bir müslümanın asla savunamayacağı düşünce sistemi.
bu düşünceyi desteklemeyenlerin gerici yada terörist ilan edilmesine sebep olan az bir gurubun savunduğu şey.(asıl gericilerin bu insanlar olduğunu unutmamak gerekir)
ırkçı açılımları vardır. milliyetçiliğin önüne ''atatürk'' ismini getirip kürtten, ermeniden ve de herhangi başka bir ırktan öteki olarak bahsedilmesi an meselesidir. bunu da ''her kürt/ermeni/yunan kötü değildir ama...'' kılıfıyla kamufle etmeye çalışır. uzun yıllar iş yaptı bu ideoloji ancak artık yavaş yavaş tabular yıkılıyor. halk daha da aydınlandıkça kemalizme gerekli cevabı çok daha açık verecektir.
ülkedeki en gerici, çağdaşlık karşıtı, demokrasi karşıtı, özgürlük karşıtı akım olmasına rağmen türkiye'nin modern yüzü olmak gibi bir iddiaya sahip olan ve ülkeyi kurtarmak gibi manası belirsiz takıntıları ve envai saçmalıklarıyla bu ülkeye yıllar ve hazineler kaybettirmiş olan siyasi virüs.
maalesef yerleşik düzene iyi görünmek isteyen gösteriş budalası tüm kurum, kuruluş ve kişilerin kullanmaktan zerre kadar imtina etmediği ideoloji... istiklal marşı'nı düzgün okumayı bile bilmeyen adamlar ağızlarını her açtıklarında atatürk diyorlar, kemalizm diyorlar. nerede bu ülkenin sömürge karşıtı, sosyal devlet taraftarı gerçek kemalistleri? (bkz: gerçek kemalistler)
etrafı etten surlarla çevrilmiş, surların etrafında hendekler olan sımsıkı korunan, muasır medeniyetlere ders veren, ezilmiş halklara yol gösteren ideolojidir.
dünyanın emperyalist ve kapitalist güçlerine karşı gelen, baş kaldıran, isyan eden, savaşan türklerin ve dünya milletlerinin ideolojisidir.
"Ben size, hiçbir dogma, hiçbir nas bırakmıyorum. Size bıraktığım tek yol gösterici ilimdir, fendir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir."
atatürk, 1930'larda başta zamanın milli savunma bakanı recep peker ve ismet inönü ile yaptığı tartışmalarda kemalizm'in doktriner bir ideoloji haline dönüşmesine karşı çıkmıştır.
bugün, "atatürk'ün arkasına saklanmak", "laikçilik" denilen "dogmatik prensiplere", o gün kendisi karşı çıkmıştır.
"beni görmek behemehal yüzümü görmek değildir. benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir." diyerek kendisinin kalıplara sokulmasına karşı çıkmıştır.
evet, kemalizm, türkiye'nin her zaman için ihtiyacı olan yol göstericidir. fakat, bu ilkelerin herhangi birine önyargıyla bakmak veya amacının çok dışında kullanmak ve abartmak, işlevliğini yitirmesine neden olacaktır.
bu da, ülkeyi atatürk'ün bile kurtaramamasına sebep olacaktır.
birinci dünya savaşı sonrasında ortaya atılan itilaf devletleri, osmanlı devleti ve milli cephe içerisindeki onlarca ideolojiden sıyrılarak yeni kurulan türkiye cumhuriyetinin temel ilkesi halini almış, kimilerine göre burcuvaziyi destekleyici kimilerine göre ise çağdaşlık unsuru olarak ortaya konmuş düşünce akımı. subjektif ek ise günümüzün ihtiyaçlarına tamamıyla yetebilmektedir. en azından daha geriye çekmek isteyen ilticai güç karşısında zırh gibi durdukça...
1920lerde ulkeyi istibdatçı anlayıştan daha modern ve özgürlükçü bir anlayışa yönelten, bugün ise tam aksine demokrasi ve özgürlükler karşısında el freni görevi yapan miadını doldurmuş anlayış.
abuk sabuk, fikir sistemi bile olmayan, bu milletle ve değerleriyle ve reel bilimlerle ve ilerlemeyle ilintisiz fantastik kurgu. buna, bana inanmayan eblehler için bu ülkenin en iyi, en makul alt-metin deşifrecisi köşe yazarlarından birine* kulak ve beyin verelim (b)ilgili sözlük.
''Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte yönetici elit kadroların iktidarda kalmasını meşrulaştıran bir 'makbul vatandaş' kimliği üretilmesine girişildiğini biliriz. Türklüğü ve laikliği öne çıkaran, ikisini de otoriter zihniyetin kalıpları içine sıkıştıran bir yaklaşım devlete egemen oldu. Böylece gizlenmiş bir ırkçılıkla, kamusal alanın temizlenmesine yönelik bir strateji birleşti. Bu bakış tek parti döneminde doğal ve medeni bile sayıldı... Ama tepeden kimlik tanımlamalarının işlevsel olamadığı bir coğrafyada olduğumuz ya kavranamamıştı, ya da baskı rejiminin toplum istese istemese de başarılı olabileceği sanılmıştı. Oysa bu topraklarda din gereksinimi o denli yüksekti ki, dinsel olmadığı varsayılan öğretiler bile ancak dinî kalıplara dökülerek zihinlere işleyebiliyordu. Dolayısıyla laiklik dine mesafe alan değil, ona alternatif olmaya çalışan bir ideolojik tavra dönüştü. Öte yandan laikliğin dinsellik ihtiyacını gerçek anlamda tatmin edebilecek bir duruş olmadığı da açıktı. Bu haliyle laiklik olsa olsa dindarlığın kamusal alandaki meşruiyetinin tırpanlanması için kullanılabilirdi. Dindarlığın yerine geçebilecek tek alternatif ise tabii ki kemalizmdi... Nitekim Anıt Kabir'in Kâbe'ye, Nutuk'un kutsal kitaba, Mustafa Kemal'in peygambere karşılık geldiğine dair epeyce zengin bir deneyim birikimimiz var. Böylece laik kesim de kendisini rahatlatan bir dinselliğin içinde yoğruldu. Kendilerini 'sekülerleşmiş' sandılar ama bu kavram kişinin kendi zihninde inanç karşısında mesafe alabilmesini, inanç gereksinimine nesnel bakabilmesini ve bu sayede dünyevi olanı çarpıtmaya eğilimli dinsel önermelerden uzak durabilmesini ifade etmekteydi. Ne var ki laik kesim bunu hiçbir zaman beceremedi... Hiçbir zaman sekülerleşemedi. Onun yerine 'laikleşti' ve Müslümanlığın yerine kemalizmi ikame ederek çağdaş olunduğunu sandı.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'deki laiklik uygulaması, Müslümanların kamusal alanda ve özellikle siyasette etkin olmaması gerektiğini ima eden siyasi bir önermeden ibaret kalmış ve özgürleştirici bir sekülerleşmeyi engellemiştir. Çünkü söz konusu otoriter laiklik, insanların inançla olan bağlarını eşitlikçi bir bakış içinde değerlendirmek bir yana, dindar olanla olmayan arasında bir hiyerarşi üretmiştir. Buna göre 'laikler' 'Müslümanların' üzerinde yer almaktadırlar ve yönetme imtiyazına da 'doğal olarak' sahip olmaları gerekmektedir. Bunun bariz bir ırkçılık türü olduğu, siyasi çizgisinin ise ancak faşizan olabileceği ise nedense idrak edilememiştir.
Bunun muhtemel nedenlerinden biri söz konusu yaklaşımın devlet şemsiyesi altında 'rasyonel' kılınmış sayılmasıdır. Diğer bir deyişle devletin hem dindarlığı hem de laikliği daha iyi 'bildiği' varsayımının yarattığı rahatlama sayesinde, laik kesim 'bilimsel ve doğru' olan tavrı sürdürdüğünü sanmıştır. Devletin bilgisinin billurlaştığı kurumlar ise yargı ve diyanettir... Birincisi laikliğin, ikincisi ise dindarlığın 'bilirkişisi' olan bu cüppeli kurumlar, bize her iki alanın da 'doğru' tanımlarını vermekte ve hizada durmamızı sağlamaktadırlar.
Böylece dindar kemalizmin ideolojik sonuçlarından birinin kemalist Müslümanlığın oluşturulması olduğu öne sürülebilir. Bilindiği gibi kemalistler dindarlığa temelde karşı olmadıklarını hep söylerler. Ancak bunun nasıl bir dindarlık olması gerektiğini de yine sadece kemalistler bilmektedir. Bugün halen yargı bizi 'doğru' laikliğe, Diyanet ise 'doğru' Müslümanlığa davet eden akil kurumlar olarak öne çıkarılmakta. Nitekim yargı başörtülü kadınların üniversiteye girmesinin laikliğe aykırı olduğunu söyleyerek bizlere 'gerçek' laikliği hatırlatıyor... Diyanet ise bir müftünün geçenlerde sarf ettiği sözlerle Türkiye toplumuna ''gerçek dini anlatmaya çalışıyor.''
Bu garip özgüvenin nereden geldiği ise malum: Doğrunun tek olduğunu ve ancak bilimsellikte bulunduğunu öne süren pozitivizmin Türkiye koşullarında siyasete tahvil edilmesini ifade eden kemalizm, her türlü çoğullaşmayı ve dolayısıyla zihinsel sekülerleşmeyi sakıncalı bulan bir inanca dönüşmüş durumda. Bunun adı en genel haliyle özgürleşme korkusudur... Kemalistler özgür bir zihniyet ve inanç ortamından o denli korkmaktalar ki, bir yandan kendiliğinden sekülerleşen Anadolu muhafazakârlığını laiklik adına mahkûm ederek siyasetin dışına itmenin yolunu arıyorlar; öte yandan da o sekülerleşme yolundaki muhafazakârları kemalist bir Müslümanlık yorumunun içine hapsederek devlete yamamaya çalışıyorlar.''
bin yıllık güçlü ve anlamlı kültürümüzle, demokrasi ve ilerlemeyle âlakası, ünsiyeti, muhabbeti olmayan âtıl soft-faşist kandırmaca. hâlâ aksini iddiâ eden uyuşuk kafa konformisti sathî gâfil zevâta çükümle gülerim, o (g)ayrı...
ha, ille dîne kıl olacam; entel dantel imajı neşredicem havasındaki dandik tiplerdenseniz şu aşağıdaki bakınızla zikredilen fikir çok daha mâkul ve insanîdir, onu alınız, içselleştiriniz.
(bkz: sosyalizm)
kuzey kore gibi aç, muhtaç -lâkin ne gâm- yiğit(!), süper hisli(!), şanlı milliyetçi(!) ama kıçında çuval bezinden üniforma olan yüce bir ülke(!) olmaya giden en sağlam, en kestirme yol.
gericiliğin, bu aziz toplumu her alanda geri bırakan zihniyetin ta kendisi olduğunu, gerçek dogmatik; işlemeyen beyinlerin fark etmesi, idrâk etmesi zordur. onlar ancak sosyalbilimleri 'terk ederler' konu bu olunca... refleksif sevgileri(!) tapınsal düzeydedir ve içsel-buyrultusal müthiş(!) sarsılmaz bir yapı arz etmektedir. ayrıca az buçuk durumu fark edip de kafa konformizminin dayanılılmaz câzibesini terk etmek istemeyenlerin 'kemalizm, atatürk'ten sonra icâd edildi' diye cümleler sarf etmeleri ise akıl ve vakit sarfiyâtıdır. iyi(!) bir ingiliz mûhibi olan mustafa kemal, putlarının, pardon kutsal büstlerinin dikilmesi işiyle 'bizzat' âlakadar olmuştur ki dünyada eşi benzeri olmayan mütevâzılıkta bir icraattır(!) bu...
(bkz: akıl tutulması)
komünizmle hiçbir açıdan kesişmeyen doktrin. ikisini kesiştirmeye kalkanlar cumhuriyetçiliğin, kemalist düşüncenin imajından yararlanmak isteyen sözde solculardan başkası değildir.
komünizmle hiçbir açıdan kesişmeyen doktrin. ikisini kesiştirmeye kalkanlar devrimciliğin, sol ideolojinin imajından yararlanmak isteyen ulusalcı faşistlerden başkası değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş ideolojisidir. ilkelerini nereye çekersen o " izm " i yaşarsın. Milliyetçiliği ön plana çıkarırsan bir nasyonal sosyalizm , devletçi - liberalizmi ön plana çıkarırsan bir devlet kapitalizmi elde edebileceğin türden amorf bir ideoloji. Sınırları mevcut konjontüre göre her zaman değişebilen pragmatist bir ideolojidir. Ancak evrimsel bir kararlılığı olmayan herhangi bir tür ya da organik bağ doğası gereği tutarlı ve kendisine baskın olan " izm "ler tarafından geride bırakılmaya mecburdur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana geçen 85 yıllık süreçte bu kararlılık darbeler ve tek parti yönetimleri, emperyalizm kuyrukçuluğu ve ulusal kapitalizm dönemleri ile suni bir şekilde sağlanmaya çalışılmaktadır.
içinde demokrasi barındırmaması nedenıyle yokolmaya ya da tedavulden kalkmaya mahkum olan bu gune kadar hakım sınıf tarafından hakımıyetın devamı için buyuk bır ustalıkla kullanılan ancak hakımıyet altında bulunan muhalıf kesımın taktık değiştırmesıyle(yuzlerını avrupaya dondurmelerı)zor gunler yaşayan turkıye cumhuriyetı'nın en etkın ideolojisi. antıdemokratık her oluşum demokrası karşısında kaybetmeye mahkumdur.