ayran gibi mükemmel öyküler yazmıştır. kendisini de eleştirmekten çekinmez. değirmen adlı hikaye kitabının ön sözünde burdaki bazı hikayelerimi çocuk denecek yaşta yazdığımdan tekrar okuyunca bana berbat geldiler. ama üslubumdaki gelişimi görmeniz açısından bunlara da kitabımda yer verdim demiştir. öykülerinde ve romanlarında toplumsal düzeni eleştiriyor gibi dursa da aslında sadece olanları hiçbir şeyini gizlemeden anlatmaktadır.
içimizdeki şeytan adlı eserin de yazarıdır. kendi devrindeki insanların ciddi şekilde analizlerini yaptığı bu eserde azıcık bir zorlama yok değildir. zamanın türkçesiyle yazıldığı için arapça ve farsça çok fazla kelime içeren eserde zamanın edebiyatçılarına ciddi şekilde giydirdiğinden bahsedilir ancak iyi bir edebiyatçı değilseniz hangi karakterin kim olduğunu anlamak çok zordur. bu bakımdan herhangi bir roman gibi okursanız daha bir iyi olmaktadır. dönem eseridir. klasik olamaz.
o çok sevgi dolu bir insandı. tek istediği eşit, mutlu, özgür bir toplum görebilmekti. suçu herkesin yaşama hakkı olduğunu savunmaktı. şimdi onu kaybettik fakat kalbimizde yaşıyor ve şiirleriyle hislerimize tercüman oluyor. bütün kötülüklere ve umutsuzluklara rağmen insanın kendi gibi insanların olduğunu bilmesi kadar güzel bir şey yoktur.
Arzularım muayyen bir haddi aşınca
Ve sözler kulaklarıma sağırlaşınca
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.
Tanrıların başı gibi başları diktir,
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir,
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe,
Bakıyorum aşağlarda kalan hiçliğe.
Bu dağların bir rakibi varsa rüzgardır.
Rüzgar burda tek başına bir hükümdardır.
Burda insan duman gibi genişler, büyür,
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür.
Buralarda her düşünce sona yakındır,
Burda her şey bizden uzak, «o»na yakındır.
Burda yoktur insanların düşündükleri,
Rüzgar siler kafalardan küçüklükleri.
Yanağıma çarpar kanatlarını,
Ve anlatır mabutların hayatlarını.
Arasıra kulağını bana verdi mi,
Ben de ona anlatırım kendi derdimi.
«Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar!
Benim arık yalnız sana itimadım var.
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Etrafımın sözlerine asla aklım ermedi,
Etrafımda bana asla kulak vermedi.
Senelerden beri hala anlaşamadık,
Bende kestim anlaşmaktan ümidi artık.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.
Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya
En büyük şey, en asîl şey küçülür burda.
Burda yalan para eden biricik iştir,
Burda her şey bir yapmacık bir gösteriştir.
Kimi coşar din uğruna geberir, yalan!
Kimi gider vatan için can verir, yalan!
Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır;
Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır.
Şairlerin büyük aşkı fanî bir kızdır,
Bu dünyada herkes sinsi herkes cılızdır.
Ne hakikî aşktan burda bir çakan vardır,
Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır,
Her büyüklük bir cüzzam gibi dökülür burda,
En muazzam ölüm bile küçülür burda.
Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,
insan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
işte rüzgar, şimdi sana sığınıyorum!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asîl şey seni buldum bu kainatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
Bir dev gibi küçük mızmız sesleri yersin,
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.
Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,
Rüzgar! Bu dağ başlarında çırpınan serin
Kanatların gökyüzünde akan bir seldir,
Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.
Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,
Senin gibi azamete aşıkım ben de.
işte rüzgar! Senin gibi ben de deliyim.
Islıklarım senin gibi inlemelidir,
Herkes beni ürpererek dinlemelidir.
Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim.
yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman
bana yaşa der gibi gülen senin yüzündü
dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı
yaşaran gözlerimde güneş battığı zaman
sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi
platonik aşkını anlattığı 'mona rosa' adlı şiiri vardır . zira şiirin 5'lik sayısı 14'tür ve kıtaların ilk harfleri 'muazzez akkayam'(sevdiği kadın) ismini oluşturur.
--spoiler--
kocaman bir devletin kimsesiz, yapayalnız, kaleminden başka bir şeyi olmayan aydınlık bir adamla bu denli çok uğraşması hayret vericidir.
--spoiler--
kendisi gercekten cok onemli bir isim turk edebiyati icin ama birisi hakkinda ne kadar cok yazilirsa o kadar cok boku cikiyor ya simdi bunu tumblr ergenleri yapiyor bu onemli sahsiyete. olumunun 64. yilinda seni unutmadik ustad!
ölüm yıldönümünde saygıyla andığım edebiyat adamıdır. hikaye ve romanlarıyla bilinir. kürk mantolu madonna, değirmen hasan boğuldu okusası eserleridir. ama benim için şiirlerinin ayrı bir yeri vardır.
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
şu mısraları okuduğumda ya da sezen aksu'nun o muhteşem yorumuyla dinlediğimde kendisini rahmetle anarken katillerine lanet ediyorum.
Ülkenin en büyük öykü yazarına reva görülen cefa'yı Sabiha Sertel anlatıyor."Sabahattin Aliyi kahpeler gibi tuzağa düşürdüler, uyurken arkasından vurdular diyor. Okunması gereken bir yazı http://www.cafrande.org/?p=38583 .
öykülerinde ve romanlarında üstün bir anlatım gücüne sahip türk edebiyatının değerli yazarlarından biridir. eserleri insana ayrı bir tat verir ve okundukça okunası gelir. kürk mantolu madonna,içimizdeki şeytan ve kuyucaklı yusuf adlı romanları vardır ve üçünün de okunmasını tavsiye ederim
sosyalist şair ve yazardır. devrin büyük turancısı nihal atsız ile aralarında büyük bir çekişme olmuş, birbirlerine köşe yazılarından birçok laf sokmuş ve birbirleri hakkında sayısız dava açmışlardır.
sabahattin ali'nin ölümünün şaibeli olduğu ve devlet kurumlarınca öldürüldüğü söylenir.
'kuyucaklı yusuf' romanını okudum, romanın kahramanı yusuf sürekli olarak bir arayışta olan ama arayışının dinle tanrıyla alakası olmayan ve çaresiz insanlara kafasından çözümler düşünen, esasen sıkıcı bir karakterdir. yusufun düşünceleri ve arayışları sonucunda, yazar sürekli olarak sosyalizme işaret eder, arayışın sonunda çözümün sosyalizmde olduğunu empoze etmeye çalışır. bu tip romanların meraklısı olmayan bir kişi 'kuyucaklı yusuf' u okumaya kalkarsa kitap boyunca sıkıntıdan patlayabilir, meraklısı okursa kendine pay biçe biçe zevkten deli olabilir.
sonuç olarak ömrü boyunca türkiyede sosyalizmden başka bir uğraş gütmemiş ve sosyalist kesimden en az nazım hikmet kadar değer görmüştür.
birçok şiiri geniş kitlelere ulaşmıştır.
geçmiyor günler (ahmet kaya)
benim meskenim dağlardır (sezen aksu)
leylim ley (zülfü livaneli-ibrahim tatlıses)
aldırma gönül (edip akbayram)
kara yazı (ahmet kaya)
kız kaçıran (ahmet kaya)
ben yine sana vurgunum (nükhet duru)
bu şiirlerin içerisinde en sevdiğim 'kız kaçıran' isimli şiiridir. kaçırdığı kızla at sırtında kaçarken peşinden gelenlerden ve sevgilisinin yorgunluğundan bahseder, atına sitem eder durur ama öyle bir anlatır ki insanın bu çifte kaçması için yardım edesi gelir.
Dağlar dik, çeşmeler kuru
Yarimin benzi çok sarı
Ölüm var, dönülmez geri
Yürü yağız atım yürü...
Dağlar geçilmiyor kardan
Aman yok candarmalardan
Ayrılamadım bu yardan
Yürü yağız atım yürü...
Yarim bu gece yoruldu
Kaçırdığıma darıldı
Bak daha sıkı sarıldı
Yürü yağız atım yürü...
Nasıl titriyor korkudan
Kaldırdım onu uykudan
Sesler geliyor doğudan
Yürü yağız atım yürü...
hece vezniyle yazılan şiirler benim için önemli bir zeka ürünü olduğundan hececi şairlerin her şiirini özenle okurum. sabahattin ali'nin bu açıdan oldukça başarılı olduğunu itiraf etmek gerekir. örneğini geçtiğim 'kız kaçıran' şiirinde ki hece vezninin ne kadar başarılı olduğu ve uyakların ne kadar zeka ürünüyle yakalandığını çok rahat görebiliriz.
edebi kişiliğinin haricinde dünya görüşleriyle türkiyede çok tartışmalı bir yazar olmuştur. bu konuya değinmeyeceğim.
değirmen adlı kitabında "...evet, hep tesadüf... Onun sırtına giyeceği yoktu ve mal sahibi seksen kat üst üste giyebilirdi. Bu tesadüftü... Fakat, eğer mal sahibi bunlara ayda yirmişer lira fazla verse, -bunu yapmak onu hiç de sarsmazdı- o zaman bunların da birer kat, ikişer kat elbiseleri, çamaşırları olur ve 'tesadüf' böyle olmazdı..." demiştir kendileri, anlayana.
sabahattin ali'nin kaldığı sinop eski ceza evinin bir koğuşunda o yürek dağlayan malum şiirin yazılı olduğu duvarı görmek mümkün. tabi bu bir rivayette olabilir.
şiirle edebi hayatına başlamış ama hiç şüphesiz öyküleriyle türk edebiyatında yer yapmıştır. kuyucaklı yusuf, içimizdeki şeytan ve kürk mantolu madonna yazdığı romanlardır. ilk romanı olan kuyucaklı yusuf anadoluda köy hayatını anlatırken kürk mantolu madonna ve içimizdeki şeytan'da şehir hayatından bahsetmiştir. yaşadığı zamanlar da yaşar nabi ve nazım hikmet'ten övgüler almıştır. bir zamanlar onunda da adı nazım hikmet gibi yasaklılar listesine girse de eserleri yıllar sonra tekrardan derlenmiştir. yazdığı romanlarda olduğu gibi hayatı trajedilerle dolu olan sabahattin ali, faili meçhul bir cinayetle 1948 yılında ölmüştür. romancı kişiliğinin yanı sıra söz yazarlığı vardır. leylim ley ve aldırma gönül eserleri sabahattin ali'ye aittir.