu ancak doğuştan gelen bir yetenek olmalı."
Bu Amerikalı film yönetmeni ve yapımcısı bir yandan çok yetenekli, ne istediğini çok iyi bilen, işbilir bir şovmen diğer yandan da oldukça yaratıcı, duygusal derinliğe sahip güçlü bir (görsel) hikaye anlatıcısıdır.
Takıntılı olduğu belli başlı tür ve temalar olsa da Steven Spielberg türden türe atlar, çok yönlüdür. El atmadığı bir Western kaldı sayılır. Birkaç istisna dışında da neredeyse her türün altından başarıyla kalkmasını bildi.
O, mükemmelliyetçilik saplantılı bir filmci hiç olmamıştır. Hatta kusurları bile sever.
Spielberg'ün izleyicilere yol gösterme, seyircinin zihinlerini ve duygularını kontrol etmede ise gerçekten esrarengiz bir yeteneği var.
Onun filmlerinde aksiyon, karakterin başına gelenlerle ilgili değil; karakterin olan bitenlerle ne yaptığı ile ilgilidir.
Steven (Allan) Spielberg, kökleri doğu avrupa (Ukrayna-Polonya) Yahudileri'ne uzanan orta-sınıf bir aileden ve Amerikan banliyö hayatından gelerek Amerikan Rüyası'nı gerçekleştirmiş biridir. Hal böyleyken o neden ve nasıl "anti-Amerikan" olsun ki?! Spielberg'ün filmlerinde vatansever duygulara rastlanılsa bile bu, "olmayacak işlerin peşinde koşan (romantik) bir vatanseverlik değildir," indiana Jones and the Raiders of the Lost Ark (1981) senaristi Lawrence Kasdan böyle söylemekte onun için. Bir eleştirmen ise onun yaklaşımını şu şekilde özetler; "O, Munich (2005) filminde olduğu gibi, teröre karşı savaşı destekliyor; ama bundan (yöntemlerinden) rahatsız da oluyor. Onun filmlerinde her iki bakış açısına da yer var. Spielberg, tipik bir aydının Hollywood'daki yansımasıdır..."
Buradan çıkan sonuç şudur; onun sinemasında Amerikan kurumlarına ve ideallerine duyulan bir güven vardır. Ancak bu körü körüne bir yüceltme değildir. Mücadele haklı olabilir; ama yöntemleri sorgulanmalıdır. Saving Private Ryan (1998) filmine bakıldığında, Amerikan ordusuna duyulan güven hissedilir.Fakat savaş yüceltilmez.aksine savaşın kanlı, travmatik ve insani yıkımı vurgulanır.Kahramanlık romantize edilmez; görevler sorgulanır: “Bu kadar hayat, bir kişi için feda edilmeli mi?” O bir filmci olarak ne saf bir propagandist, ne de sistem karşıtı bir aktivisttir.
steven spielberg, kamerayı çok doğru yerlere koyar ve ustalıkla hareket ettirir, dramatik hareketlerine rağmen kamerasını "görünmez" kılmayı da başarır.
spielberg’ün yönetmenlik tarzında öne çıkan tekniklerden biri "oner shot" (ya da kısaca oner) olarak bilinen kesintisiz, tek çekimlerdir. oner, sahnenin dramatik yapısını, karakterlerin mekandaki bloklamasını (blocking) ve olay akışını tek bir kesintisiz kamera hareketiyle anlatır. plan sekanslar gibi süre olarak abartılı, aşırı uzun ya da şov amaçlı değil, daha kısa ama oldukça işlevseldir. izleyici çoğu zaman kesme olmadığını fark etmez bile.çünkü öncelik gösteriş değil, anlatıdır. spielberg bunu aksiyon ya da şovdan ziyade merak uyandırmak, seyircinin karakterlerle duygusal bağ kurmasını ve hikayeye dalmasını sağlamak için kullanır. tek bir çekimde neyi gösterip neyi göstermeyeceğini bilmek ve doğru zamanda (aktaracağı daha fazla bir şey kalmadığını hissettiği anda) kesme yapmak. spielberg'ün oner shot sahneleri genellikle tek bir çekimde birden fazla kompozisyona sahiptir. bu, kamera hareketleri ve oyuncu blokajının birleşimiyle sağlanır. örneğin, bir sahne bir genel çekimle başlayıp, ardından orta plana ve yakın plana geçebilir, tüm bunlar kesintisiz bir hareketle gerçekleşebilir.
Steven spielberg, kamera hareketi ile oyuncu koreografisini senkronize etmekte (blocking) tam anlamıyla bir ustadır. blocking, sahnedeki oyuncuların nerede duracağı, ne zaman hareket edeceği, hangi jestleri yapacağı ve kameranın bu hareketleri nasıl izleyeceği gibi unsurların önceden titizlikle planlandığı bir süreçtir. spielberg, bu teknikle hem karakterler arası ilişkiyi hem de mekansal algıyı çok etkili biçimde kurar. Kameranın karakterlerle birlikte hareket etmesi, izleyicinin kendini olayın içinde hissetmesini sağlar. Seyirci adeta sahnenin bir parçası haline gelir. öte yandan maksadı hareketli kamera ve alan derinliğini kullanarak 'oyuncu merkezli dramatik anlatım'ı oluşturmaktır.
"l_" şeklindeki kamera ve oyuncu hareketleri: Temelinde, kameranın ve/veya oyuncuların sahnede "l_" şeklinde hareket etmesi yatar. sinematik anlatımda küçük detayların ne kadar büyük farklar yaratabildiğini gösteren harika bir örnektir. Genellikle kamera, bir sahneye yatay veya dikey bir hareketle başlar ve ardından 90 derecelik keskin bir dönüşle farklı bir eksene geçer. yeri gelir oyuncular da sahne içinde benzer "l_" şekilleri çizerek konumlanır veya hareket eder. Böylece sahneler asla durağan kalmaz. Sürekli hareket, izleyiciyi canlı tutar ve anlatıma dinamizm katar.Tek bir kesintisiz çekimde bile farklı açılar ve derinlik hissi yaratır. Bu, seyirciye sahnenin tüm coğrafyasını çok daha iyi hissettirir.
Sonuç: "Spielberg oner" ve "Spielberg face" gibi terimlerin sinema dilinde yer almasının kesinlikle haklı bir sebebi var. Onu ve sinemasını hafife alanlar hiçbir şey bilmiyor...
Yönetmenliğini yaptığı, herkes tarafından erişilebilir durumdaki (uzun-metraj) filmlerini en kötüden en iyiye doğru sıralamaya kalktığımda ortaya şu sonuç çıkıyor;