bugün

fazlasıyla dinginlik hissi veren insan. bir kitabını karıştırıp bir cümlesini okuduğunuzda, dinginleşmemek, kapağını kapatıp bi' yerlere dalmamak namümkün.

--spoiler--
Şunu düşün bir: Aldatabileceğin bir kişiyi sevebilir misin? -Aldatabiliyorsan, sevmiyorsundur - seviyorsan da, aldatmak elinden gelmez."

ile. syf. 175.
--spoiler--
Bağlaç adam.
"Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir."

"Özgürlük budur belki de – sürekli bir yersizlik; sürüp giden bir yol."
Yaşamını bir şey beklemeden yaşayacaksın.
Ne çok şey beklediğini biliyorsun; gene bekleyeceksin onları ( elinde değil bu) ama beklentilerinin ne ifade ettiklerini, ne anlama geldiklerini, beklediğin, beklediklerin de, bir gün tutup gelirlerse, onların da ne ifade edeceklerini, ne anlama geleceklerini bilerek yaşayacaksın.

Ne beklediğini bilerek ama beklemeden yaşayacaksın. En çok beklediğinin de, gelse bile bir gün hiçbir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek...

Yaşamın bir bekleme olacak ama beklemeden yaşayacaksın..
Yaşamın öyle noktalara gelecek ki, eski çerçevesinden çıkıp dört bir yana açılam yol ağızlarında duruyor olacak; ama göreceksin ki, bu yoklar hiç de yeni yerlere ulaşmıyor. Hatta hiçbir yere ulaşmıyor "çıkmaz sokak" hepsi...

Yaşamın "çıkmaz sokak" lara çıkmakla geçecek. Hem de bunlardan değil çıkmak, giremeyeceksin bile onlara!
Yaşamın çıkılamazlıklara girememekle geçecek.
Yaşadıkça, yaşamın hep daha derinine inebilirsen (buna dayanabilirsen), onun nasıl lav kaynakları gibi kavurucu, aynı zamanda soğuk dağ Pınarları gibi dondurucu olduğunu göreceksin ki yaşamı işte bu iki uç arasında gidip gelecek;
Kavurucu ve dondurucu...

Yaşamda, kavrulacaksın ve sonra donacaksın ve yine...
oruç tutmadığı halde oruç musun sorusuna evet diyebilen dev yetenek.
"dağıt yaşamını, dolu noktalarda gene toplansın."
Yaşam ne denli gecikirse geciksin/ ölüm hep zamanında gelir/ ölüm gecikmez.*
Biliyorsunuz, ölüm kişiyle yaşar.
Vefat edeli bir sene olmuş. Ne çabuk geçiyor zaman.

"Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum, uyuşamadık. Hepsi bu."
iyi filozoftur, iyi yazardır, iyi şairdir. Ancak kötü bir hatiptir, dinletemez kendini. En azından benim için.
ne beklediğini bilerek - ama beklemeden -
yaşayacaksın: en çok beklediğinin de, gelse bile birgün,
hiçbir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini
bilerek...

yaşamın bir bekleme olacak - ama
beklemeden yaşayacaksın.

-de ki işte
ileri derecede rilke takıntısı olduğunu farkettiğim büyük felsefeci, şair. hayatım boyunca okuduğum en iyi rilke çevirisi de kendisinin. yol üstü uğradığım bir anadolu kasabasında bulunan basit bir sahafta rilke'nin sancaktarını bulmak mutlu etmişken, o kitabın oruç aruoba çevirisi olması anı keyifli bir mucizeye dönüştürmüştü.

haiku tarzı şiirin türkiye'deki nadir örneklerini vermiştir. her ne kadar ülkedeki şiir akımlarında haiku esintileri görülse de onlar sadece esintidir, haiku değil. aslında esinti demek bu yazın türüne hakaret bile sayılabilir, bilemiyorum.

(bkz: ne ki hiç)

yürü öylece
çıkmaz yollara girip,
çıkma bir daha.

kitabın son sayfasında haiku'ya dair şöyle bir not düşmüş; 'haiku, okurundan önce yazarını şaşırtmıyorsa, yazmaya da değmez.' varlık yay. 1999, sf 139.

kitaptaki 183. haiku; (leylamıza)

deniz'in sesi de gelir sana
serinliği de -
kapını açabilsen...

bir de şöyle bir şiir vardı, anmazsam kötü olurum;

7.
dünya bana doğru dönüyor,
ama kimseyi yakınıma getirmiyor —
sadece güneşi alıp uzağıma götürüyor.

8.
kim çizdi ufuktaki o kalın çizgiyi?
Felsefeci kim deseniz Oruç Aruoba derim.
Saffet Babür.
sırf onu dinleyebilmek için assos'a gitmiştim. onun kadar kendini bilen, mütevazı yazar az yetişir. keşke yıllardır eser veren birinin, kendi eserleri için de kürsüler kurulsaydı da dinleseydik, tartışsaydık. kendi adıma gururluyum. adını daha geniş kitlelere duyurmak için, vikisöz'de kitaplarının sayfalarını oluşturmuştum. şimdi anısını yaşatmak için hem bu sayfaları geliştireceğim, hem de yenilerini ekleyeceğim. ölümüyle daha şimdiden pek çok insana ulaşabildiyse de, türk edebiyatı ve felsefesi büyük bir evladını kaybetti.
1 sene boyunca best seller olur.

beyaz yaka d&r çocukları şimdi her yerde paylaşımlara başlar.

bir oğuz atay olur, bir sabahattin ali.
"bak bir rastlantı değilsin sen; şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasın." — oruç aruoba
Ölümüyle ünlenenler listesine son yazılan isim. Henüz 2 gün önce ismini bile dahi duymamış kimselerin sosyal medyada aforizmalarını ve şiirlerini paylaşması akıl alır gibi değil.
"yavaştır yaşamının anlamı."

güle güle, huzurla..
Okuması ve anlaşılması zor yazılar yazan, aforizmalar uzmanı bir felsefeci, şair, yazar ve çevirmendi. O da gitti.

Eksikliğini belli çevrelerdeki belli kişiler anlayacaktır, kıymeti ise sonra sonra anlaşılacaktır eminim.

Adettendir;

Sağlamdır düşünce temellerimiz,

Ama altlarında kist vardır, sonra kum

Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın

Taştan duvarlarımızla, dimdik

Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı

Kaydırır temellerimizi hemen.

Duyarız yerçekimini hemen,

Titreriz. Sımsıkı, gergin

Bağlar vardır

Düşüncelerimizi ayakta tutan,

ama,

Ya temelsizse temeli

Bütün bu bağları

Bağlayan

Bağın?

Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.

Gündüz yarasalarıyız biz.
Underrated bir kişilikti.
Fazla tanımasam da üzdü bu haber, coronadan ölseydi daha çok üzülürdüm.
"De ki işte" ye gerçekten hayrandım.

"yaşamını, yaşamadan, yaşayamazsın,
Yaşamın, yaşanınca, yaşamındır."
Hakkında bundan önce özel bir yazardır yazmıştım, iyi demiştim o da gitti...
Rahmetle...

"Yeni bir söz bulsam, neye yarar ki? Söyleyemediklerimiz, ince bir sızı gibi..."

Sen de bir sızı daha ekledin şimdi asla söylenemez söz.
vefat etmiş, üzüldüm.
rahmet olsun.

özellikle özlemi ve dünyaya alışamayan benliği de en güzel güzel o anlatmıştı.

görsel

görsel
oruç aruoba'yı kaybettik... kendisiyle en son assos'ta geçen sene görüşmüştük. toprağı felsefe ve şiir açsın...
bu yazıyı da aruoba'nın anısına bir selam olarak yazıyorum.

doğançay'ın çınarları
oruç aruoba / metis yayınları, 2004

oruç aruoba'nın bu kitabı onun kaçıncı şiir kitabı sayılabilir? 1990'dan başlayarak kitaplarını yayımlayan aruoba, haiuku-şiir, şiir ve kısa felsefi metinlerini iç içe kurguluyor. kimi şair ve yazar sözlüklerinde bu metin felsefi metin olarak görünüyor, oysa kısa dizeli dörtlüklerden oluşan, başlık yerine romen rakamları kullanan şiirlerden oluşuyor. kitabın arkasındaki "oruç aruosa koleksiyonu" listesinde de kitap şiirler bölümünde anılıyor.

doğançay, sakarya vadisinde bir kasaba. ankara-istanbul treniyle yolculuk yapanlar, bu vadinin geçtiği boğazların etkileyici görüntülerini bir aygıta değilse bile zihinlerine çokça kaydetmişlerdir. doğançay'ın istasyonu ise, kendi çapında bir üne sahip. "rayların türküsü"nde bu istasyona özel olarak kalkıp gittiğimizi yazmıştım. yazmıştım ama aruoba'nın bu istasyon için yaktığı güzellemeyi gözden kaçırmışım, dolayısıyla bu bölüm aynı zamanda o yazıya da bir ek.

doğançay'a ün katan bir özelliğini kitabın adı söylüyor zaten: ulu çınar ağaçları. "doğançay'ın çınarlarını ilk kez 19 haziran 1996'da gördüm - istasyondan yavaşlayarak geçen trenin içinden, sağ tarafta, doğu'ya doğru; güneş,solumda, yamaç ardına epey devrilmişken. hemen kavradım; pek de anlamlandıramadan..." diyor, kitabın sonuna eklenmiş açıklamada, oruç aruoba. başka deyişle, bu kitap, doğançay'ın çınarlarını "anlamlandırma" denemesi. yazıya dökme süreci, farklı şehirlerde sürmüş, (karamürsel doğumlu aruoba, metni kurarken oraya da uğramış, bu coğrafyanın insanı yani). 1997'de, haziran ayında yıldırım arıcı'nın "mercekleri" eşliğinde ilk kez doğrudan o istasyona gidilmiş. istasyon, artık 'metruk'tur, hiç bir tren durmamaktadır, çınarlar ise yaz başı 'tam doluluklarında' görünmektedirler, "her şey anlamına uygundu, yani..."

şair ve fotoğrafçı, doğançay'ın çınarları'nı birlikte yaşamışlar, kitapta da birlikte yol alıyorlar; harman edilmiş biçimde sıralanan metinler ile fotoğraflar sanki eklem yerlerinden birbirinin içine geçmiş gibi. hatta fotoğraf sayısı daha çok. bir fark var yine de: fotoğraflar - haliyle - doğrudan nesnesine - çınarlar, geçen trenler, istasyon yapıları, vadi - odaklanırken, metinler daha dolaylı odaklanmalar yaşıyor, yerele daha az gönderme yapıyor. oysa metinde konuşan, çınarların kendisi. gel gelelim, kendi varoluş şartlarını anlatmakla ve doğa içindeki konumlarını betimlemekle yetinmiyor, insanların varoluş şartlarıyla kıyaslamalar yapıyorlar. bu nedenle de yerelden evrensele taşınıyorlar. söylem, tekil, belirgin kılınmış bir çınarın ağzından değil, çoğul, adsız, soyut tüm çınarların ağzından: "yorgunuz artık / göremeseniz de / yapraklarımız ağır / dallarımız bezgin // boyuna sallanmaktan / bıkkınız - ya siz / ne yapıyorsunuz bu / hiç dinmeyen rüzgarda?". cevabı da yine çınarlar veriyor: "bu hiç bitmeyen yağmur / evlerinize kapatır sizi / denemezsiniz bizim gibi / onun altında durmayı". gelgelelim, bu da kendilerine dönük sorguyu getirecektir: "burada durup yazmak / sizi size anlatmalı mıyız / anlayamayacak kulaklara / boyuna konuşmalı mıyız?" (ilk dizenin yazım biçimi ve italik harfler metindeki gibidir). sonraki dörtlüklerde söyleyen "dayanamıyorum" "anlayamıyorum" gibi eylem çekimleriyle tekilliğe de dönüyor.

varoluş sorunsalı kıyaslaması salt bu vii. numaralı şiire değil, metninin bütününe yayılmış durumda. hatta, vi. numaralı şiirde olduğu üzere, suçlama bile gelebiliyor: "bilmiyorsunuz siz: / tutuşmada birleşmeyi". iii. numaralı şiir, "toprağı sorun bize / karanlığı, acıyı, hiçi / isterseniz ölümü de / hepsini-çekinmeyiz // ya da kendinizi sorun / kimiz biz, neyiz diye / nereden geldik buraya / niye buradayız, diye" diyor, sonra da umutsuzca ekliyor: "yeter ki sorun- / ama sormuyorsunuz". sorulmasa da söylüyor çınarlar: insan ömrü geçicidir, doğa gündelik insan kaygılarının üstündedir, yine de doğa zarar görürse insandandır, çınarlar ise yavaş - dingin doğayı temsil etmektedir. "duruyorsunuzdur siz gelirken / gelirsiniz ve geçersiniz - / bizse hâlâ oradayızdır / bütün olanlardan sonra" diyor çınarlar. acaba hâlâ oradalar mı? son hallerini bilmiyorum, "hızlı tren projesi" eski tren yollarını, istasyonları, vadileri alt üst etmiş, yerinden etmiş diyorlar...