Konuşmayı beceremeyip Ne dediği belli olmayan bağlılarının kendisine şiir niyetiyle müsamere manisi yazdıp marifet diye ulu orta paylaşmaktan utanmadığı uzatmalı harbiye abonesi.
Bir an şiirimsiyi hindistan şivesiyle Aydınoğlu okuyor sandım.
Reisicumhur 5 Ağustos'tan 1 Ekim'e (1929) kadar istanbul'da kalmıştır. Bunun üç nedeni vardır. Birincisi, istanbul ve çevresinde sağlığı hakkında dolaştırılan söylentileri yalanlamak, ikincisi Türk Tarihi çalışmalarını başlatmak, üçüncüsü dinlenmek. 6 Ağustos sabahı Tuzla'da özel trenden inen reisicumhur, Vali Muhittin Üstündağ, Kolordu Komutanı Şükrü Nail Gökberk ve CHP Müfettişi Şinasi Paşa ve yanındakilere, "En sonunda beni istanbul'a getirdiniz" diyecektir. Pendik'te kendisini Meclis Başkanı Kâzım Özalp, Başbakan ismet inönü ile istanbullular karşılamıştır. Başbakanın Pendik'teki köşkünde meclis başkanı ile kısa süre dinlendikten sonra Haydarpaşa'dan Söğütlü yatıyla Dolmabahçe Sarayı'na geçmişlerdir. 10 Ağustos akşamüzeri Büyükdere'de Ali Fethi Okyar'ın köşkünün balkonundan kendisine mızıka ile tezahürat yapanlara, "Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Bu millet, bu memleket yeni rejimin üzerinde dünyanın en makbul rejimi olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim" diye konuşması dinleyenleri duygulandırmıştır.
Dolmabahçe Sarayı'nda günlük program yoğundur, bazen motorla denize çıksa bile çoğu kere arkadaşlarıyla buluşmakta ve heyet kabulüyle meşgul olmaktadır veya tarihi ve dini mekânları ziyaret etmektedir. 17 Ağustos günü Gazi Çiftliği konulu ilk filmi seyretmiştir. Filmi çeken Ferit ibrahim'i tebrik ile çiftliğin harman görüntülerinin de çekilmesini istemiştir. Ayrıca filmin ülkenin her tarafında gösterilmesini ve özellikle çiftçilere örnek olmasını söylemiştir. 7 Eylül sabahı 10.00'da reisicumhur ve beraberindekiler otomobille çeşitli yerleri ziyaret amacıyla hareket etmiştir. Karaköy'den Sultanahmet-Fatih Yolu ile Rami'ye kadar gidilmiş; Beyazıt'ta üniversitenin çevre düzenleme çalışmaları incelenmiştir. Rami'den dönüşte, Sultanahmet ve Ayasofya camileri ile Eski Eserler Müzesi gezilmiş, Sultanahmet Camii'nin tamiratı gibi işlerin, "Aslına en uygun ve eserin orijinalliğini bozulmadan acele bitirilmesi" talimatı verilmiştir.
1 Ekim günü saat 12.20'de Ankara'da resmi görevliler, kordiplomatik ve halk tarafından karşılanmıştır. istasyonda bulunan ABD Büyükelçisi o günün soğuk, rüzgarlı, yağmurlu olduğunu ve reisicumhurun yardımla vagondan indiğini, yorgun ve yaşlanmış göründüğünü yazacaktır.
Bu arada ilginç bir diplomatik gelişme olmuştur. 12 Ekim'de istanbul Limanı'nı Amiral Frederick Field komutasında ingiltere'nin Akdeniz filosu ziyaret etmektedir. ingiliz diplomatik raporunda vurgulandığı gibi, milli yenilenme ve inşa sürecinde Türkiye Batı'dan esinlenmektedir, fakat, Sovyet Rusya faktörünü göz ardı etmemektedir. istanbul Limanı'nı ziyaret eden ilgiliz Filosu komutanı Çankaya Köşkü'nde reisicumhur tarafından kabul edildikten sonra, aralık ayında Sovyet Rusya ile protokol imzalanacaktır. Aynı raporda son altı aydır ingiltere'nin, 1920'ler başındaki işgali unutturmak ve yeniden güven tesisi için çabaladığı yazılmıştır.
29 Ekim'de New York Borsası'nın çöküşüyle dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bir felaket, ünlü 1929 krizi başlamış ve milli paranın korunması konusu Ankara'nın gündemine aniden girmiştir ve dolayısıyla reisicumhur şimdi bu konuyla ilgilenmektedir. Wall Street Krizi'nin yansımaları Türkiye gibi tarıma dayalı ve yeni gelişen ekonomilerde de hissedilmektedir. Şiddetli krizin etkileri, Osmanlı imparatorluğu'ndan kalan borç yükü ile birleşince Türkiye müttefiklerden borç ertelemesi istemek zorunda kalmıştır. Fakat, ingiltere ve Fransa'ya göre, Türkiye'nin ekonomik sıkıntıları dünya krizinden ve Osmanlı borçlarından değil, kamu yatırımlarından ve ekonomik yönden yeniden yapılanmadan kaynaklanmaktadır.
1 Kasım 1929 günü reisicumhur, meclis yasama yılı açılışında 445 kilometre demiryolu döşendiğini, bir yıla kadar 500 kilometre daha döşenmesini hedeflediklerini söylemiştir.
▪︎ Kaynaklar ...
Ertuğrul Zekâi Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Yurtiçi Gezileri, s.529-544-550-553 ve 559.
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt XXII, s.336-337.
Joseph C. Grew, Yeni Türkiye, s.155.
Yonca Anzerlioğlu, ingiliz Büyükelçiliği Yıllık Raporlarında Türkiye (1929-1931) s.661.
Nur Bilge Criss, Atatürk'ün Mirası, s.98.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre III, Cilt XIII, s.3-4.
(Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılırken, istanbul, 31 Ağustos 1929) ...
“Selanik’te öğrenci iken, Nadire diye bir komşu kızı varmış. Ciğerlerinden hasta olan bu kız Mustafa’ya pek hayranmış. Her geçişinde pencereye koşar, ona bakarken yüzünü al basarmış. Bir gün komşu kızı Hatice’ye açılmış:
-‘Mustafa Bey, öteki arkadaşlarına hiç benzemiyor’ demiş. Bu gizli sevdayı Mustafa’ya hissettirmeye karar vermişler. Hatice, Zübeyde Hanımların evine girer çıkarmış. Bir cuma, ailece oturmaya gitmişler. Mustafa evde yokmuş. Hatice, üst kattan bir şey getirmesi istendiğinde aklındaki planı uygulamaya koymuş. Sofadan geçerken, saksı içindeki kırmızı karanfillerden birini gizlice koparmış. Mustafa’nın üst katta soldaki yatak odasına dalmış. Karyolasının başucundaki masanın üzerinde açık duran tarih kitabının üzerine karanfili bırakmış. Korkudan titreyerek koşar adım aşağı inmiş. Çiçeğin Nadire’den geldiğinin anlaşılacağına eminmiş. Az sonra Mustafa eve gelmiş. Zübeyde Hanım’ın ve Hatice’nin annesinin ellerini öpmüş. Hatice’nin de elini sıkmış. O dönem Türkler arasında el sıkma âdeti olmadığından Hatice şaşırmış biraz... Zaten gizlice bıraktığı çiçekten dolayı pek heyecanlıymış. Mustafa bu heyecanı hissetmiş. Gözlerini Hatice’nin gözlerine dikmiş. Küçük kız ne yapacağını bilememiş.
Mustafa:
-‘Ders çalışmam gerekiyor’ deyip yukarı çıkmış. Çıkar çıkmaz da tekrar aşağı indiği ayak seslerinden anlaşılmış. Hatice kalbinin duracağını hissetmiş. Çünkü geldiğinde Mustafa’nın elinde o kırmızı karanfil varmış.
-‘Bu çiçeği benim kitabımın arasına kim koydu?’ Diye bağıracak diye çok korkmuş
Hatice...
-‘Ben ettim, sen etme’ der gibi bakmış ona... Mustafa, Hatice’yi alaycı gözlerle süzdükten sonra dışarı çıkmış. Hatice hemen gidip olanları Nadire ablasına anlatmış.
-‘Ölüyordum korkudan. Bir daha beni böyle işlere sokmayın’ diye yalvarmış. Nadire, çiçeğinin adresine ulaşmasının keyfiyle beklemeye başlamış. Aradan epey bir zaman geçmiş. Bir gün Hatice, Zübeyde Teyze’sinin kendisini oğlu Mustafa’ya istediğini öğrenmiş. Ama Hatice’nin annesi, Mustafa asker olup uzaklara gidecek diye bu evliliğe yanaşmamış. Konu kapanmış. Mustafa, Harbiye’de okumak için istanbul’a gitmiş.
Ama annesine gönderdiği her mektubun altına:
-‘Hemşiremiz Hatice Hanım’a da özellikle selamlar ederim’ cümlesini eklemeyi hiç eksik etmemiş. Harbiye’den Harbiye Yüzbaşısı olarak çıktığında Hatice’yi yeniden istetmiş. Bu kez Hatice’nin ailesi razı olmak üzereyken Saray’da çalışan bir ahbapları onları uyarmış:
-‘Ben onun hakkında Saraya gelen jurnalleri okudum. Geleceği çok karanlıktır. Aman uzak durun’ demiş. Hatice’nin annesi, kızını alelacele bir başkasıyla evlendirmiş. Yıllar geçmiş. Mustafa Kemal, ‘Atatürk’ olmuş. Evlenip çoluk çocuğa karışan Hatice, yaşadıklarını 1920’lerde bir kış günü, Kocaeli'nde Milli Eğitim Müdürü olan apartman komşusu Münir Hayri Bey’e anlatmış. Münir Hayri, daha sonra sinema tahsili için yurtdışına gitmiş. Döndüğünde Atatürk kendisinden hayatını perdeye yansıtacak bir senaryo yazmasını istemiş. Senaryonun esaslarını da kendisi yazdırmış.
-‘Filme başka neler koymalıyız?’ Diye sorduğunda Münir Hayri, biraz da çekinerek,
-‘Her filmde kadın ve aşk unsuru aranır, bilmem nasıl emredersiniz’ demiş ve yıllar önce Hatice’den dinlediği hikâyeyi Atatürk’e nakletmiş. Atatürk hatırlamış ve gülmüş:
-‘Ben, Hatice’nin o karanfili kendi hesabına koyduğunu sanmıştım’ demiş. Ve devam etmiş:
-‘Hatice zekâsı, güzelliği ve terbiyesiyle örnek bir kadındı. Her vakit hayatımın en değerli hatıraları arasında kalacaktır.’ Sonra Nadire’yi de hatırlamış.
-‘O kızcağızı da bir kâtiple evlendirdiler. Sonra da öldü.’ Birkaç gün düşündükten sonra Münir Hayri’yi yeniden çağırmış Atatürk:
-‘Tamam’ demiş;
-‘Bizim çocukluk hikâyesini filme koyalım. Yalnız Hatice’nin ismini koymayalım. Bu, çok masum bir hikâyedir, ama belki Hatice’nin torunları filan istemezler.’
Münir Hayri’nin senaryosu ‘Ben bir devrim çocuğuyum’ adını taşıyordu;
Atatürk rahatsızlandığı için bu film çekilemedi. Hatice mi? Son sürpriz de bu; Hatice Hanım Milletvekili seçildi ve Meclis’e girdi. Torunları hayatta mıdır acaba?”
Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ankara 1959, s. 23–25.
Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009.
1881 - 1938 yılları arasında yaşamış, manastır askeri harp okulunda okumuş, trablusgarp ve çanakkale' de başarılı direnişlere imza atmış, 19 mayıs 1919' da samsun' a ayak basarak kurtuluş savaşını resmen başlatmış, yurdun dört bir yanında düşmana karşı zafer kazanarak 29 ekim 1923 tarihinde türkiye cumhuriyetini kurmuş, ilke ve inkılaplarıyla geliştirmiş ulu önder.
Kendisini islam ve allah düşmanı gibi göstermek vatan hainlerimize yunan ve ingiliz müttefiklerinden kalma çok eski bir gelenektir.
Bu şayialarla bu adamlar 100 yıldır sağ siyasete kabus gibi çökmüş durumdalar ama bir allah’ın kulu da demiyor ki arkadaş siz napıyorsunuz?
1927 yılında rıfat börekçi hoca ile hutbe hazırlayıp okutturan Bizzat kendisidir.
Anneleri hanım efendi gayet mütedeyyin bir kadındır, mahalle mektebindeki hocaları da öyle olduğundan din bilgisi Gayet üst seviyededir.
Kuran’ı kerim’i elmalılı hamdi yazır hoca’ya çevirttiren, sonrasında bastırtan ve en iyi Tefsirleri yazdırtan yine kendisidir.
Mason localarını kapatan da yine kendisidir.
Atatürk’ü din düşmanı göstermek isteyenler burdan ekmek yiyenlerdir. Politikacı olmaları şart da değil, bundan menfaat devşiren onlarca tip var bu memlekette. Bunları milli mücadele döneminde hep ingiltere örgütledi. Sonuçta sömürgeci devlet.
Türkiye’nin bugün din, dindar, mezhep, laik anlaşmazlığı varsa, kutuplaşması varsa, kürt meselesi varsa, terör sorunu varsa bunun öncelikli sebebi ingiltere’dir. 50’lerden sonraysa bu bayrağı cia devralmıştır.
Bu yüzden 60 darbesinden sonraki her darbe veya antidemokratik toplumsal olayda mutlaka fethullah gülen’in dahli vardır.
Kısacası atatürk’ü din üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışan birini görürseniz, emin olun ki ya kandırılmıştır, ya da misyonerdir.
Atatürk’ü şahsen sevmeyebilirsiniz, her konuda haklı bulmayabilirsiniz, Kıyaslayabilirsiniz falan...
Fakat din düşmanı derseniz bu büyük haksızlık olur. Kendisi din düşmanı değil, dini unsur yönetiminin devlet denetimine bağlanması gerektiğini düşünen birisiydi.
Çok ufak bir örnek... dini saiklerle insanları kullanan fetö gibi örgütleri görünce; bank asya, jet fadıl, ihlas holding gibi vakaları düşününce yaptığı sonuna kadar doğrudur.
Atatürk halkı sömürge olmasın, savaşlarla yıpratılıp suistimal edilmesin, kendi göbeğini kendisi kesebilsin, dünyayla mücadelede hiç geri kalması istemiş bir türk kahramanıdır.
Ümmetçi değil, türkçü olduğu için kafayı takanlar da vardır ama ümmetçilik çok uluslu bir imparatorluk olması sebebiyle ta osmanlı’dan tarihe karışmış bir şeydir.
Müslüman olmamız için araplaşmamız gerektiğini savunup bir de osmanlıcıyım diyen kim varsa kör cahildir.
Liderinde üstüdür. Dil kurmak fabrika kurmak ve savaş kazanmak anafartalar savaşı conkbayırı göğsüne şarapnel isabet edip ölmemesi (göğsünde saat vardı Allahın bir lütfudur) Mustafa kemal atatürke ramazan kurtoğlunun hakaret etmeleri oldu ve bu hakaret etmelere zorla dejavudan dolayı beni tehdit ettiğinden bende maruz kaldım. Atam nur içinde yat mekanın cennet olsun seviliyorsun laiklik güzeldi.
gerçek dünya lideri,
ilk ve tek başkomutan,
türkiye cumhuriyet'inin kurucusu,
modern türkiye'nin yaratıcısı,
dünyanın hayran olduğu,
ak troll, fetö, pkk, bilumum vatan hainlerinin düşman olduğu, ulu önderdir.
“iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.”
“ey türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!”
türk istikbalinin evlatlarından biri olarak iktidardakilerin gaflet içerisinde olduğunu görüyorum. ve umarım bir gün her şey yoluna girecek, kendi adıma görüşümü genişletiyor, araştırıyorum. paylaşıyorum, yazar kardeşlerim sizlerde gözlerinizi açınız..
Atatürk son meclis konuşmasında: "... Gökten indiği sanılan kitaplar.. "
Adam inanmıyor inanmıyor CHP ana programının bu gökten inildiği sanılan kitaplardan daha değerli olduğunu düşünüyor.
inanmama hakkı var Atatürk'ün, inanmayabilir ama o inanmadığı halde sizin gelip onun iman etmiş olduğunu söylemeniz çok komik.
kendisi dinsizdir. mustafa kemal gibi büyük bir dehayı dinsiz olması ile vurmak ise abesle iştigaldir. o bir milleti baştan yaratmış, 12 13 senede 300 yıl geri kalmış bir milleti ileri götürmüştür.
bunu anlamak için şunu düşünün, bugün afganistanda biri çıkıyor ve ülkeyi birleştiriyor, her dış gücü dışarı atıp devleti 10 yılda iran seviyesine çıkarıyor ve laiklik getiriyor ülkeye.
aynı şey. kendisi dinsizdir evet ama bu onun tercihidir. yaptıkları çok büyük işleri perdeleyemez.
en önemlisi ise kendisi bir diktatör sayılabilecek kadar kural tanımamıştır. faydalı olup olmadığı ortada, türkiye hiç bir zaman bir ortadoğu ülkesi olmadı onun sayesinde fakat bu adama solcu tiplerin sarılmasını hiç sevmem.
ve tabii ki kendisi bir türkçüdür. devrimci falan değil. bugün yaşasaydı muhtemelen gezi parkına üç tane atom bombası falan atardı. hdp mitinglerine de 5 tane.
ayasofyanın müze yapılması hakkında 1. cumhurbaşkanı olarak aldığı bir karar, 12. cumhurbaşkanı tarafından "danıştay kararı gerekçe gösterilerek" iptal edilmiştir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2053024/+