kotu bir dizi. sohretini sehir efsanesi gelistirme tekniklerinin basarıyla uygulanmasından alıyor. yok su suymus da, bu buymus, daha oncede seymis aslında, hettirifet. hayatlarında ilk defa bir diziyi anlayan guruhlar turedi, aslında lost serisi bombos oldugu icin anlayabiliyorlar.
sayesinde inanılmaz insanların varlığına şahit olunduğundan, teşekkür etmek mi ne yapmak gerekir, insanı kararsız bırakan dizidir.
çünkü bu diziye bok atmak, kötülemek prim yapar hale gelmiştir artık. dizinin ne kadar başarılı olduğuna bir kanıtta budur zaten. kimsenin başarısını tartışmaya bile kalkamayacağı bir hale gelmişken dizi hala bok atmak ve komikleşmek ne demektir, nedendir bilinmez...
insanın bir kere beynini yoracağı, en çok değil belkide tek yoracağı dizidir kendileri. hakkında üretilen sürüyle teoriye, günün her saatini diziyle ilgili bir materyale veya bilgiye ulaşmakla harcayan insanlara yapılan haksızlıktır, saygısızlıktır. anlayamamanın yahut hoşlanmamanın acısı böyle çıkarılmamalı.
zaten nasıl hoşlanılmaz, nasıl sevilmez ki bu dizi ? dizi bile demekle ayıp ediyorum zira kendisine. çünkü bir dizi olmayı çoktan aştı. 8 aylık ara boyunca büyük bir boşluğa düşmüş milyonlarca insan, abc'nin önünde toplanıp "yeter artık bu ızdırap!" diye sızlanan sürüyle insan varken, insanı insan yapan tüm duyguları bir arada yaşatan, olağanüstü bir akılla işleyen, böyle insanüstü bir kurguyu, en ufak ayrıtısına kadar, ışıklarından müziklerine, dialoglarından karakterlerin inceliklerine ve her bir karakterin hikayesinden ayrı ayrı bir yığın dizi ve film yapılabilecekken bunların tümünü bir kerede veren, maddi olarak hiç bir masraftan kaçmayıp seyirciye misal türk dizilerinde olduğu gibi basit bir yapım sunmayan, daha ilk bölümüyle 18 milyon dolar harcayan ve aynı rakamda insana izlettirerek ilk bölümünde seyirci başına 1 dolar harcamış olma başarısını gösteren ve 4 yılı aşkın süredir yeryüzünün en büyük televizyon fenomeni olma başarısını sürdüren başka bir dizi var mı bildiğin ? bir daha yapılabilme olasılığı yüzde kaçtır sence ? peki ya içerdiği dolgun maneviyata ne demeli ? izleyipte tüm detaylarıyla tüm bir hayatını sorgulamayan adam var mı acaba ? belli karakterlerin hikayelerinde gözyaşlarını tutamayan ya da ? yaşamının amacı haline getirmiş kaç kişi var sence bu diziyi ? ya da bunu başka bir dizi için yapacak insanlar var mı ? boş...
anlam veremiyorum. bu bok atmalara yahut belkide salt popüler diye itin götüne sokmalara... anlam veremiyorum. insani duygulardan arınmış olanlara... veremiyorum cidden...
hakkında kötü konuşmanın popülerlik olduğu dizidir. eskiden de izlemek öyleydi. ayrıcalıktı. şimdi tersine döndü iş. ancak herkes bu dizinin başarısını görüyor. dünya tarihinin en güzel ve sürükleyici dizilerinin başında gelmektedir benim için. başlasa da izlesek...
dizi iyidir,gerçekten süper ötesidir, kurgu, senaryo, ışık mışık hepsi fevkhalededir. ama eni sonu altı üstü dizidir. aklı selim hiçbir insan evladı saatlerce bir diziyi izleyip günlerce onu düşünmez. ya da izlediği dizi ile hava atmaya çalışıp prim yapmaya çalışmaz. dediğim gibi bir dizi. yani ne kadar muhteşem olursa olsun dizi. di-zi. insanların izlemesi çok normal ama bir üniversite öğrencisinin "ayyy abi haftasonu öküzcan'la eve oturduk lostun 20 bölümünü aralıksız izledik. hep aklımda bu dizi var. adamlar manyağğk kurgulaşmışlar" tarzında konuşması basitliktir, bulunduğu seviyeye yakışmayacak bir davranıştır,ölçüsüzlüktür. burda görüldüğü gibi kesinlikle diziye b.k atılmıyor. hatta keşke ülkemizde de gerçekten kurgusu, senaryosu, oyunculuğu kaliteli diziler olsa ve zevkle izlesek. burda anlatılmak istenen şey "ölçüsüzlük"dür, abartıdır.
sürükleyicilik açısından bakıldığında, prison, heroes gibi dizilerden kalan zamanda yani "koyunun olmadığı yerde keçiye..." mantığıyla seyredilebilecek dizidir. kötü falan değil sadece diğerlerinin hızını görünce hantal kalıyor, yavaş ilerliyor.
dün öğlen başlayıp 4. sezonunu sabah saatlerinde bitirdiğim, deliliğimin yeni kılıfı.
--spoiler--
diziden gaza gelip karanlıkta kanepenin üstünde dertop olmuş yorganı ölmüş bir yakınım zannedip tribe girmeme, olduğum yerde çelik kapılara karışmama ne denir, onu hiç sorma zaten sözlük.
--spoiler--
5. sezonun bir bölümü boyunca olacakları fragmanı izledikten sonra yazılar şeklinde takip edebilirsiniz. yazı aşırı derecede spoiler içeriyor bu yüzden lütfen dikkate alarak okuyunuz.
dizinin yeni sezonu 17 bölüm olacak. sezon 5 neden geri dönmek zorunda olduklarını anlatırken, sezon 6 geri döndüklerinde neler yaşandığını anlatacak. dizide claire karakterini canlandıran emilie de ravin, dizinin bu sezonunda karşımıza çıkmayacak fakat 6. sezonda tekrar diziye dönecek
uzun süre aradan sonra benjamin linus'ı görünce gözlerin dolmasına sebebiyet veren dizi. o değil kendimi hurley gibi hissetmeye başladım ben diziyi bıraksam o beni bırakmıyor.
milliyet muhabiri melis alphan`ın naveen andrews, terry quinn ve joe garcia ile röportaj yapmış.
naveen andrews. (sayid).
-------------
lost size ne kazandırdı, sizden ne götürdü?
hepimiz daha çok tanındık. olumsuz yanı ise özel hayatımızın elimizden alınması oldu.
sayid olmasaydı hangi karakteri canlandırmak isterdiniz?
favorim kesinlikle birinci sezondaki john locke.
sayid en sonunda öldürülmeyecek olan bir kadınla beraber olabilecek mi?
umarım. sayid gerçekten ingiliz hasta`daki juliette binoche gibi.
sayid i nasıl görmek isterdiniz?
biraz deli olsa güzel olurdu. elbise giyse mesela, ama sayid bunun için fazla disiplinli bir adam.
kiminle iyi arkadaş oldunuz?
maggie grace ama sonra onu öldürdüm.
people dergisi tarafından dünyanın en güzel erkeklerinden biri seçildiniz. bu sizi nasıl hissettiriyor?
gururumu okşuyor ama insanın kendi hakkındaki fikirlerini değiştirmiyor böyle şeyler. yine aynaya bakıp bunalıma giriyorsunuz.
hawaii yi seviyor musunuz?
adada 40 hektar arazi aldım, seviyorum ama bu emeklilik planım.
ne zaman emekli olmayı düşünüyorsunuz?
bir an önce. kim çalışmak ister ki? gerçekten?
nerede kaybolmak isterdiniz?
italya. Roma da kaybolmak pek kolay olmazdı ama.
türkiye ye gelmek istediğinizi duymuştum.
dün gece harikaydınız. türkiye çek cumhuriyeti maçını izledin mi?
Maalesef hayır.
muhteşem bir maçtı. teknik direktörü fatih terim görmen lazımdı. çok komikti. skor 2-1 iken teknik direktörünüz kendini dövüyordu. o maçın tekrarını yakalayıp izlemelisin. ilk fırsatta istanbul a gelmek istiyorum. bu şehir hakkında çok şey okudum.
sokakta tanımadığım insanların bana sarılmasından rahatsız oluyorum.
jorge Garcia. (hurley).
los Angeles tan sonra hawaii de yaşamak nasıl? dizi bittiğinde buradan taşınacak mısınız?
bahçemde bir mango ağacı var. dünyanın en güzel plajlarından birine yürüme mesafesindeyim. kariyerim yeni başladı sayılır. o yüzden dizi bitince Los Angeles a dönmeliyim galiba.
dizinin sona yaklaşması sizi nasıl hissettiriyor?
sürseydi beni bozmazdı.
hurley sizin için yazılmış.
yapımcı jj abrams, curb your enthusiasm i izliyormuş ve bu adamı almalıyız demiş. hangi rol için demişler. o da bilmem ama almalıyız demiş.
dizinin sonuna dair teorileriniz var mı?
dördüncü sezon adadan ayrılma üzerine kurulu olduğu için bir sonraki sezon adaya geri dönüş hikayemiz olabilir. bence adanın hakimiyetini isteyen charles Witmore ile benjamin arasında bir savaş çıkacak.
hurley gibi size de piyangodan para çıksa ne yaparsınız?
hawaii de bir ev alırım. sonra gidip piramitleri görürüm.
bunları şimdi de yapabilirsiniz.
doğru ama para çıkarsa da bunları yaparım.
hayranların ilgisi hoşunuza gidiyor mu?
bana sarılmak isteyen, tanımadığım birçok insan oluyor. bu beni biraz rahatsız ediyor ama o kadar çok başıma geldi ki alıştım. neyse ki uzun süre sarılı kalınmıyor.
sapık hayranlar oluyor mu?
Hawaii de evime gelen biri oldu. halbuki evim benim sığınağım. olayın olduğu hafta sinirlerim bozuktu. ağaçtan bir mangonun düşmesiyle zıplayıp orada kim var diye bağırıyordum.
çok hayran mektubu alıyor musunuz?
fena değil. bizzat yanıtlamaya çalışıyorum. atlası önüme koyup mektupların gönderildiği yerleri işaretliyorum. bazı yerlere bakıp Ooo, bu bölgede sokakta yürüyemem diyorum. bazen öyle yerlerden mektup geliyor ki mektubun bana ulaşmış olmasına şaşırıyorum.
neresi mesela?
özbekistan. bazı insanlar hayvanlarının resmini gönderiyor. Biri köpekleriyle beraber çekildikleri, diğeri sadece köpeklerinin resmi oluyor mesela.
bunları saklıyor musunuz?
kız kardeşim albüm yapmaya bayılır. onları kurdelelerle falan süslüyor.
ıssız bir adaya gitarımı, karımı, Josh Holloway ve Bush u götürürdüm. (muhaaahahaa...)
terry quinn (johnn locke).
john locke la ortak yanlarınız olduğunu düşünüyor musunuz?
elbette, bence sizin de vardır. ben bu işi yapabilir miyim kaygısı bende de var. ben de locke gibi sabırsızım. Sihre, maneviyata inanırım. ben de onun gibi kanıtım olursa inanırım diyenlerdenim. locke inançlı, daha doğrusu inanmayı deli gibi isteyen bir adam.
locke ın aksiyon sahneleri için özel eğitim aldınız mı?
hayır. bana bir bıçak verdiler ve boş zamanlarımda bıçağı ağaçlara fırlatarak çalıştım. donut yemekten veya sigara içmekten iyidir. şimdi bu işte bayağı iyiyim. birkaç kere bir yerlerimi kesip hastanelik oldum.
hawaii de lüks bir hayat sürerken bir adada hayatta kalmaya çalışan birini canlandırmak zor olmuyor mu?
çalışmadığım zamanlarda john locke gibi tepelere tırmanıyorum, sahilde yürüyorum. güneş yakıyor, okyanusla çevreliyim. yer aynı. oyuncunun işi bu zaten. sabah çekim alanına gidiyorum, suratıma o gün çekilecek sahneye göre kan veya toprak sürülüyor, karakterin ruh haline bürünüp işe başlıyorum. ayrıca elimde her şeyi çok kolaylaştıran bir senaryo oluyor.
beşinci sezonun çekimlerine başlıyorsunuz. senaryoda ne görmek istersiniz?
kendimi bol miktarda John Locke görmek isterim.
ıssız bir adaya düşseniz yanınızda ne götürürsünüz?
gitarımı, karımı, josh holloway ve george w. bush u. josh u getiririm çünkü karım ona bayılıyor. böylece kendi başıma da kalabilirim.
george bush niye?
sinirlenince dövecek biri olsun diye.
lost tan sonra sizi ne bekliyor?
kardeşimle irlanda da geçen bir film çekeceğiz. adı land of youth. annesini arayan bir adamın bu ülkeye gidişini anlatıyor. affetmekle ilgili bir film.
kimleri oynatmayı düşünüyorsunuz?
emma Thompson ve martin sheen. filmden umutluyum.
lost`u yarım yamalak izleyen biri olarak kaçıncı sezondalar bilmiyorum ama söyleşiler baya eğlenceli.
"lost lost diye nice niceeeesiiine sarııldıııım, benim saaadık yaaariiim ikiiiss faayylııstıııır!" (bkz: X-files)
diye türküler yaktıran, bazen iyi olabilen ancak anlaşıldığı gibi daha güzelleri çevrilmiş bulunan, sabır taşını dahi çatlatabilecek nitelikteki ömür törpüsü-zaman hırsızı-evlerden ırak dizi.
bugün akla esip tekrar izlenen 4.sezonun son bölümünde * kate'le jack'in şimdiki zamanda yani 2008'de, we have to go back muahbbeti yaptıkları fark edilen dizi. keza john locke'da 2008'de ölmüş oluyor.
24'ten Michelle olarak tanıdığımız Reiko Aylesworth 5. sezon cast'ına dharma initiative çalışanı olarak dahil olmuştur. amy isimli bir karakteri oynayacağı açıklanan reiko hanım kızımızın esasen ben'in çocukluk aşkı annie'yi oynayacağı yönünde söylentiler dolaşıyor.
ayça şen radikal gazetesindeki köşesinde ** "büyük sırrım" başlığındaki yazısında; küçümseyerek baktığı lost u izlemeye birikmiş bölümlerle başlayıp, daha sonraları günü zamanı unutup kendini alamadan izleyen bünyelerin hislerine tercüman olmuş. nerden baksan iki ay var 5. sezona, hiç de az değil. 5. sezon trailer'i de hiç yeterli değil devamını beklemekten baka çare de yok gerçi. başlasa da her hafta beklesek heyecanla torrentlere düşüşünü, tatilleri beklemenin verdiği heyecana denk.
**********
önce bunu suya fısıldamayı düşündüm. sonra gelen telefonlara "Şu anda çok acil bir yere yetişmem gerekiyor" deyip alelacele kapattım, arayanlara da çok gıcık oldum.
dün mesela bir arkadaşımla acil birtakım şeyler yapmamız gerekiyordu radyo için (hem de haftalardır planlanan bir çalışmaydı) sırrımı sakladım ve ona çok mühim bir işim çıktığını söyleyip bunu yapmaya devam ettim.
bunun ne olduğunu size söylemeyeceğim. çok utanıyorum. demode olmaktan bazen gurur duyar insan ama bu o gururun ötesinde, gerçekten çok klişe ve modası geçmiş bir şey.
hayır, lütfen beni zorlamayın; ayrobik filan değil. efor sarfettiren, hayata bağlayan bir şey değil. bütün gün sizi eve bağlayan ve saatlerinizi boşa harcatan bir şey.
yazımız klasik bir merak yöntemine dayanarak hem okuyucunun merakını canlı tutup yazıyı sonuna kadar okutmak, hem de ne yaptığımı anlatıp millete rezil olmadan, bir an önce yazıyı paketleyip ona devam etmek.
fakat şu kadarını söylemeliyim ki, günlerdir bunun için eve kapanmaktan ve başka bir şey yapmamaktan göz altlarım morardı, yaşamın bir anlamı kalmadı.
birden bire hayatıma giriverdi. hep duyar ve çok dalga geçerdim. son derece banal bulur, bunu yapanlara acıyarak bakardım.
nur çintay demin mesaj atıp da "yazıyı ne zaman yollayacaksın" dediğinde (ki mesaja da saatler sonra bakabildim kafayı kaldırıp) başımdan aşağı kaynar sular döküldü. önce bu hafta yazmamayı düşündüm. yapıp da söyleyemediğim, evin içinde bir kaçak gibi yaşadığım şeyi ondan da gizledim. biliyordum ki beni küçümseyecek, bu kadar demode bir girişimi acımasızca eleştirecekti.
bunu hayatıma sokan kişiye gizliden gizliye suçluluk duygusu veriyorum. "nerden sardın, beni neden bulaştırdın bu işe" diyorum ama artık bir kez kolumu kaptırmış bulundum. o da biraz utanıp suçluluk duyuyor ama "senin rızan olmadan yapmadım" diyor.
evin içinde fare gibi yaşamaktan çok sıkıldım. memo' yu bir an önce yatırıp olaya girmek için sabırsız davranıyorum, insanlar beni arayıp da işimi bölmesin diye ters cevaplar veriyorum.
yaklaşık bir haftadır hiç telefonum çalmadı.
bu gidişat nereye kadar bilemiyorum ama bu sırrımı paylaşacak kimseyi de bulamıyorum. biliyorum ki "bu yaşta olmuyor bu iş" diyecek, "sen de mi, çok banal" diyecek...
beni zorlamayın. anlıyor musunuz, beni zorlamayın!
atlarım şimdi şu kattan aşağı ama önce hepsini bitirmem gerek.
daha önce olmaz, daha önce olmaz!
yazıyı yazıp yollamam ve hemen ona devam edip memo' nun okuluna uğramam gerek.
paragraflar geçmiyor. oysa onunla öyle güzel vakit geçiyor ki. kim olduğun, nerde olduğun, kimlerle olduğun, ne yaptığın hiç önemli değil. salyaların aka aka, ebleh ebleh onunlasın.
arada bir oturduğun yerde sıçrıyorsun. adrenalinin kralını yaşıyorsun.
annem hiçbir şeye bu kadar uzun süre sadık kalmadığımı bildiğinden dün merak etti ve o da tadına baktı. çok saçma buldu.
yanımda oturup dalga geçti, "bu genç işi yahu, bu yaşta biraz ayıp olmuyor mu" dedi. ona "ne var canım yaşında" deyince "benim için değil, senin için söylüyordum" dedi ama kavga edecek vaktim yoktu, konsantrasyonum çok iyiydi, bırakamadım.
bu kadar. daha fazla bir şey anlatamam. ama muhtemelen haftaya bu iptiladan kurtulmuş olacağım. yani ben istemesem bile elimdekiler bitecek. yenilerinin gelmesi için de haftaların geçmesi gerek.
bunun ne olduğunu bilenlere hediye filan mı versek acaba? aman canım şimdi bu tip şeylerle vakit kaybedip de ondan mahrum kalmak niye...
zaten yazı da bitmiş, şimdi gitmem gerek!
**********
the fray isimli bir grubun you found me adlı parçasının videosu ile şimdiye kadarki en fazla spoiler içerikli promosunu yayınlamış olan efsane dizimiz, herşeyimiz.