bugün

Türkiye'de nedense pek kasaba yok
Köy var
Şehir var
Ama kasaba yok
Bence şehre yakın bölgeler kasaba ilan edilmeli.
köyden daha gelişmiş kırsal yerleşim yeri.
bir zamanlar trt 1 ekranlarında yayınlanan hugodan sonra 2. interaktif çocuk programıydı.
Murat Dalkılıç'ın çok güzel bir çıkış yakaladığı sanırsam ilk şarkısı.
ilk klibi olduğu kesin de.
Nbc nin ilk uzun metraj filmi.

"Evet, belki ben bir baltaya sap olamayan, sıkıcı ve acınacak durumda biriyim.
Tersliğim, uyumsuzluğum canınızı sıkıyor. Galiba hiçbir yeteneğim de yok.
Kanımda başka da verecek bir şeyim...
Gençliğim kimseye gerekli olmayan bir izmarit gibi yok olup gidiyor. Ne bir yuvam, ne dostlarım ne de bir işim var.
Gençliğimin en verimli çağında bu kasabaya kısıldım kaldım. Erkekliğim, dinçliğim, kalbim gözümün önünde eriyor."

Saffet'te kendi geleceğimi gördüm. Yaşadığım yer bir kasaba değil ama adı kasaba.
"Memleket hasreti hiçbir şeye benzemez. Soğan ekmek ye; ama kendi toprağında olsun."

görsel
nahiye yani beldenin karşılığı olsa da hâlâ kır kesiminde ilçe merkezini işaret etmek için kullanılan bir tabir. örnek vermek gerekirse ; " yarın kasabaya inip, o dediklerini alırım."
af edersiniz ama sik gibi bir şeydir kasaba. Hele ki sahil kasabaları. Sürekli romantize edilen kasaba hayatı aslında arada kalmış, hiçbir boka yaramayan ve sınıfsız kalmış bir topluluğun sevgilisidir, ve bizatihi kendisi de öyledir.

Kent ve kentliliğin bir tanımı vardır, aynı şekilde köy ve köylülüğün de. Köy üretim, kent ise tüketimle ya da sanayi ile özdeşleştirilebilir (en ayak üstü anlatımı ile). Kasaba ise hiçbir bok değildir. Ne köylüdür ne de kentli. Hiçbir şey üretmeyen, tüketimi teşvik dışında da hiçbir boka yaramayan bir yerde konumlanmıştır. Küçük kent ya da büyük köy yakıştırmaları tamamen yanlıştır.

Kasabaların bu kadar romantize edilmesi ise tatlı su pembecikliği dışında hiçbir şey değildir.
https://youtu.be/x1WxV26N5qM
ömerli bölgesinde sadece villalardan oluşan uçuk pahalı bir emlak projesi. https://www.emlaktasontre...vlerinden-villa-aldi-8157 burada okuduğuma göre volkan konak'da kendisine bu projeden bir villa almış.
Nuri bilge ceylan'ın filmidir. Çok zor ilerliyor oflaya poflaya bitirdiğim bu filmde çok sinir bozucu bir öğretmen mevcut başka karakterler böyle baskın duygular hissettiremedi açıkcası. film sonrası tepkim ee yanii?? oldu.
50 liraya düzeltilen pantolon paçası gibi 'eften püften' bir konudan bir film çıkar mı? Niyetiniz göz boyamak değilse, içtenliğinizi korursanız çıkar. 'Kasaba' bunun iyi bir örneği

Üç dört yıllık kısa film geçmişim boyunca Türk Sineması'nın tek sorununun 'samimiyetsizlik'ten kaynaklandığını söyleyip durdum. Yabancı mahallede, bir anda nereden peydah olduğuna kimsenin akıl erdiremediği bir sinemacının, üstelik 'kısa filmci' bir sinemacının 'samimiyet'ten söz etmesini kimileri duymazlıktan geldi. Bilmem kaç filmlik 'fiyaskografisinde' dişe dokunur tek filmi bile bulunmayan kimileri de dişlerini gösterdi. Onara göre sinemanın sorunu, para ve teknolojik sorunlardı. Bahaneleri buydu.

Çocukluğumda anam, ayna denen nesneyi görmediği için, kendini prensesler gibi güzel sanan bir çoban kızının öyküsünü anlatırdı. Gün gelir, kırda bir kırık ayna bulur bu kızcağız. Kırık aynaya bakınca dünyası yıkılır. Çirkin mi çirkin bir yüzü vardır zavallının. Kaderine boyun eğer, kabullenir. Bahaneler bulmaz. Ni bileyim, bulduğu aynanın optik kusurluğu olduğunu söylemek gibi gaflette bulunmaz. Savunma mekanizmaları geliştirmek, yalnızca bizim aydınımıza özgü bir şeydir çünkü. Para ve teknoloji sorununu bir anlamda aşmış bulunan sinemacımız, içimize sımsıcak dolan, bizi kucaklayan bir Türk filminin hâlâ ortalıkta görünmemesi karşısında hangi bahanenin ardına sığınacaktır, doğrusu merak ediyorum.

Basiret sahiplerinin 34. Antalya Film Festivali'nde, Türk Sineması'nın tek sorununun hâlâ 'samimiyetsizlik' olduğu gerçeğini bir kez daha gördüklerini sanıyorum.

Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba'sı, Antalya'daki iyi filmlerden biriydi. Elinizde bir büyüteç yoksa adına haritada kolayca bulamayacağınız bir kasabada çekilmişti 'Kasaba'. Mütevazı bir bütçeyle, yaygara etmeden. Oyuncularının adı Hülya değildi örneğin. Volkan, Tarkan, Tarık ne bileyim, Tanju filan da değildi. Örneğin Havva'ydı, Mehmet Emin'di. 60'larında bir ana, 70'lerinde bir babaydı. Teyze oğlu Saffet'ti. Bir okul müsameresi dahi görmemiş cıvıl cıvıl kasaba çocuklarıydı. imaj Çağı'nda, 'imaj'ın kıçına tekmeyi vurmuştu filmin yönetmeni. Göz boyama, seyirci avlama adına alçalmıyordu 'Kasaba'.

'Kasaba'da ne vardı biliyor musunuz? Tertemiz, saf bir sinema. 70'lik amca, pantalonunun paçasını düzeltsin diye, torununu terziye yollar. insafsız terzi, bu iş karşılığında 50 lira istemektedir. Düşünün 50 lira! "insafsız adam: 50 lirayı o versin, pantolon onun olsun!.." Böylesine 'eften püften' şeylerden sinema çıkar mı hiç? Çıkıyordu işte. Bizim azgelişmiş ülkemizin çok gelişmiş sinemacıları yüksek fikirlerle, 'müthiş' zekâ oyunlarıyla ürettikleri 'paradokslarla' oynaya dursun, alçakgönüllü 'Kasaba', yeni bir damar yakalıyor, nerdeyse bir manifesto olup çıkıyordu. Üstelik, Eisenstein'ın figüran yüzleri gibi belleklerden uzun süre silinmeyecek görüntülerle yapıyordu bunu.

Giderek 'Altın Portakal'ı yerine 'Tecavüzcü Coşkun'uyla simgeleneceğinden korktuğum Antalya Film Festivali'nde kendini popülist değerlerden uzak tutan, soylu bir sinema etiğine sahip olan 'Kasaba', ödüllendirilemezdi. Ödülsüz de bırakılamazdı, görmezden gelinemezdi. Kategoriler dışında bir ödül verildi 'Kasaba'ya: En iyi Yönetmen dalında mansiyon. Namuslu bir jürinin elinden daha fazlası gelmiyordu çünkü. Bence 'Kasaba' aldı en büyük ödülü.
Kentli çok bilmişliğimizi, kentli kendini beğenmişliğimizi bir günlüğüne bir kenara koyalım. 'Kasaba', bir çocuğun gözleriyle seyredilebilecek bir film.

Ahmet Uluçay
bir nuri bilge ceylan filmidir. kültür bakanlığı destekli bol ödüllüdür. bu filmindende hiç bir şey anlaşılmamaktadır.
Nuri bilge ceylan'ın ilk uzun metrajlı filmi.Çok iyi bir başlangıç yapmış.Filmde uzun planlar mevcut ve yavaş tempoda seyrediyor.Minimalist sinemanın güzel örneklerinden.Filmin tek eksisi dublaj kullanılması olmuş.Sigara içenler için sigara eşliğinde tadı ayrı güzel çıkacak filmdir aynı zamanda.
Nuri Bilge Ceylanın kurguya insanı tüm duygularıyla dahil edebildiği filmidir.
öncelikle bu filmi izlemek isteyenler için bir kaç şey söylemek istiyorum. eğer uzun ve diyaloğu az olan filmlerden sıkılıyorsanız farklı zaman ve ortamlarda izleyin çünkü uykunuz gelir ve film size olması gerekenden fazla sıkıcı gelir. ben ise havaalanında seyrettim ve baya keyif verici bir film oldu benim için.

film ise Anadolu'nun küçük bir kasabasında geçen bir döngüyü belirliyor. bir sahne vardır ki çok duygulanırsınız o anda. olay sınıfta geçer. sonrasında bir tüy geliverir sınıfa ve herkes üfürerek tekrar tekrar uçuruvermeyi dener. beni en etkileyen sahnelerden biridir. daha sonra ise bir röportajını okuduğumda, kahretsin ki çehovun hiç romanını okumadım, oradaki sahnenin çehovun bir kitabında geçtiği ve oradan esinlenerek o sahneyi oluşturduğunu açıklayınca hemencecik gidip çehovun eerlerini alıp okumaya başladım.

bir diğer sahne ise akşam vakitleri ailedeki bireylerin bir ateşin etrafında bir araya gelrek bir şeyler paylaşması,tartışmasıydı. bu ahnede yanılmıyorsam çehovdan esinlenerek oluşturulmuş bir görüntü. yine kendime kızdım bundan dolayı çehovu okumadığım için.

fakat dediğim gibi sıkıcı gelebilir bu film size, zamanı ve ortamı ayarlayın en önemlisi ise kendinizi iyi hissetikten sonra izlemeye başlayın. ne mutlu ki nuri bilge ceylana böyle bir filmi bize sunmuş.
(bkz: megan fox un istanbul u kasaba zannetmesi)
nuri bilge ceylan'ın klasikleri arasında yer alan leziz film.

http://www.youtube.com/watch?v=nAmxVrk9Lw0http://www.youtube.com/watch?v=nAmxVrk9Lw0
gaziantep'in yavuzeli ilçesine bağlı bir köy.

· yavuzeli nerede?

kaynak:

· tarimziraat.com/gaziantep

ilçenin tüm köyleri için:

(bkz: yavuzeli/#12982675)
97 yapımılı bu film bir kasabaya sıkışmış kalmış saffet karakteri üzerinden işlenir. meşe ağaçlarının altında yapılan dede, oğul, torun, nine muhabbeti çok mühimdir. burada mesela dede emin ceylan şu meşe ağacı ölmüş ama kuru olmasına rağmen diğerleriyle nasıl da birlikte rüzgarda sallanıyor bizler de öldüğümüzde işte bu şekilde hayata katılacağız derken tahsil görmüş oğul işte telepati denilen şey diye başlayacaktır konuşmaya. tüm bunların haricinde kar, elem, keder, rüya gibi nuri bilge ceylan sinemasının temalarını bulabilirsiniz. aynı zamanda kim ki duk'un dört mevsim filmindeki gibi kaplumbağaya yapılan eziyet ve etrafı açık araziden kapıdan geçmek gibi benzerlikler taşır. saffeti'in ağzından dökülen şu sözler çok mühimdir: belki işe yaramaz biriyim, cansıkıcıyım, hayatım gençliğim eriyip gidiyor, erkekliğim dökülüyor bu kasaba beni boğuyor. vs.
Nuri bilge ceylan'ın ilk uzun metrajı. o zamanlar bir wonderkid olan nbc muhteşem bir yıldız olacağını bu film ile belli etmişti. yönetmenin fotoğraf çalışmalarını görenler bilir ki nbc önce bir fotoğrafçıdır. imgelere tarkovskyvari anlamlar yükleme becerisi fotoğrafçılığından gelmektedir zannımca. bu filmin en önemli bel bağladığı yerler elbette bu imgelerdir. zaten nbc sineması güvenini buradan alır. güçlü bir gözden çıktığı hissedilen fotoğrafların üzerinden anlatılan naif, minimal öyküler.

bu filmde kasabalı olmak, kasabadan kaçmak/kaçamamak, kasabada yaşayacak olmak gibi durumlara sahip karakterleri tarafsızca ortaya koymayı hedeflemiş yönetmen. tabi bunu oldukça düşük bir bütçe ile gerçekleştirmek zorunda olduğu da belli zaten filmin başarısı da tam buradan kaynaklanıyor. elindeki malzemeyi en verimli şekilde kullanıyor ve amatör oyuncular eş dost ebeveyn ile bir kült film adayı yaratabiliyor. durağan diyalogların eşliğinde öznel bir gözle kasaba kent sorunsalını derinlemesine ortaya koyuyor yönetmen. bu bile tek başına filmi başarılı kılıyor.

sorunları yok mu elbette var. filmin dublajında çok ciddi sorunlar var. ancak iyimser bakarsak bu durum filmi daha da samimi kılıyor. oyuncuları kendilerine çok yakın rollerde oynatmak amatör sinemacılara bir öğüt özelliği taşıyor. kimse yapamayacağı bir role girmiyor bu da işleri kolaylaştırıyor.

kasaba izleyicinin gayretini isteyen ama bu gayreti kesinlikle ödüllendiren bir ilk film. hayrola genç in notu: 8.5
nuri bilge ceylan'ın 1997 yapımı siyah beyaz filmi. filmde köydeki bir ailenin yaşamı ele alınır ama bu aile alelade sıradan bir aile değildir 2 torun biri kız ve erkek 1 dede 1 babaanne 1 gelin 1 oğul bir de saffet. saffet'te ailenin içinde aslında ama hepsinden farklı olarak köyünü memleketini sevmiyor evin oğlu ali dersleri iyi olduğundan türkiye'de üniversiteyi bitirip amerika'ya gitmiş derin tarih bilgisinden ötürü tarih ile alakalı bir şey okumuş olduğunu düşünüyorum. ali ile saffet arasında bir uçurum vardır ali çalışmanın ardında bir şeyler bırakmanın önemli olduğu kanısında iken saffet daha nihilist mizaca sahiptir arkasında bıraktığı şeylerin öldükten sonra onun işine yaramayacağını düşünmektedir. askerlikten geldiği halde çalışmayan saffet'e aileden çalışması için bir baskı vardır ama bu baskı bizim bildiğimiz otoriter bir baskı değildir yalnızca sözlü eski zamanlarda geçtiği için konu ben dede'nin saffet'e karşı daha dominant yaptırımlar yapmasını bekliyordum. en küçük torun'un ters çevirdiği kaplumbağa belki de küçük çocuğun ilk günahıydı.

not: ben aklıma ne geliyorsa rastgele yazdım siz en iyisi okuyup kendi yorumunuzu yapın bu arada bu film'de de tarkovski etkisi görülür.
bu da iki medeni insan gibi "erkek dostluğunu" işaret eden bir şarkı.
kadın zulmünden kaçan iki erkeğin izbe bir yerde park edilmiş olan bir arabanın üzerine çıkıp şarkı söylemeleri gibi bir konusu var klibin bir de.

"kadına mı gidiyorsun kırbacını eksik etme" diyen nietzsche'yi tersinlemişler ve zalim bir kadın tipi çizmişler, elinde şakkıdı şukkudu kırbacı.

http://www.youtube.com/watch?v=mxjTSG5YdGo&NR=1
Antalya ilinin Kaş ilçesine bağlı bir köy.

ilçenin tüm köyleri için:

(bkz: Kaş)
uzak'taki taşra/ kent yaşamına derinlikli bakış açısının izlerini görebileceğimiz pastoral film. nuri bilge ceylan filmi. koza'dan sonra çekilen film de kasaba yaşantısının daraltıcılığı irdelenmiş. filmin ortalarında saffet'in kasabadan niye kaçıp gitmeyi istediği tam manasıyla veriliyor. 97 yapımı siyah beyaz film, 82 dakikalık uzunluğuyla önceki kısa filmden çıkılmadığının da göstergesi. zaten üç bölümden oluşuyor film. biraz uzun tutulan sahneler var, lakin doğal doğa gözlemleri filmi çokta sıkılmadan izlemeyi sağlıyor.
film de yoğun kar yağışının çevrelediği kasabada ilkokul öğrencilerinin ders anından bir kesit başlangıcı sunuyor. burda akılda kalan üç sahne var. çocukların sınıfta tüyü üfleyip yukarıya doğru çıkartıp indirmeleri ve o tüyün sonra öğretmenlerinin önüne düşmesi, derse sonradan gelen çocuğun kardan donmuş halde oluşu ve üstünü başını çıkartıp sobanın başında kurumaya terk etmesi/ ceketten gelen damlacıkların sobaya düşüşü ufaklığın çorabını çıkartırken ayakların büzüşmüş hali ve de beslenme çantasındaki bozuk yiyecekten gelen kokunun öğretmeni rahatsız edişi. hocanın tüm öğrencilerin beslenme çantasındaki yiyecekleri koklayışı ve peşisıra ufak kızın mahcubiyeti...
çocukluk dönemi sanrılarından birisi de hayvanlara yapılan eziyettir. film de ablasıyla gezip duran ufaklığın kaplumbağayı keşif çalışmaları ona sinirlenip onu ters döndürmesi ilgi çekici kuşkusuz. bir de taş fırlatıyor dedeye. şu kaplumbağanın ters döndürülüşü ufaklığın rüyasına annesinin düşüşü olarak giriyor.
filmin taşra/ kent yaşamıyla ilgili derin bir perspektif sunduğu güzel diyalogların geçtiği en başarılı sahnesi saffet'in amerika'da eğitim görmüş yemek yerken burnunu karıştıran ali'yle atışmaları. gene dedenin öngörüleri, gecenin sessizliğinde doğa içi aile sohbetinin yer yer hesaplaşmaya dönüşmesi, çocukların bu esnada uyuması...
film, nuri bilge'nin ilk filmlerinden. daha az diyalog, fazlaca sakinlik/sükunet, bol doğa tasviri,çiçekler, böcekler...budur bu film! yapmacıklıktan uzak tarafı dikkati çekiyor!olduğu gibi bir film! minimal/ kendi halinde bir başyapıt!yıllar sonra daha da büyüyerek uzak'ı çıkaracak,şu malum aile sohbeti öyle diyor mevzu babında.
10 üzerinden 8!