bu iğrenç dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak gören şair.
***
burada daha ne kadar öleceğim?
yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde?
ben size alışamam... tehdit: koltuğunuzun bedeninizle dolmaması... tehdit: bir merdivenin uygunsuz konumu, gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yok oluşu.
'ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada...'
öylesine yoksulluk, bir sevi düşünün bu kadar yayılması günlere hiç karşılıksız…
ağlıyorduk... ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle düşünüyordum size dokunurken... siz bu ıslaklığı tanıyordunuz, düşümde böyle düşünüyordunuz... nasıl biliyorduk, nasıl? her ışıltı anının acı yükünü, ülkemizin sonsuzca yumuşayarak kuraklıktan kurtulduğunu; bu gözyaşlarının susulmuş her çığlık, beklenmiş her sevinç için, onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak…
delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, varolanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor... bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla...
onu sürükleyeceğim... sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak, tanımlanabilir gün ve gecelere maledilmeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay, saygısını bulsun içkin dünyasında belirsiz ‘ben’in...
Dinlerken ay kendini buhurdandan savrulan
yanık ünlemlerle,
Dalgın tireler eski bir sıcak taş üzre
uzanmışken, unutmuşken direnmeyi
biricik umutsuzluk açısında,
Bu yanlış halkada kendine kapanan şakra
geri dönmeyecek şerareyi arıyor;
kara bir ölüm bilyasını ölçerek gelen su ve
avcıotlarında.
Koştu su yaman bir gökdil zarfında, ağladı.
Açtı. Yeni bir kalem denli.
Bir çeşmenin ağzında yiten safir lapisi
mor bir cesetin burnuna takılmış buldu.
Çökertti tetikte duran yıkım alanlarını da.
Bedenlerin karmaşık ikliminde can çekiştirdi biçimi,
Her kılıkta cirit atan bir imparatoriçenin emrinde.
Aynada güreşen bir ağaca, bir güneşe takılarak
saçlara dolanan dudağı kustu suçunu, porselen
duvarlara gizlenmiş kahverengi masalların,
suskun bir tan sökümünde.
Şimdi varacağı boy sezilemez.
Solgun bir mum mavisidir belki,
belki yaşayakalan ölümdür,
bütün yanık ünlemler tekrarında!
ne zaman ölüm gelse aklıma yüz bulmuş halidir nilgün. intihardı değildi bilmem ama verilecekse cennette istediklerimiz, karşılıklı oturmak isterdim anlamlı anlamsız... anlatsa da dinlesem. "öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna."
cemal süreya'nın zelda'sıydı, ilhan berk'in büyük nilgün'ü.
ece ayhan için ayrı bir dünyaydı nilgün marmara. meçhul öğrenci anıtı şiirindeki 128 numarasıyla kast edilen kişidir kendisi. ece ayhan'ın sıra arkadaşı.
"hayatın neresinden dönülse kardır." diyerek yaşama karşı ölümü seçmiştir marmara'nın nilgün'ü.
"Benden sonra kuşlara iyi bakın". Seviyorum temiz yürekli insanları.
Dediğini de küçüklüğümden beri yapıyorum.
Pencere mermerine hala kuru ekmek, buğday, mısır koyanlardanım.
Perdeyi sonuna kadar açıp güvercinleri tebessümle izleyenlerdenim.
Hele ki mevsim kışsa insanin içi ısınıveriyor hemen.
doğumda içi kanayan,
kağıda mayın döşeyenlerden. bu ülke için, edebiyat dünyasının en büyük kayıplarından. henüz 29 yaşındayken, evinin balkonundan atlayıp intihar eden güzide insan.
boğazımda düğümlenen koca bir halat. düğümlü, boşluğa salınıyor, salınıyor, salınıyor... ve havaya sürtündüğü yerde çıkarttığı tek bir dize var;
“ey tiksinç aydınlık! kusuluyor senin için, bil!”
çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. yiten bu işte!
neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlattıklarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayağılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz?
herkes evinin önündeki çölü süpürmelidir, içerideki çölü dışarıdan sızmış olarak görüyorsa, beklesin, ağır ağır aksın kum tanecikleri, biriksin ve dışarının çölüne bitişsin, o zaman herkes yine evinin önündeki çölü süpürmeyi sürdürebilir.
delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor. bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini el geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla.
kentlerin havalanlarından çok düş alanlarına gereksinimi var. yeni düş alanları yapılmalı, onlar restore edilmeli ya da tümden yok edilmeli.
üzerimden trenler, kamyonlar, tırlar, ve tüm araçlar geçiyor sana doğru yürürken bu sonsuz evcilik oyununda.
geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe kalka yuvarlanarak, sürünerek.
nasıl olursa olsun; görmek için bu eski dostların yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını geliyorlar! uyuyan arzunun düşün imgelemenin anlağın belleğin leş kokularını duymaya geliyorlar.
ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıklarında seviniyorlar canlıyız diye.
şiirlerini okumaya doyamıyorum. okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamamakla beraber, hayatı, hayatımı ciddi ciddi sorgularken buluyorum kendimi. garip düşüncelere kapılıyorum. sevgili nilgün'ün o çok sevdiği "kuşlar" gibi hissediyorum kendimi. şiirlerinde geçen bazı sözleri kenara not etmiştim. bir kısmını paylaşıyorum buyrun;
- beklemek
taşıl kaygısı kaotik özlem
neydi beklediğimiz ve gelecek olan
salt acı
...
- ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
üzgün adım, ileri marş!
...
- yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler = nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında.
- çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
her gün her gece eğer adasında,
gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden,
kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım,
ölü benim kendini izlesin her yandan,
o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık
kendi kendine nasıl da eğlenir?
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına?
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına?
Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş...
Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca
kestiğiniz yerde? Ben size alışamam.
gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yokoluşu.
"Ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada."
Öylesine yoksulluk, bir aşk düşünün sihirli hiç karşılıksız...
Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı.
29 yaşındayken intihar etti. Yazdığı şiirlerin basıldığı kitabı göremeyen şair olarak bilinir.(d. 1958, istanbul – ö. 1987, istanbul)