günümüz şairlerinden kimleri okursunuz?
türkiyede şair yoktur, son olarak attila ilhan vardı benim için.
murathan mungan okumaz mısınız?
ben size ne dedim. yüksek zevklerim var. bunu saklamam ve onları okumam.
peki nâzım hikmet!
bence çok büyük bir şair değildir, attila ilhan ondan daha üstündür. türkiyede, doğu toplumlarında bir âdet vardır. mazlum olarak lanse edildiğin takdirde senin diğer yeteneklerin de yukarıya çıkarılır. nâzım öyledir. necip fazılları, hâşimleri, akifleri unutmayın.
nâzımı siyasi görüşü yüzünden sevmiyor olabilir misiniz?
hayır edebiyat açısından bakıyorum. çok güzel şiirleri ama dendiği gibi çok büyük şair değildir. ne kadınlar sevdim zaten yoktular gibi bir sözü yoktur.
türk ressamı deyince kim gelir aklınıza?
türk resmi yoktur. türkiye resim adı altında resim, galeri mafyası vardır. galeri sahiplerinin birbirlerine yolladıkları ihbar mektuplarını göstersem ağzın açık kalır. edirnenin dışında para etmeyen şey evrensel olamaz. meselâ günseli kato klasiktir, onu ayrı tutuyorum.
roman?
roman da yok. 500 sene sonra belki.
nobel aldı bir romancımız. olmayan romanımızın nesine verdiler ödülü?
orhan pamukun bildiğim kadarıyla 2 romanı intihaldir. birini yayınladım daha önce, beyaz kaleyi. bir romanı daha vardır ama ismini şimdi vermeyeyim. o da çok önemli bir amerikalı yazardan çalıntı. nobel ödül komitesinin bu amerikalı yazarı bilmemesi imkânsız. dolayısıyla nobel tamamen siyasi bir ödüldür.
şu kadar ermeniyi kürtü kestik demeseydi alamazdı o ödülü.
türkiye'nin kesinlikle en iyi tarihçilerindendir. kendisini dilerken şaşkınlığınızı gizleyemez hayran kalırsınız bilgisine kültürüne. biraz megolaman bir tarzı vardır fakat artık o kadar da olsun yani böyle bir adam da olmayacakta kim olucak.
atatürkün cesedi bozulmuştu sol gözü de iğrençti gibi gereksiz bir iddia ortaya adan tarihçi. madem böyle şeyler söylüyorsun fotoğrafı da göster de mi aksi halde insanlar art niyet ararlar. zira cesedin bozulmadığına yönelik bir çok görüş mevcut.
fransa'da şifayı kapmış gazeteci yazar. tarihin arka odası'nın son bölümünde zaman zaman fonda duyulan yellenme sesini andırır sesin meğerse kendisinin sümkürme sesi olduğu programın ilerleyen saatlerinde anlaşılmıştır.
terbiyesiz,
edepsiz,
saygısız,
ne dediğini bilmeyen,
yayına davet ettiği akademisyenleri aşağılamayı övünç kaynağı olarak gören,
ağzından çıkanlardan kulakları bihaber olan adamdır.
kendisi her seferinde türkçe'nin müzikalitesinin bozulduğunu söyler. Şöyle bir açıklaması vardır:
--spoiler--
"Türkçe, bir zamanlar son derece ahenkli bir dildi! Müzikalitesi yüksekti, ilk defa işiten ama hangi lisanı dinlediğini bilmeyen bir yabancı bile duyduklarından zevk alırdı.
Bizim akıcı bir italyanca'yı ve bazılarımızın Kuzey Tahran aksanı ile konuşulan temiz Farsça'yı dinlerken hissettiğimiz müzikalite, Türkçe'nin bozulmadan önceki zamanlarında aynen mevcuttu...
1930'lardan sonra uydurulan kelimelerle hem dili fakir, düşkün ve alîl bir hâle getirdiler, hem de Türkçe'nin âhengini ve ruhunu katlettiler.
"Yapıt", "olanak", "olasılık", "yanıt" veya "betimlemek" gibisinden içerisinde bol miktarda sert sessizin bulunduğu takırtılı kelimelerin âhenge sahip olmaları mümkün değildi ve lisanın müzikalitesi, ardından bir Fatiha bile okumaya fırsat bırakmadan sür'atle kayboldu, gitti... "
Kaynak: 25 Eylül 2013 Çarşamba Habertürk.
--spoiler--
işte sorun da tam olarak burada sayın bardakçı. Farsça'yı dinlerken hissettiğimiz bir müzikalite nasıl olur da Türkçe'de de olur? Bu iki dil aynı kökten gelmiyor. Neden olduğunu ben söyleyeyim. Bunun sebebi dediğiniz gibi 1930'lardan önceki zamanlarda dilimizdeki sorunlardan kaynaklanıyor. Çünkü 1930'lardan önceki Türkçe dediğimiz şeyin aslında Türkçe ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Arapça ve Farsça bol miktarda sözcük dilimize girmişti ve biz bunları Arap veya Fars formunda değilde Türkçe ağzına uygun olarak söylediğimiz için dil müzikal bir hal almıştı. Ama Türkçe aslını kaybedip yok olmaya başlamıştı. Bugün Osmanlı'nın son dönemleri hadi onu da geçin, meclisin ilk yıllarındaki meclis tutanaklarını okuduğumuzda hiçbir şey anlamadığımızı farkediyoruz. Bunun sebebi Türkçe'nin Türkçe'likten çıkmasından kaynaklanır. Falih Rıfkı Atay'ın bir kitabında okumuştum, kendisi lisedeyken bir şiir yazmış. Tabi lise dediysem osmanlı devleti zamanındaki lisedir bu. Her neyse bu şiirin bir dizesinde gitmek sözcüğü varmış. Hocasına bu şiiri göstermiş, hocası da o gitmek sözcüğüne karşılık farsça bir kelime söylemiş, onunla değiştirmesini istemiş. işte türkçe'deki aheng dediğimiz şey de tam olarak buydu. Anadolu'da ise Türkçe daha canlı olarak kullanıldığı için durum daha farklıydı.
Açıkça belirtmek gerekir ki, Türkçe takırtılı tukurtulu bir dildir. Yapısı gereği böyledir. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi Türk ülkelerinin hepsinde batıdan doğuya gittikçe takırtı tukurtu artış gösterir. Türkiye Türkçesi içlerinde en yumuşak olanıdır. Ama Türkçe'nin özü serttir. Sert cümleler kurulur. Türkçe'de yarattığımız yeni sözcükler de hep böyle olacaktır. Eski Türkçe metinleri edebiyat derslerinde az çok herkes okumuştur. O metinlerden aklımızda kalan hep Türkçe'nin sertliği olmuştur. Kısacası Türkçe hep böyleydi hep böyle olacak. Türkçe'den müzikal yaratmak, aheng yaratmak isteyenler boşuna uğraşmasınlar. Aheng Türkçe'nin özünde yoktur.
dün gece programda atatürk'ü evliya yapıp uçurdular. arkadaş, adam ''gökten indiği sanılan'' kitap diye sesleniyor, sen tutmuş cenaze namazı kılındı, kıbleye doğru yatıyor ne mübarek adammış diyorsun.
araştırmalarına göre yaptığı bir yorum olarak, şeyh edebali'nin osman bey'e nasihatleri gibi adlarla popüler olan metnin ittihat ve terakki döneminde uydurulduğunu (elbette metnin içeriği düşünülürse, iyi niyetle yapılmış bir hareket olmalı) belirtmiştir.
programında ayasofya konusu ilk açıldığında, halaçoğlu iyi ilim adamı ama siyaset yapıyor demişti. geçen hafta canlı canlı aldı cevabını. o imzanın sahte olduğunu kriminal olarak gördü. neymiş, atatürk'ün mühür yapılan imzaları varmış da, halaçoğlu bunu bilmiyor olamazmış. çıktı halaçoğlu, hepsini biliyorum, bu kararnamedeki imza hepsinden farklı dedi, gösterdi belgeyi.
neymiş bardakçı efendi, halaçoğlu doğru ilim, doğru siyaset yapıyormuş. bunu düştük bir kenara.
ha halaçoğlu ile arkadaşlar onların takışması. ilber ortaylı'ya saydıran hakan erdem'i teke tek'te fatih altaylı ile konuk edip iki hafta sonra ilber ortaylı ile yine teke tek'te dalga geçmişlerdi hakan erdem'le.