Bazı şeylere canım sıkılıyor da sessiz kalıyorum işte, zira başka alternatifim yok. Ben çevremde bir şeyden rahatsız olduğumda bile bunu dile getiremeyen insanım. Elbette söylemek isteyip de söyleyemediğim şeyler de olacak.
Beni boydan boya kesseler içimden öküz çıkacak diye korkuyorum. Ee, içe ata ata iç dünyanın öküz gibi olması normal bi yerde.
Belki bu anı son kez yaşıyorum, son kez yanındayım. Bir daha yanında olamayacağım, olamayacağız. Anılardan, fotoğraflardan ibaret olarak yaşadıklarımız. Umutsuz anlarda doğan umut yeniden kayboluyor hayatımızda. Hemen hemen 1-2 ay var kaybolmaya. Gözümün önünde çektiğin acıyı, masum çocuksu hallerini, gerçekten yaşlandığının farkına varmak ne bileyim garip. Dedim ki hep onun çektiği acıyı bana ver allahım, ben dayanırım benim bünyem ondan sağlam, içimi parçalasın sorun değil. Zaman geçtikte sen küçücük kaldın, çocuk kaldın gözlerimde. Keşke tekrar gülebilsen, çocukluğumuzda olduğu gibi beraber denize gitsek ama ben denize girmeyip kenardan sizi izlesem...
Cevabı olmayan herhangi bir şeyin sorusu da olmaz zaten sayın dinleyen. Sorular sadece cevabı duymak isteğiyle var olurlar.
Kaybedecek bir şeyinin kalmaması, özgürlük galiba.
Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?
Bazen büyük farklılıklar insanları birbirine daha da yakınlaştırır.
Yalnızlıkla öyle güzel dalga geçiyordunuz ki; sonraki akşamınınkini de dinleyeyim ondan sonra yaparım, dedim. Farkında olmadan baktım ki, sürekli sizin programı bekler oldum. Beklerken de bir baktım ölmeyi unutmuşum.
ilki imkan varken söyleyip de sonucuna katlanamama korkusudur.
en güzel örneği birisine sevdiğini söylememektir.
reddedilme korkusu kalbi mengene gibi sıkıverir.
ikincisi ise söyleme imkanının bulunmamasıdır.
cesaretin vardır, nasıl söyleceğini de bilirsin ama son noktada söylenmesine izin verilmez.
işte bu iki durum gözlemlediğim kadar çoğunlukla karıştırılıyor.
bu karıştırma da bilmeyerek yapıldığı gibi bal gibi (yanlı-ş- yönlendirme amaçlı olarak)bilerek de yapılıyor.
yahu sadede gel!
sadetimiz şu, biz çoğu zaman ilk durumdan mustaripken, ikinci durum nedeniyle ifade özgürlüğümüz olmadığını söyleyerek kendimizi rahatlatır ve saf kazanmaya çalışırız.
"biz kim?" derseniz öpüyorum yanaklarınızdan.
neyse, kendimizi kandırmak ve yandaş toplamak için sarıldığımız hayali sebeplerle yarattığımız hayali düşmanlar bundan sonra sürekli karşımıza çıkmaya başlar.
en sonunda da yarattığımız düşmanlara kendimiz de inanır onlar tarafından çepeçevre sarıldığımız hissiyle iyice daralırız.
ya da tam tersi olur beni susturmak istiyorlar diye yaygara kopartıp umarsızca
(evet umarsızca) sövüp saymaya başlanır.
kulaktan dolma bilgilerle ya da o bile olmadan karşı tarafa iyice giydirilir.
savunma falan yapılırsa da tekrar ağlanır.
ben bunu neden mi yazdım kimse okumazsa kendim okurum, içimin yağları erisin diye yazdım.
"ben bunu çok anlamsız buldum" ya da "muhatabı kim?" derseniz de duymazlıktan gelirim.