baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir..
karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
bu gece dağ başları kadar yalnızım
çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
dudaklarımda eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
gözlerim gözlerini arıyor durmadan
nerdesin?
Bir mektup yaz bana
Merhaba ile başlamasan da gücenmem
Özledim demesen de
Bir şarkı mırıldan usulca
Adını koyma istersen
Arar bulurum
Sever koyarım adını
Sabah çiği düşmüş çiçeklerden
Bir mektup yaz bana
Bir de resim çiz, kendi resmin olsun
Saçlarında martıları unutma
Ellerini şakağına koymayı
Dudağında kelimeler eksik olmasın
Konuştuğunu duyayım
Gözlerin uzak uzaklarda olsun
Dip not düş, nerde olduğunu bileyim
Akşam olmasın
Akşam olmasın bu gece
Bu gece rüzgar esmesin
Yağmur yağmasın çocuklar ağlamasın
Babalar işe gitmesin bu gece
Hiç kimse suç işlemesin
Kadınlar
Aşkı bir kambur gibi sırtında taşımasın
Ki aşk zindana düşse bile
Düşlerine uygun bir Leyla çıkarır zincirlerinden
Bu gece aşk üşümesin
Bir mektup yaz bana
Şehirden uzak olsun
Gürültülerden
Bakma ruhumun kımıltısız durduğuna
Bu şehri çığlığımla yerle bir edersem
Kimse darılmasın
Ben geçtiğim köprülere giydiririm güzelliğini
Baktığın göğe
Bir mektup yaz bana
Akşam olmasın bu gece
Bu gece aralık ve ben ağlayabilirim
Koynundaki ırmağa adımı fısılda yeter
Bir çılgınlık yap / bir mektup yaz bana
Ben taşa toprağa anlatmışım seni
Kurda kuşa
Örtülere bürünsen ne çıkar
Zifiri karanlıkta yola çıksan
Söyle kim
Kimler tanımaz seni
Hangi uzak diyarda açan çiçek tanımaz
Hangi ırmaktır seni görmeden akıp giden
Saçlarını öpmeden düşen yağmur hangisi
Sen ne vazgeçilmez coğrafyasın
Alnımın her kırışığına işlemişsin kendini
Yeryüzü
Seninle yürünebilir benim için
Yüreğimde büyüttüğüm en nazlı menekşeyi
Sana vermedim daha
Ve seninle meydanlara yürümedim
Bütün kitaplarımı yakmadım senin için
Bir mektup yaz bana
Gülüşünü çağlara taşımak boynumun borcu olsun
Gör
Martılar nasıl konacak saçlarına
Denizler ayaklarına nasıl yürüyecek
Sen varsın diye başım dik
Gözlerim bu kadar güzel
Yokuşlara bu yüzden sevdalıyım
Dağlara bakıp şarkılar mırıldanmam senin için
Sen olmasan kim sever beni
Gözlerime bakınca ağlamak
Kimin aklına gelir
Yar!..
Çekip koparma yüzünü yüzümden
Bak yağmur ne kadar yumuşak
Çiçekler ilk kez bu kadar güzel
istersen birlikte sulara yürüyelim
Elele tutuşarak meydanlara istersen
Bir mektup yaz bana
Çok uzaklara savruldum
Çok ırmaklar geçtim
Adına şiir yazılmamış tek menekşe
Bir kardelen çiçeği olsun bulamadım
Sen ne müthiş kadınsın
Sulara bıraktığın gül bahçe olmuş
Bir endişe olmuş sokulmuş koynuma
Şehrin dört yanı bu yüzden taze
Her yanı bu yüzden hercai menekşe
Bir mektup yaz bana
Anlatma bütün bunları istersen
Elbet seninde dudaklarına iğneler batıran güneşler vardır
Herkes uzaktan saçlarını okşamaz benim gibi
Ağıt yakmaz uykudan uyandıracak kadar
Sana kızanlar vardır mutlaka
Sinayı aşan umutların okyanuslara takılmasa
Takılıp beni bulmasa
Ansızın demirlemese yüreğime
Sende kalsa
Anlatacakların olurdu mutlaka
Yaz bana
Sen yazarsan sana hak verebilirim belki
Bir mektup yaz bana
Yokluğun anlatılacak gibi değil
Ben çiçekleri koparmadan da sana verebilirim
Irmakları anlatıyorum ne güzel
Avuçlarını açınca yıldız dolduruyorum
Her şey seni düşünmekle başlıyor
Seninle bir şiire başlamak
Düşleri çalınmış bir çocuğa
Umut olmak kadar güzel
Bir mektup yaz bana
Denize doğru yürüyorum de ay karanlık
Yanımda olsan ne iyi olurdu
Hiçbir dost mektubunda şiir yazmıyor bana
Hiçbiri anlatmıyor beni senin kadar
Sevmiyor
Bıraktığın gözlerle görüyorum burada
Bilsen ne tuhaf bakıyormuşsun meğer
Her şey bana benziyormuş
Ne güzel gözlerin varmış
Bakınca bir şehri ağlatan
Tuhaf
şu şiirler gösteriyor ki, sözlüğün alayı aşk adamı veya kadınıymış arkadaş. sevgiliye gelince yok, ama sözlüğe gelince döktürmüşsünüz. ama haklılar sanırım, herkesin ağlayarak uyandığı, ve acıyı dindirmek için tuz yerine şiir bastığı zamanlar olmuştur. al benden de birkaç mısra!
ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek:
nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken
geçmiş köprüleri yakıyor, geleceğe uzanan köprülerin başında,
o gelecek de kaybolsun diye bekliyoruz,
geçmişi unuttuğumuz gibi geleceği de unutmaya çalışıyoruz.
zevk veren ve zevk vaat eden her şeyi unutmak için çabalayıp duruyoruz.
gözlerimiz unutmaktan ve ayrılıktan acıyor.
biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum.
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.
bu sessizliği kim bıraktı size?
nazım hikmet'in çoğu şiiri benim için böyledir. şiirlerinin arkasındaki anlam,o hiç bitmeyen umut,ne olursa olsun mutluluğu anlatan adam ve hayata direniş derinden sarsmıştır beni. ama bir şiiri vardır ki, ilk okuduğumda uzun süre etkisinde bırakmış ve her okuduğumda aynı titremeyi yaşamamı sağlamıştır. nazım'ın her şiiri güzeldir,ama o şiirde sana hitap eden birşeyler,yarana dokunan bir nokta,senden bir parça varsa,varsın gerisini siz düşünün...
Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.
iyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından baltalayarak ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,ne böylesine hür.
iyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,karşıma çıkıveriyor geçmişten
bir söz
bir koku
bir el işareti.
Söz dostça koku güzel,el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.
iyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibinin şakşağı.
Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı,güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,hattâ en güzel yalan beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasınınki, ne kendiminki.
işte böyle gülüm,iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
başladım soyunmağa.
Bir tren penceresiydim,
bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankinden sarı,
kar her zamankinden temiz.
özellikle 'bir tren penceresiydim,bir istasyonum şimdi' dizesiyle son darbeyi vurmuştur.
Bu kıvırcık ateşten yalanlar
300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları
300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel anasız pencereme perde ol kurtulayım
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı
300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölmemek
Canımız çekerse sevişiriz dövüşürüz
300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme Ben adını demesem de anlıyorsun
300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava
o.veli
gecede yürüyen
ben miyim yoksa dilenci mi
gizli gizli gezinen bahçemde
akşamın karanlığında?
etrafıma bakındım ve anladım ki her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi...
pencerem açık mıydı?
çoktan uykuya dalmamış mıydım?
bahçe solgun yeşil değil miydi?
gökyüzü açık ve mavi
ve bulutlar var
ve hava rüzgarlı
ve bahçe karanlık ve sıkıntılı.
saçlarım siyahtı sanırım,
gri giyinmiştim...
ve şimdi saçım gri
ve siyah giyinmişim...
bu benim yürüyüşüm mü?
bu ses, içimde şimdi çınlayan,
eski sesimin ritminde mi?
kendim miyim yoksa dilenci mi
gizli gizli gezinen bahçemde
akşamın karanlığında?
etrafa bakındım...
bulutlar var ve hava rüzgarlı
bahçe, karanlık ve sıkıntılı.
gelirim ve giderim... gerçek değil mi
çoktan uykuya dalmış olduğum?
saçım gri ve her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi.
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattım yemişlerin cümlesini.
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
inan bana sevgilim inan,
evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap.
ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
şayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
bil ki ölmüşüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?
Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi el ateşi kavrayabilir?
Ve hangi omuz ve hangi beceri
Kalbinin kaslarını bükebildi?
Ve kalbin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el? ayaklar ya da
Neydi ki çekiç? ya zincir neydi?
Beynin nasıl bir fırın içindeydi?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkular'nı alabilir avcuna?
Yıldızlar mızrakların' aşağıya atınca,
Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
Güldü mü o, görünce eserini?
Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni?
Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabilir o korkunç simetrini?
üstü beyaz örtü örtülü e$yalar gördüm
son piyesimde oynayan kadının göğsünde,
öyle alımlıydı ki bakı$larındaki $ahin
bir an yüzümü alsam çevirsem yüzünden
içimdeki filinta rüzgar, o masum hain,
dudaklarındaki mumları bir bir söndürürdü
hiç ku$kusuz buna inandım;
yava$ça kalkıp oturduğum dağdan
hoyrat yaradılı$lı adamların dövdüğü
güzel asuların yanından geçerek
ruhumda cemaatsiz kalkan bir cenazenin
ikindi ezanı
ruhumda daha ruh bile olamamı$ bir tela$
ve nisan gülümsemeli bir ürpertiyle
elleriyle, bir tek elleriyle bana uzattığı
balkonlardan
o hep üstünkörü anılıp unutulmu$ balkonlardan
bir kentin en hırçın su kenarlarına indim.
bir söz söylesem, söyleyebilsem, cesaret etsem
yaz sonsuza kadar geri çekilirdi
yaz sonsuza kadar geri çekilirdi ve
yazın bıraktığı bo$luğu hiçbir mevsim dolduramazdı
yaza ait ne varsa
yazı yaz yapan kim varsa, ne varsa
apaçık ortada kalırdı
hiç ku$kusuz buna inandım;
hırpalanmı$lığımı anlatmak istedim ona
e$kıyaların talan ettiği büyüyü
benden çıkartılıp ba$kasına ta$ınan uykuyu
uykuların oğlu rüyayı, rüyalarımı, oğullarımı
beni
beni seslendiren hisleri
beni çizen, rengimi tayin eden ressamları
ve beni kaldırım yapan mimarları anlatmak
ona yalnızca bir$eyler anlatıyor olmayı istedim;
oysa o
yorgun ve ormansızdı! oysa onun
bineceği ve uzakla$acağı atlar hazırdı;
doğaya takılmı$ bir nazar boncuğuydu bedeni
kıvrak
ye$il
faziletli
hala yanmakta olan, hiç sönmeyecek bir cadı;
suya eğilmi$ örümcekti gözleri;
seven insanın gözleri geçit vermezdi;
seven insanın gözler, vakte pusu kurardı;
bir çiçek koparttım avcumdan
yakla$tım
yakla$tım
çiçek beni ona verdi buna ku$kusuz inandım
ve dedim ki, ve diyebildim ki ona:
- ben ölüyorum sevgilim
sen bir el daha oyna!
böyle gülebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi
aklımın ucunda çocukluğum duruyordu
hafifçe dokunsam çocukluğuma
aklımın ucundan a$ağı dü$ecekti
tutamayacaktım, hakikaten dü$ecekti
o orada
tuhaf, büyük kahkahalar atarken
annem sıkı sıkıya kavradı babam kesti bileklerimi
seven insanın gözleri geçit vermezdi;
seven insanın gözleri vakte pusu kurardı;
kan olmu$ akıyordum
tüm varlığım kana dönü$mü$tü akıyordum
ben $imdi kim bilir nerelerden nerelere akıyordum
kurumayacaktım
kurusam leke olacak hiç çıkmayacaktım
onun alnına sürülmü$ kurban kanı olacaktım
parmaklarına kanım kına diye yakılacaktı
bunu istiyordum artık, buna ku$kusuz inandım
patlattığım tokatla savrulup yığılırken yere
çekip aldım göğsündeki e$yaların beyaz örtüsünü
kendi gözlerimle gördüm kendi gözlerimle bunlarla
kadının göğsünde yatan di$i yılanın ölüsünü
yılanla boğdum o kadını sonra
yılanla asıp
yılanla sarkıttım le$ini balkonlardan
o hep üstünkörü anılıp unutulmu$ balkonlardan
haykırdım!
haykırdım!
haykırdım!
çağrılı olmayan hiç kimse
gelmesin artık açılı$ıma!
gelmesin bir an olsun bile!