bir yelkenli için rüzgâr neyse, kader de bir insan için aynı şeydir. Dümen başındaki insan rüzgârın nerden eseceğine karar veremez, ne şiddette eseceğine de, ama kendi yelkenini yönlendirebilir. Ve bu da kimi zaman inanılmaz derecede fark eder. Aynı rüzgâr deneyimsiz ya da ihtiyatsız ya da yanlış karar veren bir denizciyi felakete sürüklerken, bir başkasını sakin bir limana ulaştıracaktır
doğumdan ölüme kadar, daha önceden belirlenmiş hayatı yaşamaktır.
şöyle ki;
bir insan kaderinden kaçamaz. kaderi neyse onu yaşar. buna karşıt olarak kadere inanmayanlar ''eee o zaman ben arabanın altına atlayayım kaderde yoksa ölmem'' diye düşünürlerse kadere inanmayıpta birgün arabanın altına atlayacaklarıda kaderlerinde yazılmaktadır. ecel kaderin son sayfasıdır.
başımızdan kötü bir olay geçtiğinde, bir başarısızlık yaşadığımızda, sevgiliden ayrıldığımızda, " aslında hayatın akışı insanın elinde değildir" manasına geldiği için ezikçe sığındığımız kelime.
örnek: "kader! elden ne gelir ki..."
bugün kayda değer birşey yapayım dedim,bugünü de böyle öldüreyim,felekten bir gün çalayım dedim ve oturdum kaderi izledim,felek benden bir gün çalmış oldu böylece..işte bunun fotoğrafı çekilir dediğim birçok kare kaldı aklımda parça parça.kader dediğin şey soyağacından başlıyor insanın,nasıl başlarsa öyle gidiyor,oldukça arabesk deyimler barındıran bir film,gerçekçiliği ise çırılçıplak utandırıyor,yer yer, insanın canı sigara istiyor,insanın canı cigara istiyor,bekir'in sıkıntıdan çay kaşığı ile elektrikli sobaya çay damlatması ve oradaki tıss sesi belki de onun durumunu en güzel açıklayan görüntü..
hiçbir repe ihtiyacı yok o görüntünün, anlıyorsunuz, anlıyorum, anlıyorlar. karanlık bir film, karanlıkta izlenmesi ise daha da karartıyor insanın içini yalnızca bir kez geçiyor kader sözcüğü, bir kez bekir söylüyor bir kez de uğur içli içli.izlerken ağlamak mümkün değil,izlerken anlamak mümkün yalnızca,çıkar yolları düşünürken bütün yolların bir saplantıya çıktığını görmek...
müdahale etme isteği geliyor,dram izleyip ağlayan yetmişli yılların teyzeleri gibi hem de..bir yandan "yahu bekir boşver dön bak karın da güzelmiş,baban da yardım ediyor,yazık etme kendine" demek geliyor insanın içinden öbür yandan çay bardaklarında dönüp duran çay kaşığının tekdüze tıngırtısında bile bir imkan-sız-lık seziliyor,detaylar alıp götürüyor izleyiciyi,sahiden de böyle oluyor diyorsunuz içinizden,öyle uzun bir sessizlik çöküyor ki insan huzur mu duysun,korksun mu bilemiyor ve genelde korku kalıyor,her an herşey olabilirli anlarda ve en güzelini bekir açıklıyor;
şımarık, insan denen oyuncaklarıyla yorulmadan oynamaktan mutlu, sürekli yeni oyunlar üreten kimi oyunlarında oyuncaklarının canını acıtan kimisinde ise mutlu eden küçük burjuva çocuğu...
(bkz: sevgiliye yazılan mektuptaki cümlelerden alıntılar)
gerçekleşebilecek milyonlarca seçenekten sadece birinin gerçekleşmesi. ya da zorunluluk. gerisi, boş düşünce.
canını sıkma, herşey öyle olmak zorundaydı. ve oldu. olmayan ise bizim değildir zaten. olan da bizimdir, sen kucaklamazsan olanı, kim kucaklayacak!
Şahsi görüşüm odur ki; Masumiyet'i izleyip üstelik bir de aşırı beğenmiş biri olarak onun yanına dahi yaklaşamamış filmdir. Oyunculuklar bu film için değerlendirildiğinde belki yeterli sayılabilirdi ancak, özellikle masumiyet'teki meşhur tiradın bir benzerinin olduğu sahnede ya da uğur'un bekir'le olan konuşmalarında insan ister istemez masumiyet'le kıyaslamaya giriyor ve sürekli eksik bir tarafının olduğunu düşünüyor. Bununla birlikte bazı geçişler çok hızlı olmuş, sorun benden kaynaklı da olabilir ama kimi sahnelerde bekir'in istanbul'da mı izmir'de mi olduğunu anlamam bir kaç dakika sürdü. Bir de özellikle erkan can'ın çok az gözüktüğünü ve benim gibi zatın hayranı olan kişilere yetmediğini düşünmekteyim. Film yine kalbur üstü sayılabilecek kalitede ancak Filmi izleyeceklere tavsiyem eğer masumiyet'i izlememişlerse bu filmi izledikten sonra masumiyet'i izlesinler çünkü her sahnesinde ister istemez bir kıyaslamaya gidiliyor.
zeki demirkubuz'un en iyi filmlerinden biri. aşk bir saplantı mı? hastalık mı? bizim yaşadıklarımız mı doğru yoksa müebbete mahkum olmuş, içerden çıkması imkansız aşkının peşinden giden uğur'un ve uğur'un başkasını sevdiğini bilmesine rağmen onun peşinden ailesini, karısını, çocuklarını bırakarak giden, defalarca reddedilmesine rağmen vazgeçmeyen bekir'inki mi doğru? ha bi de uğur'un * ilk tanışmalarının birinde ''seni gören esnaf değil hakan taşıyan sanır'' dediği gayet efendi, mülayim, işinde gücünde bekir'in psikopatlaşıp diyar diyar aşkının, uğur'un peşinden gezmeye başlamasıyla saçları 3 numaraya kesilir ve beşiktaş beresi giydirilir. buna da algısa seçicilik denir.
tam olarak kader: değiştiremeyeceğimiz bir kaç şeyin dışında* insanın hür iradesiyle hayatta seçimler yaparak yaşaması ve yüce allah'ın zamanla sınırlı olmamasından ötürü neyi seçeceğimizi önceden bilmesidir.
bittiğinde omuzların düşmesine sebebiyet veren oldukça ağır, vurucu bir zeki demirkubuz filmi. oyunculuklar, masumiyetteki mükkemellikle karşılaştırılamaz ancak yine de filme bağlayabilecek kadar kalitelidir. imkansız ve takıntılı bir aşk ancak bu kadar yalın ve bu kadar sert bir şekilde anlatılabilirdi, zeki demirkubuz bunu başarmış.