yazken kışı, kışken yazı istediğimiz gibi,
seninle değilken seni, senleyken hayallerimi istiyorum.
Hayallerim ve sen deniz ve kıyı gibisiniz,
hem birbirinden ayrı hem de bir bütün.
rüzgar denizden geldiği için
denizden gelen hayallerimin esintisi de
duygularıma esiyor.
günlerce kırsalda çocuk başına gezsen de,
bi halt gelmez başına, dressden'de.
ne ensar var, ne cumbaba ensende,
bir halaydır almanya'da çocuk olmak.
eğitim desen hem seküler hem çağdaş,
berlin'den çıktın mıydı
sağın orman, solun lavaş,
yetmedi bedava sağlık hizmeti de alacak arkadaş,
bir sevdadır almanya'da çocuk olmak.
yeter ki merkel parayı bastırıp mülteci itelesin,
soran olursa 3. havalimanımızı kıskandı dersin.
zaten güvenlik açığı yokken patlayan bombalar gibi şaibelisin,
bir bize denk gelmedi, almanya'da çocuk olmak.
dağıt kabuslarıma
sahte gülüşlerini
ben silerim
tabiat harikalarına bulaşan
pençe izlerini
sen izlemeye devam et
bu recm sahnesini
hergün sırayla
bir yamaç paraşütü iniyor
(şaheserin) enkazın ortasına
bir iki üç dört…
ondört…
ha düştü ha düşecek..
…
yalanlarının tozlarını bırakırken
kumda ayak izlerin
ben sana mahcubiyetin,
sırrını getirmiştim..
Seni seviyorum ama yarın iş var
Bakma öyle güzel gözlerini gözlerime dikip
Şimdi sana saatlerce bakamam
Yarın sabah Çinli iş adamlarıyla toplantım var
Onlara sempatik görünüp anlaşmayı sağlamalıyım
Biliyorsun saatlerce seni seyredebilirim
Ama sevgilim yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Ben de istiyorum sana sarılarak film izlemeyi
Ama romantik bir sahnede öpüşmemiz gerekebilir
Öpüşemem seninle yarın bir sürü hastam var
Onları muayene ederken dikkatli olmam lazım
Biliyorsun nefes almadan seninle öpüşebilirim
Ama hayatım yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Gamzelerini göstererek gülümseme bana
Sonra sabaha kadar seni güldürmeye devam etmem gerekir
Öyle tatlı gülme o yüzden yoksa mahalleli aç kalır
Sabah erkenden kalkıp fırını açamazsam
Biliyorsun pervasızca kahkahalar atabilirim seninle
Ama bitanem yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Sürme o kırmızı ruju dudaklarına
Dudaklarım dudaklarına şehvetle yapışabilir
Sevişemem seninle yarın maçım var
Rakibin yumruklarına karşı güçlü ve dikkatli olmalıyım
Biliyorsun soluksuzca sevişirim seninle
Ama sevgilim her ne kadar seni sevsem de
Yarın iş var.
Nefes alıp da soluyamamak,
Koklayıp da canlandıramamak gözlerinin önünde,
Duyup da çıkaramamak kimin konuştuğunu..
Anıları hatırlamaya çalışmak ama onu hiç bir yerde bulamamak.
Nefesinin sıcaklığını, kokusunun yaşattıklarını unutmak,
Kavga ederken yükselen ve bir kaç dakika sonra -seni seviyorum- diye alçalan sesini unutmak.
Bir kağıt bir kalem verseler,
Onu çizemeyecek duruma gelmek.
Pusulasız keşfettiğin bir limandan, pusulayla ayrılmak;
Ucu umutsuz, bucağı onsuz denizlerde kaybolmak.
Onlarca kelime kullanıp da, ifade edememek,
Yahut kabullenememek.
insan özlemiyor ki kişileri diye itiraf edememek.
Özlenen şey hissedilenler, paylaşılanlar, hatıralar..
Ana ait olmayan, geçmişte kalan zamanlar ya da geleceğe ait olan hayaller.
Beklentiler..
ilk gördüğümüz andan, ufukta gözden kaybolduğu ana kadar oluşturduğumuz beklentiler.
Başkasına ait hayal kırıklıklarını sahiplenmek,
Sonra elimize battıkları vakit feryat figan eylemek.
işte tüm bunlar anlatıyorken bizi,
Biz kaleme de alamadık dile getiremediğimiz kelimeleri.
Kabullenemedik ne sevdiğimizi, ne de artık gitme vaktimizin geldiğini.
Keşfettiğimiz her bir limanı yakıp yıkmadan,
-Amerika'ya giden bir ispanyol, ingiliz olmadan-
Ayrılamadık.
Kırıldığımız zamanlar, kırmadan devam edemedik.
Çok güzel sevdik, ama hakkını veremedik.
Blogumdan ya da instagram hesabimdan da okunabilecek şiirlerdir.
Hiç kazara yaşamak olur mu?
Taso mu bu, şansa cipsten çıksın!
Yahut barbut mu oynuyoruz bre?
Hep bunlar Nazım Hikmet'in dediğini yapıyoruz diye,
Yaşamayı ciddiye alıyoruz da;
Yaşamak bizi neye alıyor kim bile.
Dur dur alıp veremediğimiz yok yaşamakla..
Yani yaşamak değil de şans eseri hayatta kalmak ağır bastığından.
işimiz gücümüz, tam yaşamak olacak,
Bir gülme tutuyor o sinir harbinde.
Diyor ki yine Nazım,
Yetmişinde bile zeytin dikeceksin..
Altmış beşinde emekli olacaksın,
O beş sene de zeytin dikmek için bekleyeceksin.
Kapatacaksın kendini bir sandığa, Pandora misali,
Ufak hesaplar yapacaksın yaşayabilmek için.
Acaba bu yoldan değil de şu yoldan mı gitsem diye düşüneceksin,
Otobüse binmek yerine yürüsem mi?
Ya yürürken tecavüze uğrarsam diye tedirgin olacaksın,
Bir minibüse bineceksin.
Ulan ne biçim iş, her bir kararında farklı bir gazete küpürü gözünün önünde.
in minibüsten in..
Müjdat Gezen'in Şizoşems'te dediği gibi;
"Sen de fark ettin zaman kötü en iyisi biz işi deliliğe vuralım"
Öyle zamanlar değil böyle zamanlar tehlikeli be Şemsettin..
Ne benim cebim güvenli saklanman için,
Ne senin şapkan alır bunca insanı..
Yok ki vestiyer her sokak başı,
Asalım insanlık dediğimiz pardesüleri..
Bakalım ne var ne yok yüzlerin ardında;
Kaçımızın kalmış ahlaki değerleri,
Kızarmış mı yüzlerimiz olan biten karşısında;
Gülüşlerimiz maskelerimize mi çizilmiş yoksa;
içten bir tebessüm edebilenimiz var mı hala?
Velhasıl kelam, bir kağıt bir kalem,
Yaz anam, yaz babam..
Sus vicdan, sus ulan.
bütün bildiğim şu: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar,
damarlar arapsaçına dönmüş burada,
denizse kan denizi.
bütün bildiğim şu: eller uzanıyor,
gözlerim kapalı, kulaklarım kapalı,
çığlığımı geri çeviriyor gökyüzü.
bütün bildiğim şu: burun deliklerimden hayaller damlıyor
bize tur bindiriyor tazılar, deliler gülmekten katılıyor,
tıkırdayarak ayırıyor saat ölenleri.
bütün bildiğim şu: ayaklarım kederdir burada,
zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim, pıhtılaşıyor şimdi:
kuzgunlar ağzımı öpüyorlar. Sevgili Bukowski'nindir bu şiir.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Bakma öyle güzel gözlerini gözlerime dikip
Şimdi sana saatlerce bakamam
Yarın sabah Çinli iş adamlarıyla toplantım var
Onlara sempatik görünüp anlaşmayı sağlamalıyım
Biliyorsun saatlerce seni seyredebilirim
Ama sevgilim yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Ben de istiyorum sana sarılarak film izlemeyi
Ama romantik bir sahnede öpüşmemiz gerekebilir
Öpüşemem seninle yarın bir sürü hastam var
Onları muayene ederken dikkatli olmam lazım
Biliyorsun nefes almadan seninle öpüşebilirim
Ama hayatım yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Gamzelerini göstererek gülümseme bana
Sonra sabaha kadar seni güldürmeye devam etmem gerekir
Öyle tatlı gülme o yüzden yoksa mahalleli aç kalır
Sabah erkenden kalkıp fırını açamazsam
Biliyorsun pervasızca kahkahalar atabilirim seninle
Ama bitanem yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Sürme o kırmızı ruju dudaklarına
Dudaklarım dudaklarına şehvetle yapışabilir
Sevişemem seninle yarın maçım var
Rakibin yumruklarına karşı güçlü ve dikkatli olmalıyım
Biliyorsun soluksuzca sevişirim seninle
Ama sevgilim her ne kadar seni sevsem de
Yarın iş var.
Zaman beni yitirmeye sürüklerken
Tırnaklarımla içinde kalmaya direndiğim mekan,
Ellerime yabancılaştırdı kendimi
Ve içinde olmakla dışında olmanın hikmetini
Olmadığımda anladım.
Yöneldiğim her zevahir
Kendisini aşarak dönüştü
bana sahip bir özneye
Ve üşüştü kaygıdan tecessüm eden kargalar
Sahip olduğum tek şeyi: hiçliğimi aldılar.
Lütuf dolu olduğu söylenen kapalı avuçlar
Açıldığında bana benden bir lanet zerk ettiler.
Hala bu zehrin etkisinden mahmur iken,
Panzehrin ben olduğunu
Kendimi yitirdiğimde anladım.
Edit: her sanatçı devrinde aynı şeylere maruz kalmıştır. Eksileyin bakalım. Kahraman tazeoğlu'ndan etkilenerek yazdım. Peh, eziqler.
hiç ölmeyecekmiş gibi öldü kent yazları
insanlar sustu, ölüm konuşuyordu
insanlar korktu
mezarlıklarda da baharı kutlar oysa böcekler,çiçekler
sonbahar kustu soluk benizli ayazları
insanlar üşüdü, tanrı sustu.
hiç ölmeyecekmiş gibi soldu kar beyazları.
Nefes alıp da soluyamamak,
Koklayıp da canlandıramamak gözlerinin önünde,
Duyup da çıkaramamak kimin konuştuğunu..
Anıları hatırlamaya çalışmak ama onu hiç bir yerde bulamamak.
Nefesinin sıcaklığını, kokusunun yaşattıklarını unutmak,
Kavga ederken yükselen ve bir kaç dakika sonra -seni seviyorum- diye alçalan sesini unutmak.
Bir kağıt bir kalem verseler,
Onu çizemeyecek duruma gelmek.
Pusulasız keşfettiğin bir limandan, pusulayla ayrılmak;
Ucu umutsuz, bucağı onsuz denizlerde kaybolmak.
Onlarca kelime kullanıp da, ifade edememek,
Yahut kabullenememek.
insan özlemiyor ki kişileri diye itiraf edememek.
Özlenen şey hissedilenler, paylaşılanlar, hatıralar..
Ana ait olmayan, geçmişte kalan zamanlar ya da geleceğe ait olan hayaller.
Beklentiler..
ilk gördüğümüz andan, ufukta gözden kaybolduğu ana kadar oluşturduğumuz beklentiler.
Başkasına ait hayal kırıklıklarını sahiplenmek,
Sonra elimize battıkları vakit feryat figan eylemek.
işte tüm bunlar anlatıyorken bizi,
Biz kaleme de alamadık dile getiremediğimiz kelimeleri.
Kabullenemedik ne sevdiğimizi, ne de artık gitme vaktimizin geldiğini.
Keşfettiğimiz her bir limanı yakıp yıkmadan,
-Amerika'ya giden bir ispanyol, ingiliz olmadan-
Ayrılamadık.
Kırıldığımız zamanlar, kırmadan devam edemedik.
Çok güzel sevdik, ama hakkını veremedik.
not: beğenen arkadaşlara blog linki de verebilirim.
Ortaya çıkan durum gayet sıradandı.
Kendi elceğizinle sırf martılara atmak için pişirdiğin kurabiyenin kokusu burnuma geldiğinde seni sevmem hayatın olağan bir akışından ibarettir. Başka türlüsü düşünülemezdi, fakat zamanlaması manidardı. Hiç öyle abartmaya gerek yok sevgilim, ne kır çiçekleri, ne sonsuz gibi duran gök ne de geceleri parlayan ay ile ilgili değil bu. Kurabiyelerle, martılarla ilgili. Yine de bir şiir yazacak olsam çiçekleri, göğü, ay ışığını anardım seninle birlikte. Hep böyle martılar için kurabiye pişiren yüreğinle beslesen beni. Kuş olsam uçsam böylece ben de. Not: seni seviyorum.
aşananların değil de yaşanacakların peşindeydik hep.
Anda değil gelecek bir zamanda,
Onla değil, onun olacağına inandığımız bir hayalde..
Ve o şimdi nerede?
Başka birinin geleceğinde belki de.
Kim bilir kaç kere bıraktık yaşanacakları kadere,
Kaç kere suçu attık kendisine..
Daha birbirimize sarılamamış iken, nasıl da sarıldık zamana.
Gideni çoktu bu ilişkinin de bekleyeni yoktu sanki,
Sahi ilişki diyebilir miyiz onun fikrini almadan?
Yoksa inkar mı eder, bizim şu anı inkar ettiğimiz gibi?
Umurumda olmamalı;
Ötekileştirerek kurduğum cümleler,
Yahut tek başıma değilmişim gibi kullanmak kelimeleri.
Fikirlerin canı olsa nereye gideceklerini söylerdim de,
Bir tek hisler muhatabım olsun,
Konuşmaktan da yazmaktan da yorulduğum bu anda.
Dile de gelmesin kelimeler,
Kaleme de teşrif etmesin hanımefendiler, beyefendiler.
Bıraksınlar düşünceler peşimi,
Geri zamanda hislerin beni terk ettiği gibi.
Bıraksalar düşler umutlarımı beslemeyi,
Belki yeniden doğarım kim bilebilir ki?
not: beğenen arkadaşlara blog linki de verebilirim.
ağlıyorduk en insanca halimizle
sokaklarda
sevişemediğimiz tüm sokaklarda
ağlıyorduk dizlerimize.
Ay ışığından yoğrulmuş ekmeğimizi
Karıncalarla bölüşürdük yağmurun örtüsü altında
karınca dualarına ortak çıkardık hani
kuşatmıştı her yeri bir sevdanın yarım kalışı
hergün bir yolunu bulup hatrıma doğuyorsun
aklıma kıpkızıl güneşin dağa vuran yüzünü getiriyor
kızıl saçların ve sonbahar selamı ile savrulurken
güneşe dokunmak ellerimi yakmıyor bunca yıl
nasıl oluyorda ip ince bir yol , senin parmak uçlarına çıkıyor
ahşap kokulu mahalleler çoğalıyor önümde
bir an seni bana verir gibi oluyor yüce tanrı
sonra şapkasından bir şişe şarap ve bir şişeye sığmayan
deniz gibi iki yüzlü anılar hediye ediyor
dalgalı ve durgun anıların kıyameti bu
ellerine sağlık tanrım , beni nimetsiz ve kedersiz bırakma