bugün

etkisi, ölsek bile devam eden yaralardır.
duyguların örselenmesiyle ruha açılmış yaralardır.
kabuk bağlar,ara ara kanar ama asla kapanmaz.
yüreklere kazınıp ölene kadar insanla beraber giden acıdır.
yoktur. iz bırakanlar vardır.
yaban domuzunun dişiyle açılan derin yaralar da bu gruba girebilir. kolay kolay kapanmazmış duyduğuma göre.
Kadıköy Acil'den Hemsta'nın fuat ergine attığı dissi hatırlattı bana . kendisi şöyle der ;

MotoŞoŞempanzer karı pazarlar
suvariler atları sırtında taŞırken azınca bozar
kan ilk sokunca çıkar senin kancıĞın yalar fu.k yutar
Hemsta s.ker atar atardamardan taktımı yırtıp parçalar
saĞ bırakmaz evini bombalar
Bülent Ersoy'un elini öpen t.ŞaĞımı yalar
açıldımı aralar (bkz: kapanmaz yaralar)
Amerika deĞil burası yok niggalar
istanbul oĞlum her yerde bir adam
her attıĞın adımdan da haberdar...
başarısız intihar girişimlerimin birinin arefesinde görmüştüm seni. park lambasına kravatımla kendimi asmayı başaramazken, karanlık bir köşeden ağlama sesin geliyordu.
bir bebek sesi gibiydi. hiç kimseyi üzmeyecek kadar naif, hiç kimsenin duyamayacağı kadar hassastı. yaklaştım yanına. acıyan boynumu sol elimle ovup, az önce kendimi asamadığım için kendime kızgınlığım tavan yapmışken, bu başarısızlıklarla nereye kadar gideceğimi bilemeden, oturdum yanına.

hıçkırıklarına ara veremiyordun. ağladıkça ağlıyor, başkalarının duyabileceği bir desibele çıkarıyordun ses tonunu. bir anlık gafletle, yanına oturup, yüzünü gizleyen saçlarını kulağının arkasına attım. işte o an, beni göğsümden itip, bağırdın:
"defol serseriiiii!"

nasıl da anladın defolu olduğumu. gecenin karanlığında yankılandı sesin. birileri balkonlardan, pencerelerden sarkıp, bulunduğumuz köşeye bakmadan susturmalıydım seni. omuzlarından yakalayıp, gözlerinin en dibine baktım. geleceğimi gördüm işte o an. hayatımın gerisinin o geceden sonra başlayacağını. hayatımın öncesinin olmadığını. hayatımın hayat olması gerektiğini, işte o an anladım.
baş parmaklarım ile gözyaşlarını silip, kafanı göğsüme yaslamanı sağladım. hıçkırıkların devam ediyordu. neye bu kadar kızgındın, bilmiyorum. bir anda kendini geri çekip, ağlaya ağlaya anlatmaya başladın.
anlattıkça açıldın. açıldıkça anlattın. arada bir, elinle bana vurup, "anlatsana" dedin, "en güzel hikayeni."

yutkundum. nefesim kesildi. hayatım boyunca her yerde anlatacağım o muhteşem hikayenin şimdi başladığını söyleseydim sana, inanacak mıydın? sanmıyorum. sustum. suskunluklarım bağırışım oldu. gecenin karanlığında yankılandı. yorulduk. yoruldun. gece ilerliyordu. zaman, geleceğe düşüyordu. iki adım ötedeki tekel bayiine koşup şarap getirdim. bize içtik. bir sen çekiyordun şarap şişesinden. bir de ben.
arada bir, soruyordun, "seni nereden tanıyorum?" diye. tanımıyordun beni. ilk kez görüyordun. fakat, ben seni tanıyordum. acılarından. onun içindir ki ilk önce yaralarımız denkleşmişti seninle. daha sonra anılarımız. en nihayetinde de dudaklarımız.

içtik kana kana aşk şarabından. günahtı tüm güzellikler. tanrı'ya kafa tuttuk. güldük. kahkahalarla. veda vakti geldi. kalktık. aynı anda. uzun siyah pardesünün arkasını silmene yardımcı olurken ben, sol elime bilerek vurdun. göz göze geldik. gülüyordun.
8 adım attık yan yana. saydım. karşı kaldırımdaki ticari taksiye bindirip, geceye emanet edecektim seni.
ilk önce sola baktım. solağım ben. sonra sağa. sen de bana bakıyordun. sağdaydım ben. sola baktığın an, uçurdu bedenini, bir yük kamyonu. alıp götürdü seni benden.

gerçek olamayacak kadar ütopik olan seni, aldı götürdü.

kaldım öylece.

hikayelerim, o geceden beri piç!

ve ben hala susuyorum.

çünkü; anlatacak bir şeyim yok!
yeri doldurulamaz organlar buna sebep olabilir.