Sezen Aksu ispanya'ya gitmiş (ay gene mi ispanya?), iki saat konser vermiş, ispanyolca şarkı 'bilem' söylemiş, gönülleri fethetmiş, umum kefereyi kendine hayran bırakmış. Dinleyiciler toplasan bin beş yüz kişi ama zarar yok. Hayırlı olsun, helal olsun.
Haberi yazan arkadaş, Sezen'in söylediği 'El Porompompero' şarkısını 'Porron Pon Pero' sanıyor ama gene zarar yok, gene helal olsun. Türk şarkıcısına bayılmışlar, Türk gazetecisine bayılmasalar da olur.
Bu arada elbette bir hıyar ispanyol gazetecisi de çıkmış (hıyarlık yalnızca bir kısım Türk basınına özgü değil ki), 'Türkiye'deki kadınların tutucu bir baskı altında olmasının Sezen'in sanatçı kimliğini nasıl etkilediğini' sormuş. Bu tür soruları genellikle sorarlar.
Kahraman Türk kızı Sezen de, artniyetli gavura hemen hakettiği 'tokat gibi' cevabı yapıştırmış (muhabir öyle diyor), ağzının payını vermiş tabii: 'Sizi Türkiye'ye davet etmek isterim, düşündüğünüz gibi olmadığını göreceksiniz.'
('Tokat gibi' diyen arkadaş iki paragraf aşağıda da 'nazik bir dille' diyor.)
Yani Türkiye'de kadın baskı altında değilmiş.
Sezen hem haklıdır, hem haksız. Hem haklı hem haksız olabilmek de ancak Türk'e özgü bir çelişkidir.
Sezen'in tepkisi, geleneksel yarı-aydın Türk tepkisi...
Kocası para kazanınca memleket kalkındı sananlar...
Tansu Çiller başbakan olunca Türkiye kurtuldu sananlar...
'Tanıtım yetersiz' kafasıdır bu...
'Ne güzel yerlerimiz var, turistler ille de gidip çarşaflı kadınların resmini çekiyorlar' tepkisidir bu.
Turist, çarşaflı kadın ve hamal resimlerini Türk düşmanı olduğu için çekmez, ilginç bulduğu için çeker. Sen de onun ülkesine gittiğinde ilginç, çelişkili, çağdışı bir görüntü bulursan sen de onu çekersin, ödeşmiş olursunuz.
Bu küçük Kemalist memur kafası, görüntüyü düzeltecek yerde görüntüyü halının altına süpürmek ister.
Hani sokak ortasında kara çarşaflı kadına saldırıp çarşafını yırtınca 'çarşaf meselesini hallettiklerini sanan' iri kalçalı bazı memur eşleri gibi...
Rahmetli Kemal Tahir durup durup şöyle derdi: 'Türk aydını, çift gerçekli olduğunu hiç unutmayacak arkadaş!'... Türkiye hem doğulu hem batılıdır, ne doğulu ne batılıdır. Ne köylü ne şehirli olan gecekondulu gibi, ne otobüs ne otomobil olan minibüs gibi, Türkiye lumpen bir ülkedir.
Bu ülkede aynı anda kaç milyon şişe rakı içilir ve kaç milyon baş secdeye varır?
Kaç kız göbeği dışarıda, ve de kaç kadın ağzı burnu umacı gibi örtülü dolaşır?
Üstüne üstlük, kafası sıkmabaş ama omuzu, kolu, göbeği açık kaç Müslüman kızımız vardır?
Kaç kişi Laila'ya kaç kişi Zürafa Sokak'a gider bir gecede?
Atatürk'ün 'sosyal haklarını verdiği' kaç milyon kadın seçmen vardır ve kaç milyon kadın seçmen oyunu atacağı zaman kocasının emrinden çıkamaz?
Türk kadını hem baskı altındadır hem değildir. Türkiye'de hem zengin hem fakir vardır. Türkiye hem güzeldir hem çirkin. Hem soyludur hem rezil.
Aman, Sultanahmet Meydanı'yla Bağcılar sokaklarını birbirine karıştırmamak gerektiği gibi, Sezen'in içinde yaşadığı 'sahne, perde ve podyum dünyasının sıyırmış kadınları' çevresiyle, bir çocukla pastaneye gidip limonata içti diye aile meclisi kararı ve baba emri üzerine amcasının oğluna telle boğdurulan kızların cehennemini birbirine karıştırmayalım!...
Büyük Sezen, ispanyol gazetecisini Boğaz'a rakı içmeye götüreceksin, anladık da, Sütlüce'de işkembeciye de götür.
engin ardıç' in sezen aksu kimliğinden yola çıkarak yaptığı bir eleştiridir. yalnız, elif şafak ın baba ve piç kitabındaki tarzda bir söylemde bulunsaydı eğer sezen, o zaman nasıl bir eleştiri yapardı merak ediyorum. yani, çok ilginç bir eleştiri aslında. kadıncağız ülkesinin feodal yapısını anlatıp da yurtdışında milleti hakkımızda kötü etkilememiş niye eleştirir bilinmez...