bugün
- gideon reid morgan jj31
- galatasaray'ın ünlü bir hakemle anlaşması15
- lise mezuniyet törenleri11
- hapistekiler birbirine mi basıyor sorunsalı9
- sözlük bir tımarhane olsa doktoru kim olurdu12
- tehlike içermeyen köpeği götüreni durdurmak11
- sokak köpekleri11
- magnum un 2 tl olduğu yıllar10
- erkekleri aşağılayan kadın9
- en sevmediğiniz sözlük yazarları13
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı9
- ağzı göt gibi kokan erkek8
- vatanınızın kıymetini bilen diyen gurbetçi14
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir15
- amerikan film klişeleri13
- ramazanda anne sütü içmeyen oruçlu bebek10
- magicovento14
- meral akşener13
- kuresele yavsayan gotler tam liste8
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması23
- kuduz karantinası olan bölgeden 35 köpek almak13
- anın görüntüsü13
- beyler moralim bozuk yardımcı olur musunuz8
- çağırılan yere gitmemek için bulunan bahaneler17
- herkesle iyi geçinmek13
- yazarların bira içme rekorları15
- uzay pornosunun adı ne olmalı17
- cinlerin musallat olma sebepleri21
- hangi yazar hangi burç14
- 4 israilli rehine için 274 filistinli ölmesi8
- türbanlı bacımızın milletin ortasında öpüşmesi21
- kur koruma ne demek14
- kalp krizi8
- yalnguk oglu10
- 25 yaşındaki kız 38 yaşındaki erkek ilişkisi15
- kız arkadaşı yüzünden kendini asan genç8
- tebliğcilerin insanların giyimine karışması10
- özgür özel8
- istanbul10
- tezgahtarlık yapan doktora mezunu12
- su faturasının elektrik faturasını sollaması9
- sözlükten hatun kaldırmak19
- ali koç da bizim aziz yıldırım da bizim22
- gavsın 4 büyük meleğin özelliklerini taşıması13
- irem derici'nin erkek sevdası17
- akraba evliliği bir özgürlüktür19
- savaştaki ülkelerden daha fazla enflasyon olması16
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak16
- hiç yaşamadığın şeyi hatırlamak11
- ali koç12
bir gülben ergen şarkısı.
Kerbela oldu yürek elden gidiyor mu?
Sebebim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?
Bir hata deme sakın bize yakışıyor mu?
Ecelim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?
Bir çekene sordum
Dedim ki aşk rengini söyle
Dedi ki alacalı
Bazen de ebruli
Bir içime sordum
Dedim ki doğruyu söyle
Dedi ki rengi gece
Bu sevda kurşuni
Kerbela oldu yürek elden gidiyor mu?
Sebebim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?
Bir hata deme sakın bize yakışıyor mu?
Ecelim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?
Bir çekene sordum
Dedim ki aşk rengini söyle
Dedi ki alacalı
Bazen de ebruli
Bir içime sordum
Dedim ki doğruyu söyle
Dedi ki rengi gece
Bu sevda kurşuni
gulben ergen kariyeri boyunca toplasan 3 sarkıyı sahiden seslendirmisse bir tanesi de bu sarkıdır.
gümüş ve camı kullanarak özgün takı tasarımlarımlarına imza atan marka.kurşuni diye okunmakla beraber kurshuni adıyla arayınız.
koyu gri. kurşun rengi.
kral sarkidir vesselam. gulben ergen'i cok az da olsa sevme sebebidir.
kıbrıs türkünün gri rengine verdiği isim. kesinlikle gri demezler. gri nedir bilmez çoğu.
arada kalmaktır. ya da kararsız...
yıllar önce gülben ergen tarafından seslendirilen hüzünlü şarkı.
gülben ergen'in şarkıcılık kariyeri boyunca seslendirdiği en sağlam şarkıdır. diğerlerini topyekün çöpe atsak da olur. sözleri şehrazat'a, müziği ercan saatçi'ye aittir.
Gençliğin her şeyi heyecan verici gösteren sarhoşluğundan uzaklaşmakta olan her insanın, hayatın yorucu, yıpratıcı, daraltıcı döngüsünden kaçıp sığınmak istediği bir inziva tahayyülü vardır mutlaka. Güneşin ısıttığı yeşil çayırlar, rüzgârın hafifçe yana savurduğu ağaçlar, su sesinin kuş cıvıltılarıyla bölündüğü ormanlar; içinde debelenip durduğumuz büyük kargaşayı unutturabilir hepimize. Ama bütün bu manzara sadece içimizden geçirdiğimiz bir şey, bunu biliyoruz. Dünyada inanılmaz güzellikte çayırlar, ellerini ağaçların saçlarında dolaştıran rüzgârlar, sükûnetini kaybetmemiş ormanlar var hâlâ. Ama onların içinde kaybolmayı göze alabilecek insan yok artık. Bugünün dünyası, her birimizi başka başka yerlerimizden kendine bağlamış durumda. Hem de varlığımıza sapladığı can acıtan, ruh kanatan kirli kancalarıyla...
Tabiat manzaralarının insanın derinliklerinde bir yerde barınmakta olan bir özlem duygusuyla karşılanır oluşu elbette tesadüf değil. Özlem duyuyoruz, çünkü bizim hayatımızın bir parçası değil tabiat artık. Tabiat, hayvanlarımızı tuttuğumuz hayvanat bahçeleri gibi zaman ayırarak ziyaret ettiğimiz bir açık hava müzesi daha çok. Kendi rızamızla ya da teslim oluşumuzla sürüp giden yeni yaşama biçimimize tahammül edemez olduğumuzda çıkıp nefeslendiğimiz bir hava boşluğu... Asıl hayatımızdan çıkıp gönlümüzü eğlediğimiz aslı olmayan bir başkalık hali... Ancak bütün fişleri çektikten, bütün düğmeleri kapattıktan, bütün önlemleri aldıktan sonra, yani ancak döndüğümüzde orada sapasağlam bulmayı garanti ettikten sonra terk edebildiğimiz yeni hayatımıza bir mola... Tabiat artık bizim yaşadığımız yerde değil, ziyaret ettiğimiz, özlemle andığımız, ama bütün varlığımızla içinde olmayı göze alamadığımız ve muhtemel ki bir daha asla göze alamayacağımız bir yer... Tabiat alabildiğine gerçek, biz alabildiğine yalanız. Kuşku yok ki, yalanla gerçek birbirinin içinde barınamazlar.
Bunları düşünüyorum çünkü dışarıda puslu bir hava var, bulutlar kurşunî ağırlıklar olarak çöküyorlar hayatın üstüne. Pis bir is kokusu burun deliklerimden sızıp ciğerlerime kadar ilerliyor. Kontrolsüz insan sesleri, klaksonlar, sinyaller, akortsuz bir orkestra gibi sürdürüyorlar dinlenmesi zorunlu tutulan konserlerini. Kıpırdayan her şeyin, kıpırdamayanların, insanların, evlerin, arabaların, duyguların, düşüncelerin, seslerin, kelimelerin, hepsinin, hepsinin, hepsinin üstünde aynı kurşunî ağırlık var. Bu hayatın, her şeyin anlamından sökülüp amansızca zamana bağlandığı bu anlamsız döngünün rengi bu. Yalanın tabiatının rengi: Kurşunî. Ölümcül çağrışımlara sahip bir kelimeyle tanımlanması tesadüf olamaz elbet. Bu renk bütün canlılıkların özüne saplanıp kanatıyor çünkü.
Bunları düşünmek, kanatlarımın ne kadar kırık, insanlığımın ne kadar eksik olduğunu en acı biçimde hatırlatıyor bana. Pencerelere yaklaşmaya korkuyorum. Çünkü bu zamanın pencereleri dışarıya açılmıyor aslında; içeriden daha aydınlık, daha ferah, daha yaşanası değil dışarısı.
Duvara astığımız tablo, bir kır manzarası, bir evvel zaman hatırası... işte o hayatın aslı, gerçeği, kendisi... Hücremizin duvarındaki minicik ışık penceresi... insanlığımız hakkında hafifletici sebep...
(bkz: gökhan özcan)
Tabiat manzaralarının insanın derinliklerinde bir yerde barınmakta olan bir özlem duygusuyla karşılanır oluşu elbette tesadüf değil. Özlem duyuyoruz, çünkü bizim hayatımızın bir parçası değil tabiat artık. Tabiat, hayvanlarımızı tuttuğumuz hayvanat bahçeleri gibi zaman ayırarak ziyaret ettiğimiz bir açık hava müzesi daha çok. Kendi rızamızla ya da teslim oluşumuzla sürüp giden yeni yaşama biçimimize tahammül edemez olduğumuzda çıkıp nefeslendiğimiz bir hava boşluğu... Asıl hayatımızdan çıkıp gönlümüzü eğlediğimiz aslı olmayan bir başkalık hali... Ancak bütün fişleri çektikten, bütün düğmeleri kapattıktan, bütün önlemleri aldıktan sonra, yani ancak döndüğümüzde orada sapasağlam bulmayı garanti ettikten sonra terk edebildiğimiz yeni hayatımıza bir mola... Tabiat artık bizim yaşadığımız yerde değil, ziyaret ettiğimiz, özlemle andığımız, ama bütün varlığımızla içinde olmayı göze alamadığımız ve muhtemel ki bir daha asla göze alamayacağımız bir yer... Tabiat alabildiğine gerçek, biz alabildiğine yalanız. Kuşku yok ki, yalanla gerçek birbirinin içinde barınamazlar.
Bunları düşünüyorum çünkü dışarıda puslu bir hava var, bulutlar kurşunî ağırlıklar olarak çöküyorlar hayatın üstüne. Pis bir is kokusu burun deliklerimden sızıp ciğerlerime kadar ilerliyor. Kontrolsüz insan sesleri, klaksonlar, sinyaller, akortsuz bir orkestra gibi sürdürüyorlar dinlenmesi zorunlu tutulan konserlerini. Kıpırdayan her şeyin, kıpırdamayanların, insanların, evlerin, arabaların, duyguların, düşüncelerin, seslerin, kelimelerin, hepsinin, hepsinin, hepsinin üstünde aynı kurşunî ağırlık var. Bu hayatın, her şeyin anlamından sökülüp amansızca zamana bağlandığı bu anlamsız döngünün rengi bu. Yalanın tabiatının rengi: Kurşunî. Ölümcül çağrışımlara sahip bir kelimeyle tanımlanması tesadüf olamaz elbet. Bu renk bütün canlılıkların özüne saplanıp kanatıyor çünkü.
Bunları düşünmek, kanatlarımın ne kadar kırık, insanlığımın ne kadar eksik olduğunu en acı biçimde hatırlatıyor bana. Pencerelere yaklaşmaya korkuyorum. Çünkü bu zamanın pencereleri dışarıya açılmıyor aslında; içeriden daha aydınlık, daha ferah, daha yaşanası değil dışarısı.
Duvara astığımız tablo, bir kır manzarası, bir evvel zaman hatırası... işte o hayatın aslı, gerçeği, kendisi... Hücremizin duvarındaki minicik ışık penceresi... insanlığımız hakkında hafifletici sebep...
(bkz: gökhan özcan)
gülben ergenin bir sevene sordum diye başlayan şarkısı insanı alıp götüren şarkı.
güncel Önemli Başlıklar