bugün

kitabın orjinaL adı; (bkz: Notes of Dirty Old Man)..
(bkz: kasabanın en güzel kızı)
çevirisini yine avi pardonun yaptığı, bukowskinin dünya çapında meşhur olmasını sağlamış öykülerinin derlendiği kitap.
bukowski'nin güzel bir kitabı. aylar önce bitirmiştim, elime tekrar aldım bu gece. ve altını önceden çizmiş bulunduğum satırları değerli okurlarla buluşturmak istedim:

--spoiler--
kadın sahte erkeğin bu toplumda ayakta kalmayı başardığını sezgi ile bilir ve onu yeğler. kadının tek amacı çocuğunu doğurup onu güvenli biçimde büyütmektir.

polis ortaya çıktığında sizi dualarınızla başbaşa bırakıp tabanları yağlayacak palavracılardan uzak durun. parklarda avazları çıktığı kadar bağırarak sizi kahramanlığa çağıranlar mermiler vızıldamaya başladığında en önde kaçarlar, hayatta kalıp anılarını yazmak isterler.

sokaktaki her adamın ayağında sağlam bir çift kundura olsun, karnı doysun, arada sırada da iyi bir parça ile yatağa girsin isterim. tanrım, 1966'dan beri bir kadına dokunmadım. elime patlatıp duruyorum. hangi yöntemi denerseniz deneyin sihirli kutunun yerine geçmez.

bir insanı neyin yiyip bitirdiğini asla bilemezsiniz. belli bir ruh durumuna gelmişseniz en basit şeyler bile korkunç sorunlar haline gelebilir. intihar etmeyi düşünen siz değilseniz anlaşılabilir bir şey değildir intihar.

güldüler. gülünç olduğunu sanıyorlardı. bol bol düzüşen insanlar başkaları düzüşemediğinde bunu gülünç bulurlar.

aşk biraz anlam içeren bir yoldur; seks yeterince anlamlıdır.

kadınların istediği asla duygusallık değildir. tek istedikleri önemsedikleri birinden duygusal intikam almaktır. kadınlar aptal hayvanlardır aslında, ama erkeğin üstünde öylesine yoğunlaşırlar ki erkek başka şeyler düşünürken onu bozguna uğratırlar.

her erkek doyumsuz kadını yola getirebileceğine inanır ama bu inanç insanı mezara götürür -erkeği tabii ki.

sırf göğüs sarışın bir hatun (evet, onlardan) bana döndü ve göğüslerini dayayarak 'daha önce resim yapmıştınız, değil mi?' diye sordu. 'hayır, bu ilk resmim.' göğüslerini şöyle bir sallayıp bağrıma gömdü ve 'ciddi olamazsınız!' dedi. 'hmmmmm.' diyebildim sadece.

cinsellik ilginç, ama o kadar da önemli değil. dışkılamaktan daha önemsiz mesela. bir erkek hiç düzüşmeden yetmişine kadar yaşayabilir ama bir hafta sıçmazsa hayati tehlike söz konusudur.

fahişe, amcığın değerini düşürür.
--spoiler--
"Bazı erkekler kadınlarla ilişki yürütmekte başarılıdırlar. Ben hiç beceremedim. Çok sıkıcı bir şey ilişki, bittiğinde gerçekten düzülmüş hissedersin kendini."

"Benim onda dokuzum ölü, ama yaşayan onda birimi silah gibi kullanırım."

"Hayatta tahammül edemediğim bir şey varsa o da yapış yapış duygusallıktır!"

"iş insanın değerli saatlerini yiyip bitiriyordu."

Serin, yağmurlu ve rüzgarlı bir pazar günü, çay veya kahve eşliğinde pencerenizin kenarına oturup sayfaları çevirmeye başlayın. Kitabın nasıl bittiğini anlamayacaksınız. Zaten hayat da böyledir, nasıl bittiğini hiçbirimiz anlayamayız. Anlayamadan da ölürüz.
herhangi bir edebi değer içermeyen bukowski saçmalığı.
bukowski gibi bir efsane yazarın dergilere yazdığı hikayelerin derlemesidir.
defalarca okuduğum kitap. çok iyi.
orosbu çocuğunun teki paranın üstüne yatmış, herkes yutulduğunu iddaa etmiş ve bu da pokerin sonu olmuştu cümlesi ile başlayan charles bukowski tarafından yazılmış bir kitaptır pis moruğun notları.
ilk başlarda çekici keyifli gelir ama bi yerden sonra bayar. Hep aynı üslup, aynı yaklaşım, serkeşlik. Aldanmayın başta "AA aynı beni anlatıyor" hissine. Çok hoşuma gitmişti ama devamı fasa fiso.
- otur Stirkoff.

sağolun, efendim.

- ayaklarını uzatabilirsin.

çok lütufkarsınız, efendim.

- Stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyorsun; coşku ve kurtuluş hakkı üzerine de. doğru mu bu, Stirkoff?

evet, efendim.

- dünyada geniş anlamda adalet sağlanabilir mi sence?

hiç sanmam, efendim.

- öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? kendini kötü mü hissediyorsun?

son zamanlarda pek iyi değilim, efendim. delirdiğimi düşünüyorum.

- fazlaca mı içiyorsun, Stirkoff?

elbette, efendim.

- çükünle oynar mısın?

sürekli, efendim.

- nasıl?

anlayamadım, efendim?

- yani nasıl bir yöntem uygularsın?

dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. müzik olarak da Vaughn Williams ya da Darius Milhaud yeğlerim.

- cam mı?

hayır.

- yahu vazoyu soruyorum, cam mı?

değil, efendim.

- hiç evlendin mi?

birkaç kez.

- evliliklerinde ters giden neydi, Stirkoff?

her şey, efendim.

- hayatının en iyi sevişmesini anlat.

dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı…

- tamam, tamam!

öyledir, efendim.

- daha iyi ve adil bir düzen özleminin aslında çürümeden ve başarısızlık duygusundan kaynaklandığının farkında mısın?

evet, efendim.

- baban kötü bir insan mıydı?

bilmiyorum, efendim.

- ne demek bilmiyorum?

yani kıyaslamak güç, efendim. sadece bir babam oldu.

- benimle kafa mı buluyorsun, Stirkoff.

hayır, efendim: dediğiniz gibi, adalet yoktur.

- baban seni döver miydi?

sıra ile döverlerdi, efendim.

- hani bir baban vardı?

herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.

- seni sever miydi?

kendinin bir uzantısı olarak, evet.

- sevgi başka nedir ki?

iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir.

- tereyağlı kızarmış ekmeğe AŞIK olabileceğini mi söylüyorsun, Stirkoff?

her zaman değil, efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken belki. aşk habersiz gelir gider.

- bir insanı sevmek mümkün mü sence?

iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim.

- sen bir korkaksın, Stirkoff.

kesinlikle, efendim.

- nedir senin korkak tanımın?

bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden kimse.

- peki cesur kime denir?

aslanın ne olduğunu bilmeyene.

- herkes bilir aslanın ne olduğunu.

herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır, efendim.

- budala tanımın nedir?

zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan kimse.

- bilge diye kime denir o zaman?

bilge insan yoktur, efendim.

- öyleyse budala da yoktur. gece olmazsa gündüz olmaz. siyah olmazsa beyaz olmaz.

özür dilerim, efendim. ben her şeyin neyse o olduğu kanısındayım. başka şeylere bağımlı olmaksızın.

- o dar ağızlı vazolara fazla girip çıkmışsın sen, Stirkoff. her şeyin zaten olması gerektiği gibi olduğunu anlamıyor musun? yanlış diye bir şey yoktur.

anlıyorum, efendim. olan olmuştur.

- kelleni vurdursam ne dersin?

bir şey diyemem, efendim.

- demek istediğim şu: kelleni vurdursam ben iRADE sense HiÇ olursun.

başka bir şey olurdum, efendim.

- benim SEÇiMiM doğrultusunda.

ikimizin de, efendim.

- rahat et! rahat et! uzat ayaklarını.

çok lütufkarsınız, efendim.

- hayır, ikimiz de lütufkarız.

elbette, efendim.

- demek delirdiğini hissediyorsun, Stirkoff? peki delirdiğini hissettiğin zaman ne yaparsın?

şiir yazarım.

- şiir delilik midir?

şiir olmayan her şey deliliktir.

- yani.

çirkinlik deliliktir.

- çirkin nedir?

kişiye göre değişir.

- delilik gerekli midir?

vardır.

- gerekli midir?

bilmiyorum, efendim.

- çok şey biliyormuş havalarındasın, Stirkoff. bilgi nedir?

mümkün olduğunca az şey bilmektir

- ne demek o?

bilmiyorum, efendim?

- bir köprü inşa edebilir misin?

hayır.

- silah üretebilir misin?

hayır.

- ikisi de bilgi ürünüdür.

köprü köprüdür. silah da silah.

- kelleni vurduracağım, Stirkoff.

sağolun, efendim.

- niye?

beni motive ettiğiniz için. motivasyon sıkıntısı çekiyorum, efendim.

- ben ADALET'im.

belki.

- Ben ÜSTÜN'üm. işkenceye yatıracağım seni. çığlıklar atacaksın. ölümünü dileneceksin.

şüphesiz efendim.

- ben senin efendinim, anlamıyor musun?

beni yönetebilirsiniz. ama yapacağınız şeyler yapılabilir şeyler olmaktan öteye gitmeyecektir.

- zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın.

sanmıyorum, efendim.

- bana bak. Darius Milhaud, Vaughn Williams dinlemek de ne oluyor? Beatles'ı duymadın mı?

onları herkes bilir, efendim.

- onları sevmez misin?

onlardan nefret etmem.

- nefret ettiğin bir şarkıcı var mı?

şarkıcılardan nefret edilmez.

- şarkı söylemeye çalışan birinden?

Frank Sinatra.

- neden?

hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için.

- gazete okur musun?

sadece bir gazete.

- hangisi?

AÇIK KENT.

- GARDiYAN! BU ADAMI iŞKENCE ODASINA GÖTÜRÜN. HEMEN iŞKENCEYE BAŞLAYIN!

efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?

- evet.

vazomu yanıma alabilir miyim?

- hayır, bana lazım.

efendim?

- el koyuyorum. zapta geçsin. gardiyan bu sersemi derhal götür! ve bana biraz şey getir…

ne, efendim?

- altı yumurta ile yarım kilo kıyma.

gardiyan mahkumu dışarı çıkarır. kral öne eğilip düğmeye basar. Vaughn Williams çalmaya başlar teypte. bitli bir köpek güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken, dünya dönmeye devam eder.
hiç bişey anlamadığım ama hoş notlardı.
soran adam kim
cevaplayan kim
kim kimin nesi ?
"-Söylesene hank, Kodese düşmüş biriyle Kodese düşmemiş biri arasındaki fark nedir?
-Kodese düşmüş olan deneyip kaybedendir."

Bu minvalde bir diyalog geçer kitapta. Okumamın Üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala aklımda yer edinmiştir.
Ve tabii bir de stirkoff ile hank arasında geçen o efsane diyalog, yukarıda bir yazarın paylaştığı.
Charles bukowski'nin öğüt niteliği taşıyan kitabı.

Üşengeç değilsin, sadece mutsuzun ve mutsuz insanlar yorgun olur, hiçbir şey yapmak istemezler.
Bazı insanlar kendi kendine iyileşmek zorundadır. Kimseye yardıma ihtiyacı olduklarını anlatmazlar, belli etmezler.