bugün

Sadık hidayet'in kitabı. Kitabı saatler önce d&r'da aldım. Böyle bir şey yok. Çok ciddiyim abartmıyorum. Böyle bir analiz böylesine müthiş etkileyici bir giriş yok. Kitabın cümleleri öylesine vurucu ki kendinizle yüzleşmemek için kitabı okumak istemiyorsunuz. Okuması cesaret isteyen bir kitap. Allah belanı versin sadık hidayet. Allak bullak ettin beni. Yazmayın böyle kitaplar arkadaş. Yazmayın ulan yazmayın. Az bizi de düşünün.
Kapının bir ölü ağzı gibi aralık bırakılması gibi benzetmeler, 'ayaktakımı'na yakıştırdığı "hepsi bir ağız, ağza asılı bir avuç bağırsaktan oluşuyor, cinsel organlarında bitiyorlardı." gibi deyişler, gölgesinde kafasını görmeyen adamın yakında öleceğine dair inanışlarla dolu 70 sayfa. Çok yoğun duygular, yığın yığın, boş kelimesi olmayan satırlar, terrence malick filmlerinden fırlama sahnelerle dolu bir baş yapıt. Bir de bu yazarın gerçekte hayatını intihar ile sonlandırdığını bilinerek okunmalı bu kitap.
34.sayfasında olduğum kitap bakalım sonu nasıl bitiyor.
iran'lı yazar sadık hidayet'in sade, insancıl ve doğa sevgisi ile göze batmadan hayatına devam ettiği, kendi eliyle yaşamını sonlandırdığı, oldukça kısa olmasına rağmen yoğun bir çizgi üzerinde iran ve dünya edebiyatına katkısı birçok yazar gibi sonradan anlaşılmış bir yazar tarafından yazılan bir kitap.

kitap daha ilk cümleden esasında hem özetini hemde sonunu bize sunmaktadır aslında.

--spoiler--
"yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar."

kitap kurgusu sebebiyle o kadar güzel geliyor ki, okurken içinde kayboluyorsunuz. hayal-gerçek-rüya üçgeninin labirentlerinde buluyorsunuz kendinizi hep. bu bağlamda hayal-rüya-gerçekten hangisini anlatıyor olduğunu ayırt etmekte zorlandığınızı kabulleniyor, bir sarmal hissiyatına kapılıyor, yoruluyorsunuz adeta. hem oryantal hemde modern ögeler barındırması sebebiyle diğer kitaplardan farklı bir konumda. kafa karıştıran karakterler ise aslında hep aynı kişilerdir ve aynı kişi olmalarına rağmen romanda bunları ustaca ve gözümüze soka soka işlemiştir. oldukça farklı şekillerde yoruma açıktır, birden fazla okunmasını tavsiye etmekteyim.
--spoiler--
Okuduktan sonra içimi allak bullak eden bir eser. Sadık hidayet'in karamsar biri olduğunu biliyordum da beni bu kadar etkisi altına alabileceğini tahmin etmiyordum. Herkesin okumaması gereken bir kitap, hele benim gibi kolayca depresyona girebiliyorsanız.
''onun adını biliyordum sanki. gözlerindeki kıvılcım, rengi, kokusu, hareketleri, her şeyi bana tanıdık geliyordu. sanki benim ruhum, önceki hayatımda, misaller aleminde onunla komşuydu; aynı asıldan, aynı maddeden yaratılmıştı. bizim birleşmemiz gerekiyordu. bu hayatımda da ona yakın olmalıydım.''
Kitap ismi.
--spoiler--
Butimar bir kuştur, deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür, bu tasa yüzünden de su içmez hiç.
--spoiler--
Haydaa...
sadık hidayet tarafından kaleme alınan baş yapıt. Romandaki mevcut körlük algısı zamanın ve benliğin yitimiyle başlıyor. Veya biri olmanın, bir kimliğe sahip olmanın - ve hatta- olmamanın var ettiği bir labirentin karanlığıdır. Kitabın daha başında anlatıcı kendini "Gölgeme tanıtma" diyerek arzusunu dile getirmektedir. Lacan'ın arketipleri arasında yer alan bu durum yani "Gölge" hali belirsizliğin inşası anlamında son derece önemlidir. Açıkçası romanın Lacancı açıdan okunmasını tavsiye ederim.
"Karanlık ve suskun bir gece, tıpkı hayatımın üzerine çökmüş gece gibi. Kapıdan, duvardan, perdenin arkasından bana yüz göz oynatan korkunç karaltılarla dolu gece. Bazen odam öyle daralıyordu ki, bir tabutta yatıyordum sanki. Şakaklarım yanıyordu, organlarımdan en ufak bir hareket beklenemezdi. Bir ağırlık, göğsümü eziyordu: siyah lâgar beygirlerin yanlarına asıp kasaba götürdükleri koyun ölüleri gibi ağır bir ağırlık."

Sadık hidâyet.
Buram buram afyon ve şarap kokan kitap. En sevdiğim kitap olarak başucumda yerini almıştır. Tekrar tekrar okunması gereken bir şaheser. Yazarın iç dünyasının karanlığına çekiliyorsunuz birden. Yalnızlığına, bıkkınlığına ortak oluyorsunuz. Zaten kitabın açılış cümlesinden belli başınıza gelecekler. Birer cüzzamlı olarak bırakıyor Sâdık Hidâyet bizi. Sürekli bir tekrar içinde olan anlatımı sizi yanıltmasın derin bir anlam taşıyor içinde bu yüzden sıkılıp yarıda bırakmayın lütfen.
insanı çokça geren, zihinsel tüm konularda belirsizlik deryasında yüzdüğüm ve bir türlü çıkamadığım süreçte, bir kadına karşı hissettiğim yoğun hislerimi içerisinde bir satırda görünce hüzünden bir daha açıp okumaya bir süre cesaret edemediğim başyapıt.

''bense onun gözlerine muhtaçtım, bir bakışı yeterdi; felsefenin bütün müşküllerini, teolojinin bütün muammalarını çözmeme yeterdi. bir bakışı, diğer rumuz ve sırları alırdı benden, açardı.''
Birden fazla kez okunası kitap.
Adında baykuş geçtiği için bile okunmayı hakettiğini düşündüğüm kitap.
sadık hidayet in nevrotik romanı.
çok hızlı okumuştum.

baykuşlarla ilgi süregelen konuları ispatlamaya da çalışmış.

severim baykuşları.
Ruhu sersemleten bir etkiye sahip olan kitap. Modern iran edebiyatı'nın kurucu taşlarından biri olan hidayet, kör baykuş'ta sizi hikmetli bir sersemliğe davet ediyor. icabet edin, okunmasına vesile olun. Az önce bir baykuş fotosu gördüm de aklına kör geldi, iyi ki geldi, bir daha okumak gerekti.
“bana göre değildi bir bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için.”

“Tek korkum yarın ölebirim, kendimi tanıyamadan.”
iranlı yazar sadık hidayet'in meşhur kitabı.

(bkz: buf-i kur)

- kasabın keyfini şimdi anlamıştım: kemik saplı bıçağını koyunların butlarında temizlerken; içlerinde çamur gibi koyu, pıhtı, ölü kanlar toplanmış pörsük etleri kesip kesip alırken ve koyunların boğazlarından damla damla kızıl kanlar yere akarken duyduğu keyfin ne olduğunu anlamıştım. dükkânın önündeki sarı köpek; yere düşmüş ve donuk gözlerle dik dik bakan kesik öküz kellesi ve gözleri ölüm tozuyla perdeli bütün koyun başları, onlar da görmüşlerdi, onlar da biliyorlardı bunu! şimdi anlıyorum, ben bir yarı-tanrı olmuştum, insanların küçük, âdi bütün ihtiyaçlarının ötesindeydim. içimde ebediyetin aktığını hissediyordum. nedir ebediyet? benim için ebediyet, suren ırmağı kıyısında o kahpe ile körebe oynamaktan, sonra bir an, gözlerim bağlı, başımı onun eteğine gizlemekten ibaret.
sanki sonraki kuşaklara hikayelerle anlatılan önceki insanların; hareketleri, düşünceleri, arzu ve adetleri bizim hayatımızın gereklerinden gibi. binlerce yıl önce aynı sözler konuşuldu, aynı şekilde çiftleşmeler oldu, aynı çocukluk anıları yaşandı.

düşünüyorum da hayat tümüyle gülünç bir kıssa, inanılmaz ve ahmakça bir masal değil midir?
Şişirilmiş balon bir kitap.
Ulan o kadar ballandıra ballandıra anlattılar ki ben de ne okicam acaba dedim.

Okunmasa da olur kitabı.