Çocukken adını okuyabilmek için sağlam kafa yormuştum. öğrenince de bu muymuş diye hayal kırıklığına uğramıştım. hatta küçükken kadın sanıyordum kendisini.
Emile adlı çocuk eğitimi ile ilgili kitabı yazarıdır. Gerçek hayatı ise bununla çelişkilidir. Hizmetçisinden olan 5 gayrimeşru çocuğunu ise yetimhaneye vermiş, ilgilenmemiştir.
kendisine göre; müslümanlar bizansı tarih sahnesinden silmeselerdi, bir yeniden doğuş söz konusu olmayacaktı. rousseauya göre sanat ve sanat eserleri, insan ve doğasının erdemsiz tutumlarına dair, ayna vazifesi görür. evlerdeki tablolar, bahçedeki heykeller hep erdemsizliklerden dem vurur. ona göre kitabın yararlı olması değil, güzel olması önemlidir diyenler yanılgıdadır. osmanlı padişahlarının yurtlarına matbaayı sokmak istememelerini de mantıklı bulurdu. zira matbaa, dönemin çılgın ve ahlaksız fikirlerinin müstakbel jenerasyonlara aktarımını sağlayacaktı. erdemsizliğin devinimi sürecekti.
modernizmi ve aydınlanmacı tavrı kadınlar konusunda işlemezdi.
ne rönesans kadınların rönesansıydı, ne aydınlanmacı düşünürler kadınların farkına vardı.
rousseau beyefendi, kadınlar konusunda takıntılı bir zat.
Kadınların küçükken anne-babasına, büyüdüklerinde ise kocasına itaat etmesi gereken uysal varlıklar olduğunu düşünmektedir ve bu savını destekleyecek eğitim modelleri geliştirmiştir. aslına baktığımızda Rousseau'nun savunduğu yargılar kadınlarla ilgili tüm Batı geleneğini yansıtır. Rousseau, ataerkil kültürümüzün kadını ayıran ve ötekileştiren yönlerini büyük bir istekle benimsemiş ve savunmuştur.
" Doğru yolda giden kaplumbağa, eğri yolda giden yarış atını geçer " gibi bir satırı yazacak kadar optimist birisidir. şimdi at bile doğru yoldan gitse tosbağalar takıyor ata bu alemlerde.
''Gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır da.'' sözü ile yüzyıllar önce demokrasinin uygulabilir bir sistem olmadığını dile getiren düşünür.
"toplum sozlesmesi yapanlar o toplumda yaşayan insanlardır. yani iktidarın kaynağı halktır. rousseau'ya göre herkesin özgürlüğü devlet tarafından güvence altına alınmalıdır. bunun için de bireylerin tüm haklarını devlete devretmesi gerekmektedir. yani bireyler üstün irade olan devleti kabullenmelidirler." der toplum sözleşmesinde rosseau
gelgelelim çelişmektedir aynı zamanda kendisiyle. hem john locke gibi devletin özgürlükleri korumak için varolduğunu söylemekte hem de görüşüyle çelişecek şekilde kişilerin hak ve özgürlüklerinden devlet lehine vazgeçmeleri gerektiğini söylemektedir.
"herkes hakkını devlete devretmektedir, yalnız devrettiği kadarını da devletten geri almaktadır. çünkü bu durum herkes için aynı olunca hiçkimse bunu diğerlerinin zararına kullanmayacaktır."
bakınız bir anlamda eşitliği savunur sosyalist bir düşünür imajı çizer ama aynı zamanda savunduğu eşitlik köleler arasindaki esitliktir. özgürlüksüz eşitliğe de razıdır.
kitlelerce benimsenip tanınışını, "Dijon akademisi"nin 1749 yılında düzenlediği bir yarışmaya borçludur. "Bilimlerle sanatların ilerlemesi, erdeminizi geliştirdi mi?" şeklindeki soruya; "insanların iyi oluşunu, ancak uygarlaşma sürecinde diğerlerini ezme sevdası hasebiyle, bilim ve uygarlığın eş güdümlü ilerlediğini, ancak erdemi yok ettiklerini" anlatan yarım sayfalık yorumu ile keşfedilmiştir.
benim de ismim jean jacques rousseau olsaydı filozof olurdum amına koyim.
şu isimdeki ihtişama, asalete, heybete bak. yemin ederim şu ismi bi söylesen arka fonda şimşekler çakar, yıldırım düşer.
adamın isme bak amına koyayım, bu adam ünlü düşünür yazar filozof olmayacak ne olacak allasen?
hayır jean jacques rouessau da insan, bilal şükrü cezmi naim falan da insan. arada hiç mi bir fark yok lan tamam insan hakları falan filan eyvallah ama jan jak ruso nere, bizim cemil nere?
saheser kabul edilen emile adli cocuk egitimi eserini kaleme alan, bunun yaninda itiraflarinda bes cocugunu da yetimhaneye verdigini itiraf eden yazar.
olay buraya kadar bile inanilmaz celiskiliyken stefan zweig'in bir iddiasiyla iyice katmerlenir:
"rousseau itiraf seklindeki cesurluk-durustluk iddiasinda dahi bize yalan soyluyor, bize sozde zaaflarini sundugunu iddia ettigi itiraflarinda aslinda egosuna dair bir imaj calismasi yapiyor, onun hic cocugu olmadi, o kisirdi!"
(metin lafzi olarak degil, yorumlanarak cevrilmistir)
Birçok insan matematiğin yasalarını bilir ve güzel sanatların birçoğunda beceri sahibidir. Fakat çoğu insan yaşamı yöneten yasalarla, yaşama sanatı denilen o güç sanat hakkında az şey bilir. Bir insan uçak yapabilir ve onunla bütün
dünyayı baştan başa dolaşabilir. Fakat nasıl mutlu, başarılı ve memnun olunacağını öğrenirken, o basit sanatın tamamıyla cahilidir. Sanatları öğrenirken listenin en başına yaşama sanatını koymayı unutma!
insanların üst otorite arayışlarının temelinde zeki ve çalışkanların aptal ve yeteneksizlerden daha fazla kazanması sonucu oluşan kaotik ortam olduğunu söylemiş düşünür. götümle gülüyorum bu adama. doğuştan gelen eşitsizlikleri güzelce farketmiş fakat bunu insan doğasının iyiliğiyle harmanlamaya çalışmış, olmamış.
zaten voltaire'in bu adamı sürekli göt etmesinden anlamak gerekirdi boş beleş bi adam olduğunu.
dur dur daha bitmedi, insanın muhtaç olmadıkça köle olmadığını söylemiş. yarramıyeeooooo russooo. aptalsan köle olursun amına koyim. karın tokluğuna kimse köle olmaz. nerden çıkmış o amına koyim. zaten köleliğin ortadan kalkmasındaki sebep kölelerin aslında güçlü ve akıllı olduklarını farketmesidir. muhtaçlıkla alakası yok yani bunun.