ölüm bilincine sahip tek canlı olduğumuz için , 'öbür dünya' icat ettik, adına sonsuz yaşam dedik. senin yarattığın allah öyle kutsal kitaplarında yazdığı gibi, adalet, eşitlik, ahlak falan getirmiyor. senin ölme göt korkunu cennet vaadiyle teselli eden kutsal dinbazların içtikleri kanı vampir filmlerinde bile göremezsin. allah kavramı, egemen güçlerin insana yaptıkları zulmün bahanesi oldu. 'hırsızlık yapanın elini kes' demiş allah. ama her nasılsa cihad adına ülkeleri talan etmenin, yapılan hırsızlığın adına ganimet demenin cezası yok.
homosapiyen (insan) taş çatlasa 70 bin yıl önce bu görünüme kavuştu. mağaralarda, ağaç üstlerinde yaşıyorlardı. onların da ölüm bilinci olduğu için taşa, toprağa, güneşe yıldırıma tapıyorlardı. allah onları yalnız bıraktı. bize sol elimizle nasıl taharet alacağımızı, götümüzü temizlemek için kaç adet taş kullanmamız gerektiğini dahi (tanrı tek olduğu için 3, 5 ,7 taş kullanmak caizdir) ayrıntılarıyla öğreten allah, mağarada yaşayan atalarımıza ateş yakmayı bile öğretmedi. tam 65 bin yıl allah 'yarattığı insana' bir servis yapmadı. insanoğlu ne zaman yazmayı ve okumayı öğrendi, ondan sonra 'kutsal kitaplar' patır patır inmeye başladılar.
kararsız bir allah'ımız var.
tevrat'da sünnet ol diyor, incil'de kabuklu kal, kuran'da yine kes diyor.
domuz eti tevrat'ta yasak , incil'de serbest, kuran'da yine yasak
allah yok ! allah kavramı ile insanın ölüm korkusunu rant aracı olarak kullanan egemen güçler var.
yaratilan yaraticiyi ne kadar tahayyül edebilir? sorusunu ister istemez aklimiza getiren sorunsal...
beethoven notalar yazar, tolstoy da harfler yazar.tolstoy o yazdigi harflerin hicbirisine benzemez, ve o harfler kendilerine " madem bizi tolstoy yazdi o zaman tolstoy da bize benziyordur" dedikleri zaman yanilirlar. o harflerin bulunduklari yer bir kitabin icidir- o harflerin anlamlari o dilde ve o kitabin icinde, yani o dimensiyon da bir anlami vardir. onun disindaki dimensiyonlar da o harflerin bir anlami yoktur.
tolstoy un kitabinin icerisindeki harfler, bulunduklari boyut yüzünden tolstoy u yakalayamazlar. hatta onlara "siz aslinda tolstoy un kafasindaydiniz, sadece plandiniz, sizi yazmadan önce o sizi planladi, sonra yazdi" dersen, "bu adam manyak mi iyice sacmaliyor, bak biz variz ve mevcutuz, nasil bir seydir öyle, tolstoy bizi planlamis da belirli bir kaderle belirli yerlere serpistirmis" derler.... ama tolstoy gercekten de o harfleri yazmadan önce bilir, sadece oturup yazdigi anda o harfler olusurlar. üstelik o harflerin o kitapta bir de rolü vardir. yani tolstoy o harfleri sadece yazmaz, onlara bir de kader tayin eder. hicbir harf "rastgele" orada degildir. onun orada olmasinin bir sebebi vardir.
tipki beethoven in senfonisine yazdigi notalar gibi... beethoven o notalara "kader" tayin etmistir. bunu notalarin bilmesi mümkün degildir, cünkü onlar beethoven in boyutunda olayi bastan sona göremezler.
bazi sorulara yanit verebilmek icin, baska boyutlara sahip olmak gerekir. ucan bir ucaktaki bir adam, yerde giden arabanin biraz sonra varacagi virajda eger hizini kesmezse yoldan cikacagini bilir, ama arabayi kullanan adam bilemez bunu. bu basit örnek ayni yeteneklere sahip iki sahsin bile, baska boyutlarda baktiginda baska seyler gördügünü bize ispatlar.
allah konusu da böyledir. yalniz, inanmayanlar, sanki bütün boyutlari ve herseyio görüp bilmisler gibi bilmedikleri konularda görüs beyan ederler. bu cok büyük bir cesarettirr. cok büyük bir cesaretle inanmayan bir adam, dna falan bilinmezken, insanin maymundan geldigi seklinde bnir teori ortaya atmistir, bu cok büyük bir cesarettir. al bak, bugün o teori cürüdü. kanser arastirmalari cürüttü. hücreyi tanimadan hücrenin ne oldugunu bilirmis gibi görüs beyan etmek, aslina bakilirsa aptalliktir. bilmedigin konuyu bilirmis gibi yapmayacaksin..."bilmiyorum" diyeceksin.
bu bahsedilen sorunsal hakkinda su an bulundugumuz bu noktada herhangi bir görüs ortaya atmamiz, mümkün olmaz...insanin gözlemleri de tamamen subjektivtir. insan objektif olabilse, bir elini sicak öbür elini sogu suya batirdiktan sonra iki elini de ilik suya batirinca ilik su soguk sudaki eline sicak, sicak sudaki eline de soguk gelmezdi.
karıncanın çıkardığı sesi duyamayıp, var olduğunu ezbere bildiği halde gözüyle mikroskobik bir canlıyı göremeyip, suyun içindeki onlarca elementin değil de mal gibi sadece su tadı alıp, bir de bütün bunlarla birlikte kendisini de yaratan şeyi kavrayabileceğini sanan zeka ürünü problem !!!
edit : ısrarla eksileniyorum, sözlük ahalisinin semavi dinlere ya da tek tanrıya olan inancında gölgeler çoğalmakta.
dünya üzerinde din ve allah olgusu oluşmaya başladıktan sonra, belli dönemlerde tıpkı senin gibi bazı insanlar "allah varmıydı-yokmuydu, varsa nerede şimdi?, peki allahı kim yarattı? vs. vs." sorgulamasında bulunmuşlardır. ve o tarihten bu zamana kadar kimse bu soruların cevabını bulamamıştır. o yüzden size tavsiyem, böyle şeylere kafanızı yormayın. yaradan konusunda cevabını bulamadığınız sorularınız olduğunda ise "tamam allah yoktur" deyip inkar edip kestirip atmayın sakın!
az biraz sabredin. öbür tarafta geberip gittiğiniz zaman göreceksiniz zaten allah'ı. herşeyi anlamış olacaksınız.
bilim adamları insanoğlunun üretebileceği en üst düzey bilgisayarı üretirler ve yeryüzündeki mevcut tüm bilgi birikimini buna yüklerler. alet artık çalışmaya ve her soruyu cevaplamaya hazırdır. bilim adamları bilgisayarın başına geçip en çok merak ettikleri soruyu sorarlar :
soru : allah var mı?
cevap : evet, artık var.
öğrenci evlerindeki alkol ortamlarında siyasetle başlayan muhabbetlerin ardından din mevzusuna girilir. bunun akabinde en son sorulan soru budur. bunun ardından da artık sızma eylemi gerçekleşir.
zihne ve beş duyu organına dayalı bir şekilde de oldukça iyi bir düzeyde algılanabilecek sorunsaldır. ilk olarak gazaliden fazlası ile etkilenmiş olan çevrelerde(ki bunlar sünni devlet doktrinini yansıtan kişilerdir) bu sorunsalı insanların iman düzeyine bağlarlar ve bunu da ayrıyeten zihin+duyularla kavranamaz derler. öte yandan allah'ı ya da artık hangi tanrıya* inanıyorsa onu gerçekten anlamış olan, onu hem zihninde hem de kalbinde kavrayan bir kişi gayet rahatça hallac-ı mansur gibi enel hak der. işte ikinci grup bunu pek önemsemez onu kavramışlardır çünkü. ilk grup ise böyle şeylerle uğraşır, her seferinde de aynı şeyleri tekrar ederek, insanın yaradanını bir türlü tam olarak kavrayamayacağını öne sürer, bu çağlar boyunca böyle süregelmiştir. her neyse, inançlarına güvenen insanlar için saçmadır bu tarz sorunlar, geçiniz aldırış etmeyiniz efendim.
Herşey göz önünde olduğunda dahi insanın aklında soru işareti kalıyor, nasıl oldu diye. gizemli tutulmuş bir bilgiye sonsuz cevap sunulsa da sonuç hep aynıdır. Var Edeni Var olan nasıl anlayabilir. susulmalı susturulmalı böyle bir sual karşısında beyin ,sadece vicdan anlamalı ve konuşmalı.
bunu sorunsal olarak gören zihniyet kendi sorunlarını farkedemez duruma gelmiş demektir. şimdi sen oturup bunu mu düşündün allaasen diye sorarlar adama!
edit büdüt: o değilde niye eksiledin şimdi arkadaşım ne yani yalan mı?!
Bu sorunsalın bir sonu olmadığı için birçoğumuzun bir yaradan olduğunu kabul etmesiyle son bulmuş bir sorunsaldır. Allah'ın nasıl var olduğunu bulursa onu var edenin nasıl var olduğu sorunsalı çıkar karşına. Bu yüzden kabul edilen şeydir bir yaradanın var olduğu. ismine ne dersen.
bu soruna kapılan denyo aynı zamanda ezel diye dizi seyreder ama ezel kelimesinin anlamını dahi bilmez. bilseydi zaten böyle bir sorun olmaz kafasında.
hulki cevizoğlu nun ceviz kabuğu adlı programında ilahiyat profesörleri eşliğinde saatlerce tartışılmış fakat herhangi bir sonuca varılamamış olan sorunsaldır.
allah'ı sürekli, bir kanepeye uzanmış, elinde her şeye "ol" komutunu veren bir değnek ile, ak sakalını sermiş, uzun saçlarıyla oynayan, sıradaki rahmetliyi lokma tatlısı yiyerek bekleyen bir dede olarak düşünen kişilerin ortak sorunsalıdır.
her varlığı, insan beyni denen, gördüğünden, duyduğundan, sandığından ötesine geçemeyerek, türlü hatalar yapmaya elverişli bir beceriyle donanmış işleme organıyla, hiç görmediğinden, aklında yarattığı kadarıyla bir kaba sığdırıp "lan ben düşündüm de, böyle bir varlık nasıl böyle şeyleri yapsın? kesin uzaylılar abi" diyebilecek bir insanoğlunun büyük gafletidir. hiçbir dine dayanmadan denebilir ki, e anasını satayım, dünyada olmayıp da var olduğu iddia edilen varlıklar fareler olsa "bizi dünyaya fareler mi yolladı" diyecektiniz? yaratıcıyı dünyevi duyu organlarıyla algılamak beklenmemeli.. bir sonraki sistemin 100 ışık yılı olduğu bir evreni yaratan herhangi bir "şey", izin verelim de bizim sandığımız yollarla var olmasın..