ne kadar acıtsa da istemediği zamanlar görmezden gelse de yokluğunu düşünmenin, onsuz geçecek olan zamanların korkuttuğu kişilerin şarkısı. sizinde bir onuz varsa tebessümle dinletir kendini bu şarkı.
çıplak göz ile bakıldığında o "sıfır gibi" görürünür size ancak pes etmeyin bakmaya devam edin hemen yanında bir yuvarlak daha belirecektir alın işte size sonsuz işareti. evet "o" aynen böyledir hiç birşeyiniz iken her şeyiniz olandır. o sizin en büyük ironinizdir.
Belki bir günde biter bu işkence
Günü geçerse alır etimden, tenimden
O'na şöyle bir dokunsam
Bir kereye mahsus
Hiç acımaz alır, ömrümden, canımdan
Nasıl varabildim ben
Tek başıma bu noktaya?
Geriye dönsem gider, zamandan, akıldan
Dönüp dolaşıp yine, geleceğim siyaha
Tüm siyahlar gri, griler de olacak
Belki biraz daha fazla acı verebilirsin bana
kaybeden olmak varken zafer lüks bana
Belki biraz daha kasvet verebilirsin havaya
Kara bulutlar varken güneş çok sana
Belkide bu kadar kötü düşünmemeli
Düşününce daha net
Kış değil mi baharı getiren?
"bunlara göre birini seçmek ve onunla yaşamaktan ibaret kaldı aşk. artık kimse kimse için dağlar aşmıyor, ırmaklar geçmiyor, diyar diyar gezmiyor. mecnun bütün çölleri tüketmiş,kimseye çöl kalmamış yeryüzünde. kurumuş vahalarda seraplar bitmiş. o olmazsa öteki, o olmazsa bu, o olmazsa şu... fark etmez, fark etmez.
ille de o. yalnızca o. sonsuza dek o, o, o, o diyen kalmadı. kimse kimsenin o'su değil... artık değil."
Çözdüğünü sanırdı dünyayı. Her şeyi anlamıştı ve hazırdı hayata. Her şey çözüldüğüne göre geriye sadece bildiklerini hayata geçirip mutlu olmak kalıyordu. Sıvadı kollarını ve bir heves başladı işe. Yapmak istediği şeyleri bir bir yaptı, ne kadar zor olduğu önemli değildi, çok isteyince olurdu ve onun başarmak için sağlam nedenleri vardı. Büyüdüğünü sanan bir küçüktü, en güzel zamanlarıydı hayatının.
Tek tek gerçekleştirdi aklındakileri ve mutluluğu beklemeye başladı. Biraz geç mi kalacaktı ne? Haber de vermemişti oysa...
Mutluluk kırıntıları döküldü zaman zaman üzerine, ne kadar da nazik dedi, kendisi gecikeceği için küçük armağanlar gönderiyor, hepsi işaret bunların, her şey güzel olacak...
Günler, geceler, şehirler, insanlar geçti üzerinden. Mutluluk kırıntıları çabucak tükendi ve yerlerine yenileri gelmedi.
Bir yerde hata yaptım kesin dedi, hayata olan inancını yitirmek istemedi. Yeni çözümler üretti, son bir gayretle onları da uyguladı. Tekrar beklemeye başladı. Bu sefer değişeceğini umdu sonucun.
Yıllar geçti. Buldu, kaybetti. Buldukları aslında yoktu, fark edemedi.
Büyümemişim demek ki dedi önce, büyümeyi bekledi. Büyümek diye bir şey olmadığını anladığında geç olmuştu, sadece uykusu vardı, uyudu.
Uyandığında hayatın tek gerçeğini çözmüştü; çözümsüzlüğünü. Çözmek diye bir şey yoktu, tüm çözümler geçiciydi ve insan kendisi dahil hiçbir şeyi gerçekten çözemiyordu. Bu noktada iki seçenek kalıyordu ona.
Çözmüş numarası yapıp, günlük kaygılarla geçirebilirdi hayatını. Sadece mutluluk numarası yapması gerekiyordu ve nasılsa alışırdı insan rol yapmaya. Bu öyle bir yalandı ki, bir gün mutlaka kaptıracaktı kendini ve kendisi bile unutacaktı rol yaptığını...
ikinci seçenek kendini kandıramayacak kadar kendinde olanlar içindi. Mutluluğa dair hiç ümidi kalmamışların, günlük kaygıları tutkuya dönüştüremeyecek kadar yanılgıyı anlamışların yoluydu. Sadece en cesurlar ve en korkaklar seçeceklerdi bu yolu, cesur mu yoksa korkak mı olduklarını hiç bilemeden. Küseceklerdi kendi varlıklarına, söz vereceklerdi hiçbir şeyi anlamaya çalışmayacaklarına ve o andan itibaren hayatın önlerine getirdiği şeylere ne şaşıracak, ne de alışacaklardı...
Gökten 3 şey düştü, o dönüp bakmadı düşenlerin ne olduğuna. ikinci yolu seçmişti.
içinde kalmış en güzel duygu,
kirletmek istemediğin tek şey,
sadece "o" var bazen,
sadece "onu" düşünürken mutlusun,
ona bile söylemiyorsun, korkuyorsun...
içinde "onun" olduğu hayallerinin bozulmasından,
seni, senin "onun" hissettiğin gibi hissedememesinden,
sende ki "onu" anlayamacağından korkuyorsun...
"o" en güzel sana göre,
yüzüne baktığında, bir şeyler kopuyor içinden...
bakamıyorsun gözlerine, acıyor evet...
başını çeviriyorsun belki, çocukça evet,
ama "o" en masum sende..
konuşamıyorsun "onunla" ,
boğazında bir şeyler düğümleniyor,
ama duymak istiyorsun sesini,
en güzeli "onunki" sende...
yanından geçtiğinde bile ürperiyorsun,
sımsıkı yumuyorsun gözlerini,
orda ölece kalmak istiyorsun,
sadece "o" var çünkü...