bu kitabı yaklaşık üç yıl önce ilk okuduğumda yamulmuştum. psikolojimi sikip atmıştı diyebilirim hatta. evet evet, bu daha doğru oldu. yaklaşık iki yıl etkisinden kurtulamadım, kinyas ve kayrayla beraber yaşadım. onları anmadan bir günüm geçmemiştir o iki yılda. kayra'yı takdir ettim, daha çok sevdiğim halde kinyas'a küfrettim hep. gerçi onun suçu ne ki, eğer ona bıraksaydı hakan günday, kinyas'ın sonu böyle olmazdı eminim.
bence kitabın en olmamış tarafı yazarın kendisini hikayeye katması. çok salakça, ne amaçla yaptığı çok açık ama gereksiz yani. yazarın o zaman ki yaşına verelim bunu... yine de hakan günday'ın en iyi kitabıdır. kinyas ve kayra'ya abartılı diyenler az'a hiç yaklaşmasınlar, zargana'nın da kapağını bile açmasınlar. azil biraz daha ilginç bir kitap. zargana ve az kadar saçma değil en azından. yine de bence yazarın diğer bütün kitapları, özellikle kinyas ve kayra'dan sonra okunduysa, hayal kırıklığı.
neyse, bu kitap hakkında çok söylenecek şey var ama kimin umrunda amına koyim, boşver. geçen gün yıllar sonra cesaret edip aldım kitabı tekrar okuyayım dedim, hiç etkilenmedim lan. ilk seferinde sindirebilmek için bir buçuk ayda bitirmiştim kitabı, 150 sayfayı öylesine okuyuvermişim. bıraktım ben de, yemişim kinyasını da kayrasını da. hayır yanlış anlamayın ergen kitabı ergenler okusun demiyorum. henüz okumamış olan herkes okusun bence. ya da siktir edin okumayın, yaşamın sırları yazmıyor ya içinde.
5 sene önce okuyup bu gece tekrardan başladığım kitaptir. hakan günday karsima ciksa tek diyeceğim söz şu olurdu. senin ben psikolojini sikeyim derim. nasıl bir dil nasıl bir anlatım. bastacisin hakan günday.
az önce bitirdiğim hakan günday romanı.
--spoiler--
kayra'nın büyük bir vurgundan sonra afrika'da yavaş yavaş zihinsel ölümüne gidişini hiç kanıksamazken kinyas'ın normalleşerek tolga'ya dönüşmesi midemi bulandırdı.git gide daha da bulanıyordu midem ta ki: ''kinyas!''
--spoiler--
Buraya gireceğim entry kitabı, Hakan Günday'ı ne kadar anlatabilir ki, ya da ben yeter miyim duygu aracı olmakta, inanın elimden bir şey gelmiyor sanırım kelimelerin gücünü artık kullanamıyorum. Bana verdiği hazzı, hüznü anlatamıyorum.
Benim ne haddime anlatmak ben biramı içer kitabı okumaya devam ederim.
Kitabın tadı damağınızda mı kaldı bununda bir yolu vardır.
hiç uykum yok. hiç uyuyamıyorum. domuz gibi içiyorum. ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. sabaha beş saat var. annemi düşünüyorum. nerededir şimdi. aynada kendime bakıyorum bazen. ve tek kelime etmesem vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. bileklerimdeki otuz dört dikiş. medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. ve sırtımı kaplayan, tanrı'nın yüzü. bilmiyorum... hızlı yaşadım. ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım! ancak hayattayım.
kayra bir gün bana "mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun" demişti...
Bunu okumak yetmişti kitabı almam için... belki sizin içinde yetebilir. sebep olabilirsem ne alâ bana... sırayla gidiyorum bütün kitaplarını okuyacağıma eminim... geç buldum bu adamı ama bu saatten sonra kitaplarını elimden bırakmayacağıma eminim...
Bir zamanlar benim de dostlarim vardi. Gercek dostlar. Agizlarindan cikacak olanlari merak ettigim dostlar... Sonra anlayamayacaklari kadar kotu oldum yanlarinda. Daha dogrusu, kontrolum altinda giden iliskilerimizin bazi anlarinda Kayra'nin gercek yuzunden birkac parca gosterme hatasi yaptim. Bazen yuksek dozda alkolun yuzunden, bazen de yuksek dozda sikintinin. Dostlarimin yarisi korktu, yarisi da igrendi. Aciyanlar da vardi birkac tane ama onlarin durust olduklarini dusunmuyorumm cunku olsalardi beni cozmeye calisarak, sahip oldugumu varsaydigim sorunlarimi anlamak icin cabalarlardi. Aslinda acidiklarini soyleyenler de igrenenlere de dahildi. Sonucta teker teker yok oldular. Adresler, telefon numaralari yok oldu. Geriye Kinyas kaldi. Arada bir dedigimi dinleyen tek insan. O da yok olursa ne olur? Kayra kalir. Kinyas'i dusunup gozyasi doker yalnizken... Kayra kalir. Kinyas'i gorur ruyasinda iki yil... Kayra kalir. Kinyas'in olumunden on yil sonra ne yuzunu hatirlar, ne yasananlari, ne de konusulanlari... Kinyas gider. Kayra kalir. Bu kadar basit oldugu icin hic sevemedim dostluklari, asklari.
Bir kadeh sarap daha. Olumumu dusunmekten vazgectim. Atesim yoktu. Iyi hissetmenin ne oldugunu bilmedigim icin iyilesip iyilesmedigimi anlayamiyordum... Gecmisi dusundum. Yuzler, isimler... O kadar cok unutmustum ki. Sanki dun dogmus gibiydim! ''Acaba hep bes yasinda kalan bir cocuk, yeryuzunde otuz yil gecirince yetiskin bir insan gibi dusunmeye baslar mi'' diye sordum sarap sisesine. Gereksiz fantezim unuttuklarima karsilikti. ''Eger hatirlayamiyorsam gecmisi, daha gormediklerimi dusunurum'' dedim. Ama hicbir sey kalmamisti dusunecek.
ilk iki bölümünü zorlukla bitirip üçüncüsünde bırakma kararı aldığım kitaptır.
içeriği karamsarlık odaklıdır.
kitabın tavsiye edeni okumadan önceki gözlemlerime göre gayet boldu.
gereksiz uzunlukta olduğu kesindir.
eğer daha kısa ve öz tutulsaydı bir yazarın ilk kitabı olarak başarılı kabul edilebilecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.
ölüm mutlu bir son olamazdı kimse için. ama yine de insanlar kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar. ve, ancak o dönemlere mutlu son'lar uydurabiliyorlar. oysa hayat her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdir. sayfa 376.
"aslında her televizyonun içinde bir kamera var. her evde de bir kamera. ve televizyonu seyredenin hayatı çok uzaklarda bir yerde seyrediliyor başka bir televizyonun ekranında. o seyredenlerin hayatları da başka bir yerde, başka bir televizyonda oynuyor. hayatlar sıkıcı olunca bildiğimiz programlar, filmler, reklamlar devreye giriyor. ama televizyonlar kapanınca kameralar çekmeye başlıyor içlerine hayatları. o hayatları eskimolar seyrediyor! eskimoların hayatlarını da ispanyollar. her televizyonun içinde bir kamera var. ve artık izlemek istemiyorsa insanoğlu, artık müzedeki bir resim, akvaryumdaki bir balık gibi seyredilmek istemiyorsa, artık hücredeki bir mahkum, suikast tüfeklerinin dürbünlerindeki bir hedef gibi takip edilmek istemiyorsa kırmalıdır televizyonunu. aşağı atmalıdır camdan. zemindekiler yukarı fırlatmalıdır televizyonlarını. biter böylece onun hayatını buna, bunun hayatına şuna seyrettirme dönemi. hep bu casus uydular. onların işi! tepemizde dolanıp duran.altı milyar paranoyak yaratan bu uyduların işi. perdeleri açık oturmasın kimse. asla!...
şu an, bana bezeyen biri başka birinin tüfeğinin üzerine geçirdiği dürbününden izleyip kendine şöyle fısıldıyor olabilir:
"evet, ona kadar sayacağım. eğer haraket etmezse vuracağım." ya da "beş dakika içinde başını kaşırsa ateş edeceğim"
eğer gerekli malzemem ve yeterli sabrım olsaydı ben yapardım çünkü. oynayabilirdim, açık perdeli evlerde oturan insanların hayatlarıyla onlar farkında olmadan, uzun menzilli, susturuculu bir tüfekle... namlu ne kadar uzunsa insan o kadar acımasızlaşıyor!...
bugün televizyonda ölenler biz değildik. ne güzel!...
kişi eğer 15 yaşındaysa her paragrafta "ölüm" den bahseden ergen edebiyatından(!) hoşlanabilir.
sanıyorum ki Hakan Günday bu ilk romanında içindeki bütün kini, hüznü, yalnızlığı herkese haykırmak istemiş 500 sayfada, iyi de yapmış, burada bir sorun yok ama keşke içine biraz mizah, biraz yaratıcılık katsaymış hikayenin de biz her sayfada ayni cümleleri okuyup durmasaymışız.
popüler kültür düşmanı kapıyı çarpan ergen yaratığı gibi gözükmek istemem ama şu kitabı facebook semalarında piç eden insanları gördükçe halil sezai gibi isyeaaaan edesim geliyor arkadaş. bir de can yücel ve charles bukowski mastürbatörleri var ki, onlara hiç değinmeyim çok küfrederim. edebiyatın bile artisliği bizde lan !!111
Denge insanoğlunun icat ettiği en vahşi kavramdır. ip cambazının kendinien iyi hissettiği an, kendini ağa bıraktığı andır oysa. Sırat köprüsünden, beslenmeye kadar denge her yerdedir. Dünyanın en sağlam alarm sistemi. Bütün dengesizlere karşı. En ufak harekete, yanlışa duyarlı...Oysa hayatlarının belli dönemlerinin her saniyesini aşka verebilenlerse gerçekten yaşarlar. Sadecesevgileri ve kendileri. Başka bir şeyle ilgilenmezler. Yüzde yüz aşk! Dengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. Dengeyle hiçbir yere varılmaz. Ancak düşmeyi bilenler köprüden, karşıya yüzerek de geçilebileceğini öğrenir. Belki cennete, belki ipin gerildiği karşı tarafa varılır dengenin sonucunda, kabul ediyorum. Ama düşmemek için verilmiş mücadelerin acısı ve tedirginliğiyle...