\" işte, kitaplarda okumuş olduğu insanlarla omuz omuza yemek yiyordu. Kendisi de kitaplardaydı, ciltlerin basılı sayfları içinde bir serüven yaşıyordu. \"
\" Onun dünyasında çocuklar ve ana babalar arasında böyle sevgi gösterileri yoktu. Bu, yukarıdaki dünyada ulaşılan, varlığın yüceliğinin açığa vuruluşuydu ve yine o dünyaya bu kısacık bakışında görmüş olduğu en güzel şeydi. \"
\" Tanıdığı bütün kızları hayallerinden silmeye çalıştı ve doğrudan kıza baktı. Hiç böyle bir kız görmemişti. O anda hayatında tanıdığı diğer bütün kadınları ve karşısındaki kızı düşündü. Kadınların tümünü tarttı ve ölçtü. \"
Sosyalizim abc sini
Jack london un
" Demir ökçe" sinden
Kapitalizmin abc sini
Jhonn steinbec in
" Gazap üzümleri" inden öğrendim
Tafsiye ederim kardeşime.
"Aynadaki görüntüsüne, 'seni salak!' diye bağırdı. 'Yazmak istedin, yazmaya da çalıştın ama yazacak hiçbir şeyin yoktu. içinde ne var senin? Bazı çocukça kavramlar, birkaç az pişmiş duygu, çokça sindirilmemiş güzellik, koskoca ve kapkara bir cehalet, aşkla yanan bir yürek ve aşkın kadar büyük, cehaletin kadar nafile bir tutku. Yazmak istedin! Neden, çünkü hakkında yazabileceğin bir şeye başlamak üzeresin. Bir güzellik yaratmakistedin, ama güzellik hakkında hiçbirşey bilmezkennasıl yapacaksın bunu?
Hayatın temel nitelikleri hakkında hiçbir şey bilmeden hayat hakkında yazmak istedin. Dünya senin için bir Çin bulmacasıyken ve varoluş düzeni hakkında yazabileceğin tek şey, onu hiç bilmediğinken, sen tutmuş dünyayı ve varoluş düzenini yazmak istiyorsun.'..."
Ah martin.
"Kendisi için ise güzelliğe hizmet etmesinin sevinci, onun için yeterli bir ücretti. Ve Ruth’u güzellikten çok seviyordu. Dünyadaki en iyi şeyin aşk olduğunu düşünüyordu. Onun içindeki devrimin itici gücü aşk olmuştu; onu kaba bir denizciden bir öğrenciye ve bir sanatçıya dönüştürmüştü. Bu nedenle ona göre bu üçünden en iyisi en büyüğü, öğrenmekten ve sanatkarlıktan daha büyük olan aşktı. Şimdiden, anlamıştı ki kendi beyni, Ruth'un kardeşlerinin beyinlerinin ya da babasının beyninin ötesine ulaştığı gibi, Ruth'unkini de geçmişti. Onun bir yıl kadarlık kendi kendine çalışması ve donanımı, dünya, sanat ve yaşam konularında ona Ruth'un sahip olmayı hiçbir zaman umut etmeyeceği bir ustalık vermişti.
Bütün bunları kavramıştı, ama bu Ruth'a olan aşkını etkilemedi; ne de Ruth'un ona olan aşkı bunan etkilendi. Aşk fazlasıyla güzel ve soyluydu ve Martin aşkı eleştiriyle kirletmeyecek kadar sadıktı."
intihar ustune dusundurur. kitabi okuyali belki 10yil olmustur ama martin in intiharinin yarattigi duyguyu animsadim.
(bkz: beyaz diş)
(bkz: vahşetin çağrısı)
"Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan; insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak istiyorum."
Henüz okumamış olmayı dilerdim.
Gerçi ben okuduktan sonra bir kere daha okudum.
Martin Eden'i okumamış olan çok şey kaybeder.
Hani çocukluk günlerinize bir özlem duyar da, hiç geri gelmeyeceğini bile bile bazen yine çocuk olduğunuzu hayal edersiniz ya, bu kitabın insanda bıraktığı boşluk öyle bir şey.
Martin Eden Jack London'dur,
Jack London Martin Eden.
Aslında kitabı Martin Eden yazmıştır.
Bu yüzden Martin Eden hala yaşıyor,
Jack London öldü.
Çok, pek çok geri dönemeyecek kadar çok uzaklaşmıştı. Bir zamanlar kendi hayat tarzı olan bunların hayat tarzı, şimdi ona tatsız geliyordu. Herşey onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Ona bir yabancılık gelmişti. Köpüklü bira nasıl tatsız geldiyse, onların arkadaşlıkları da öyle tatsız geldi ona. Çok uzaklaşmıştı…
Onlarla arasında binlerce kitaplık mesafe oluşmuştu. Bütün bunları düşündükçe üzüntüsü koyulaştı, acılaştı.
en sevdiğim kitaplardan biridir. insan kitabın içerisinde kendinden ne kadar çok şey bulursa o kadar akıntısına kapılır ve martin' e o kadar hak verir. genel olarak hepimiz haklı yönlerini görebiliriz.
kendi tercihlerimiz farklı olsa dahi martin onun için en doğru olduğuna inandığı yolda ilerlemiş ve karar vermiştir.
(bkz: jack london)'ın kendi hayatından parçalar da eklediği, bana göre her gencin mutlaka ama mutlaka okuması gereken bir roman. Özellikle lise çağındaki ve üniversitenin ilk yıllarındaki gençlerin mutlaka okumasını isterim.
hatta daha da spesifik bir kümeye önermem gerekirse, anadoludan okumaya büyük şehre gelmiş gençlerimiz okusun.
bir hedef uğruna o kadar çok koşmak ki, bir noktadan sonra hiç bir tarafa ait olamama hissi, her yerde kendini yabancı hissetme, gelinen noktadaki anlamsızlaşma muazzam aktarılmıştır.
içimde söylemek istediğim çok şey var sanki. Çok büyük şeyler. Bunları ifade etmenin yolunu bulamıyorum. Bazen bana öyle geliyor ki bütün dünya, bütün hayat, her şey içimde duruyor ve sözcüsü olmam için feryat ediyor.
Jack londonın kendi hayatından esinlendigi kitabı, felsefe egitimi almadıysanız tabiki bazı yerlerde anlamak icin kitap arkasından yardım alıyorsunuz bazı baskılarda numaralandırarak acıklamalarda bulunmuşlar. Ama hikaye tabiki etkileyici. Insan bir yere ait hissetmedigindeki o dünyadan kopup gitme ruh halini ara ara hangimiz yaşamıyoruz ki.
daha yeni okumaya başlamış olmama karşın niçin kitabı okuyan neredeyse herkesin denizci temalı dövme yaptırdıklarını anladığım Jack London kitabı. kitabı okurken okumuyor, Martin Eden ile beraber yaşıyorsunuz çoğu zaman. betimlemeler çok fazla, sayfa sayısı göz korkutan cinsten evet ama kesinlikle gereksiz değil. kitabı bitirdiğimde her an soluğu dövmecide alabilirim.