Filmde yer alan defalarca kahve içme sahnesi ve annenin, oğulu ile arasında geçen dialog mükemmeldir.
-"Neden bulaşıkları yıkamalayım? Neden yatağı toplamalayım?Beni bekleyen biri yok,yanlızım,yapayanlız..."
Şeklinde devam eder.
Gerçek bir requiemdir. beraber izlemiştik filmi; o, ben ve sevgilisi. bir zaman sonra o harika adamın soğuk bedeni adli tıptan alındı, ben ve sevgilisi tarafından. requiem kulaklarımda zaten, bir yerde duysam şimdi kaçarım, dinleyemem, çünkü; artık rüyadır yaşamı: acı.
darron aranofsky'nin yönetmenliğini yaptığı filmin konusu bağımlı olan insanların hayatını, iç dünyalarını ve çektikleri acıları ele alıyor. filmde ellen burstyn hayırsız oğlunu çok seven, yalnız yaşayan, fazla sıradan bir hayatı ve tek aktivitesi televizyon izlemek olan 60 yaşlarında sarah adında bi kadını canlandırıyor. oğlu harry ve arkadaşları ise tam birer madde bağımlısı. bir gün sarah'a telefon gelir, sürekli izlediği tv programına katılmak için şans kazandığı haberini alır. bu da sarah'ı çok heyecanlandırır ve gençliğinde giymiş olduğu, o çok sevdiği kırmızı elbisesini giymeye karar verir. fakat bunun için kilo vermesi gerekmektedir. doktora gider, ilaç kullanmaya başlar. ve filmin ilerleyen dakikalarında ne yazık ki o da bir madde bağımlısı haline geliverir. gördüğü halusinasyonlar ve yalnızlığı onun gittikçe daha da delirmesine neden olur. bu sırada harry de içinde bulunduğu batağın gün geçtikçe daha da dibine batmaktadır. başta "uyuşturucu da kullansak mutluyuz be gene" şeklinde başlayan film gittikçe ağırlaşır, izleyenin bütün mutluluğunu, yaşama sevincini sömürdükçe sömürür.
filmin anlatım diline bakılınca ise çekimde diğer filmlere nazaran çok daha farklı tekniklerin kullanıldığı çok bariz bir şekilde göze çarpıyor, çarptırılıyor. uyuşturucuyu vücuda enjekte etme, ettikten sonra göz bebeğinin büyümesi gibi karelerin ard arda koyulmasından oluşturulan birkaç saniyelik sahneler filmin her yerine fazlasıyla serpiştirilmiş, geçişler bu şekilde sağlanmış. ilk görüldüğünde "vay be ne ciks olmuş, ne orjinal bi anlatım helal be" dedirtse de dakikada bir aynı kareleri görmek insana biraz gına getirtiyor.
hakkında "mükemmel ötesi, harikulade, ayıldım bayıldım, tam bir baş yapıt" gibi yorumlar yapılan bu film biraz abartılıyor sanki. tamam film sanat açısından başarılı, oldukça da orjinal. konu da iyi denilebilecek kalitede işlenmiş. film izleyiciyi sıkmıyor * . ancak filmi bi daha izler miyim diye düşünsem cevabım hiç düşünmeden hayır olur. çünkü iç karartıyor, adamı bunalıma sokuyor, bütün gününü felç ediyor. ne pislik bi dünyada yaşıyorum ben allah'!ım dedirtiyor. film iyi duygularınızı öyle sömürüyor ki ister istemez insanda film çekilirken "ne kadar ağlatıp ne kadar bunalıma sokarsak o derece kaliteli, orjinal ve "sanatsal" bi film oluruz" şeklinde düşünüldüğü izlenimini uyandırıyor. gene de film, soundtracklerini de göz önüne alırsak özellikle ellen burstyn'ın başarılı oyunculuğuyla kaliteli filmler listesinde yer alıyor.
filmdeki karakterler, uyuşturucu kullanmasalar da hayatlarını silik geçirecek, karaktersiz ve kişilik bozukluğu yaşayan insanlardır. tamam uyuşturucu kötü bir şey, film de bunu anlatıyor ama fimli izleyip de alacağımız tek mesaj ''uyuşturucu içerseniz, böyle olursunuz'' olmamalı. ordaki gerizekalı anne ve çocukları o mereti kullanmasalar da başarılı olamayacaklardı.
insanların bağımlılıklarını konu alan, etkileyici sahneleriyle oldukça etkileyen, sonunda cenin pozisyonunu bir kere daha akıllara sokan, mutlaka seyredilmesi gereken film. ***
bugün izleme şansı bulduğum, abartıldığı kadar iyi olmayan film. zira uyuşturucu konusunu çok daha güzel anlatan filmler vardır. örneğin, leonardo di caprio'nun mükemmel oyunculuk performansıyla, (bkz: the basketball diaries).
film bittikten sonra yerimden on dakika kalkamadığım tek filmdir. iyi ki sinemada, son matinede izlememişim; filmin etkisi ile o büyük ekranın etkisi birleşince geceyi sinemada geçirirdik.
ya ben hayatımda bu kadar haketmediği halde kült addedilmiş, göklere çıkartılmış, övüle övüle bitirilememiş başka bir film görmedim arkadaş. tamam, kabul ediyorum güzel film, konu itibariyle en azından.en azından, üç beş tanesine bile olsa, ergenlik çağındaki ya da ergenlikten çıkmış ancak hala bir dala sap olamamış sorunlu triplerdeki boş adamları, nereye sapacağını direksiyonu nereye kıracağını henüz netleştirememiş arada derede kalmışları ,'vay aq bu meret çok boktan bişeymiş ya en iyisi hiç bulaşmıyım oysa tam da bulaşma evremdeydim!' ya da eğer bulaştıysa, 'höfhh!! bende mi böyle olacam?? en iyisi çaktırmadan bu olaydan sıyrılayım, çıkayım ben.' dedirtmiş ya da böyle düşünürtmeyi başarmış bir film oldugu için bile takdir ederim ne zaman konusu açılsa bir dost mecilisinde. ancak, ne sinematografik açıdan, ne oyunculuklar açısından, ne de kurgu açısından öyle öve öve bitirilemeyecek; tapılası, başyapıt, benzetmeleri yapılacak bir film oldugunu da düşnümüyorum yani kimse kusura bakmasın .. bana göre olay bir grup boş beleş adamın kendi kendilerine tribe girip junky olmaları sonrasında işlerin boka sarması yani .. sadece Ellen Burstyn in oyunculuğu, üstlendiği rol ve film içerisinde zayıflamak ugruna yaşadığı çöküşü, yalnızlığı, kimsesizliği içimi acıtmıştır o kadar. yoksa o junky veletler hiç de beni etkilememiştir. beter olsunlar gözüyle izledim her izleyişimde. ** ha film ile ilgili kült olmuş olan bir şey mi söyleyeyim ...kesinlikle soundtrackidir *. ki hatta öyle bir müziktir ki o yüzüklerin efendisi , da vinci şifresi gibi bir çok filmin fragmanında sonradan da kullanılmıştır. ve tabi haber bültenlerimizin de vazgeçilmez görüntü arkası müziğidir. ama eşsizdir o ayrı . **
iyi bir film, ama ötesi fazlası değil, sadece iyi. Filmin daha 10-15 dakikasını izleyen ve aklı çalışan her insan size filmin sonunu hemen söyleyecektir. Çok bildik bir hikaye, çok bildik klişelerle anlatılmış. Filmin iyi tarafı da konusu değil, teknik özellikleri zaten: müziği, kamera kullanımı, geçişler vs vs.
Bu filmin niye bu kadar abartıldığını gerçekten anlayamadım.
Tanım: Lüzumundan fazla abartılan, teknik anlamda başarılı sayılabilecek; ancak gerisi tırışka olan bir ecnebi filmi.
ellen burstyn'in insan üstü bir oyunculuk sergilediği film.
--spoiler--
oyuncu, hızlandırılarak oynatılmış (filmde 30 saniyelik bir sahne) temizlik sahnesi için tam 45 dakika aralıksız temizlik yapmış. bu da yetmezmiş gibi, yaptığı iş kendisini tatmin etmemiş ve aynı sahne için bir 45 dakika daha çalışmış. * --spoiler--
not: ellen burstyn filmin çekildiği yıl 68 yaşındaydı.
film konu olarak uyuşturucu temelli gibi gelebilir size. ama bu film bağımlılıklarımızı anlatır. bu bağımlılıkların aslında insan doğasında varolmadığını ve dışarıdan dayatılan bir sistemin içinde olmanızdan kaynaklandığını anlatır.
bir film neye göre başarılıdır? neye göre güzeldir? neye göre sevilir?
şimdi "ben sevmiyorum, zorla mı?" şeklinde düşünenlere elbette söylenecek hiçbir şey yok... fakat 1-2 kıstasla bu filmin ne kadar büyük ve ne kadar başarılı olduğunu anlatmakta da yarar var sanırım:
öncelikle, bu filmi alın, istediğiniz herhangi bir sahnesinde durdurun... karşınıza bir anlam, saklı bir ifade cıkartabileceğiniz bir şeyler mutlaka gizlenmiştir. bu film milyonlarca mükemmel fotoğraf karesinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş gibidir. filmin başından sonuna kadar bu hep ön plandadır. zaten sanat yönetmenliği kamera-ışık tercihi gibi konularda kimsenin en ufak sesini çıkartamayacağı filmdir diye düşünüyorum.
senaryosu basit diyenler var. senaryo ve konu ayrımını anlamak lazım. konu çok işlenmiş bir konudur. fakat senaryonun içinde ki gerçeklik insanın içine işlemektedir. sizi içine hapseder. cünkü o kadar güzel dialoglar, o kadar güzel cümleler vardır ki, ben olsam işte bunu söylerdim diye bir anda karakterle özdeşleşmeye calışırsınız, bu da sizi filmin sonunda içtiğiniz sigaradan bile tiksindirmeye başlar.
imdb.com'un ilk 250 listesinde 68. sırada olan bir film, genel-görelilik içinde de başarılı sayılmalıdır. kabul ediyorum cok büyük bir şey ifade etmeyebilir ama bir parça da olsa başarıdır...
soundtrack... insanı bu kadar acıtan orta tempo enstrümantel parça zor bulunur. clint mansell imzası taşır...
oyunculuk için söylenecek çok bir şey yok sanırım. ellen burstyn, helen mirren ile birlikte tarzın en iyi temsilcisidir. sadece bu rolüyle bile en iyi kadın oyuncu dalında altın küre ve oscar'a aday olmuştur. hakkında onlarca entry yazılmış anlatmaya gerek dahi yok. kesinlikle harika...
jennifer connally'nin aynanın önünde kendine baktığı bir sahne vardır filmde. ilk başta farketmezsiniz alt tarafının çıplak olduğunu. öyle kilitlenirsiniz ki ifadesine göremezsiniz, bakmazsınız dahi.
jared leto da gayet güzel hakkıyla yapmıştır işini. öve öve bitirilemeyecek gibi değildir ama gayet iyidir.
sonuç olarak... sonuç olarak ney işte? efsane film izleyin, izlettirin...
kendi çöplüğünden harikalar yaratmak, kendi harikasının üstüne kusmak... postmodern sanatın gelebileceği başka nokta da yok zaten.yine de harika, harikadır.
belki de kaybettiğimiz şey aslında filmde anlatılan şeydir, fakat farklı bir açıdan... öyle ki kendi çöplüğümüzden harikalar yaratıp sonra onun üstüne kusuyoruz, cünkü pis, cünkü orası çöp?!? doğduğun, gözlerini açtığın dünya zaten pis. coktan ele geçirilmiş. seri üretim bandına girmiş gibi çıkan gençler en mücadeleci, en aydın, en cesur ve düşmanlarına karşı savaşacağı en özel anda, bir de bakıyor ki, düşman yok?!? kime karşı mücadele etmeli? herkes coğuna göre iyi, herkes coğuna göre kötü...
ayrıca ortada postmodern bir sanattan bahsetmek doğru olmaz kanısındayım. bunun yanısıra sürrealist ve/hatta hiper-realist bile denilebilir.