hani boyle icin yanar ya, keske yapmasaydim dersin defalarca. yapmasaydin hayatinin ne kadar guzel olabilecegi hakkinda hayaller kurarsin. icinden dersin, bir daha yapan en adi insan olsun diye. elin kolun baglanir, dilin tutulur. konusmaya calistikca dilin surcer. nefesin icini yakar. iste ben de oyle hissediyorum. caylak olmak ne zormus be sozluk, pismanim. cok pismanim.
bazen "pişman olmalı mıyım" diye düşünüyorum; acaba o kızı bozmalı mıydım? o zaman ben onun arkasından ağlamazdım, yanımda olurdu. ama sonra farkediyorum ki iğrenç bir düşünce bu; ben seviyorum onu.
insanın yaptığı hatayı iş işten geçtikten sonra anlayıp, üzülmesidir. genellikle bu durumun geri dönüşü olmaz. istisnai durumlarda ise geri dönüş kısmen olabilir. tabii, zararın neresinden dönülürse kardır.
bütün yeniden başlangıçlarımı devam ettiremediğim için
sürekli aynı hataları tekrarladığım için
kendimi motive etmeyi başaramadığım hatta çoğunlukla enerjimi düşürdüğüm için
kendime doğruları söylemediğim için
pişmanım...
günden güne, aydan aya, yıldan yıla insanın içini kemiren duygu. o keşkenin bazen boğaza düğümlenmesine sebep olan buruk his. insanın zihnini bir zaman makinesi gibi kullanarak zamanda geriye yolculuk yapmasını sağlayan neden. tekrar tekrar ve tekrar. her seferinde geriye gidip o an değiştireceğim küçücük bir seçimle bugünü nasıl keşke demeden daha güzel yapardım diye düşündüren zaman katili. geçmişi sürekli hatırlatıp bugünü güzel yaşamamızı önleyen takıntı. kısacası pişmanlık başlı başına bir pişmanlık zaten...
geçmişi unutmak diye bir şey yok! biz insanların yapısında böyle bir özellik yok maalesef. bile bile lades olamaya mahkumuz biz. pişmanlıklarımızın düşündükçe bizi daha çok üzeceğini bilerek inatla onları düşünmeye mahkumuz. çünkü biz buyuz. düşünen varlık(!) kendi düşüncesiyle kendini boğan iki ayaklı mahluk. neden böyleyiz? bir nedeni yok...
içine atmaktır pişmanlık. geçmişe sünger çekemeyiz belki ama çok güzel içimize atarız bizler. bir süre susmakla başlar bu süreç. sonra o suskunluk uzar, uzar, uzar... görmezden geliriz içimizdekileri. ne büyük ahmaklık! oysaki zamanında birilerine anlatılsa o kadar büyük bir sıkıntı olmayacaktı içimize attıklarımız. ve şöyle son bulur bu süreç; sıkıntılar bir boşluk bulup kelimelerde hayat bulmak istese bile üstüne toprak atar ve boşluğu kapatırız bir şekilde. bir şekilde örteriz, gizleriz, görmezden gelmeye devam ederiz yine. anı geçiştirmek için yaptığımız bu boş uğraş derin bir melankoliye boğar bizi nihayetinde. sonrası mı? sonrası pişmanlık...
pişmanlık; zamanı geri alabilmeyi istemektir, onbeş yaşındayken hayal ettiğin insan olamamanın verdiği duygudur, çaresizliktir, keşke demektir, dönmek isteyipte dönememek, gitmek isteyipte gidememektir, bedel ödemektir, gerçekle yüzleşmektir.
farklı hikayelerden çıkılsa da, gözyaşının tadı herkes için aynı olan buruk bir histir.
insanın belki de içine en çok oturan duygu. o yüzden anlık öfkelere teslim olarak olduğundan farklı davranıp sonrasında pişmanlık duymaktansa her zaman ölçüp tartarak konuşmak hiç olmadı susmak pişmanlığa karşı en güzel çözümdür. laf ağızdan çıkmadan bu laf beni yansıtıyor mu demek lazım her şeyden önce...
yılbaşı gecesi saat onbirde zil zurna sarhoş halde eve dönülüp evde annenin sizin için ayırdığı kuruyemişleri mutfakta görmektir. yılbaşı eğlencesini içmek olarak anlayan bünyenin amına koyar. bir kez daha neden en çok sevilen kadının anne olduğunu ortaya koyar.
insanın yanlış olduğunu bildiği halde ya da yaptığında istemeyeceği durumların oluşacağını bilmesine rağmen bir şey yapması sonucunda ben niye yaptım bunu diye dövünmesi durumunun hissel anlatımıdır.