veliler de tanrı çocuklarıdır. ister görünsün ister görünmesin.
sen onların noksanlarını görüp yüzlerine vurma tanrı elbet öcünü alacaktır. çünkü arıya öğrettiklerini tanrı ejderhalara vermemiştir.
cahil adamın allahın adını anmasına lüzum yoktur. dertsiz , yakarışssız ,çilesiz dua soğuktur. dertli dua allahın görmek istediği gelmesini istediği yerden gelir kalpten.
insan insanlık sıfatlarından kurtuldumu şeyh olmaz, Onurlu bir insan olur. sen insanlık duygularından kurtul rabbinin yanına öyle git. şaçın sakalın ağarmadan git.
aşk, tutuşunca çirkini güzel görürde, aşksız geçen her günü haram biliri kendine.
tanrı yanında oldukça hiç yanlız kalmazssın. Sığınacak başka kimsen olmasa hatta kendin bile!
Süleymanlık geçici bir şey bir heves değildir. Sen manada da süleymanlık etmek zorundasın kabileyitindesin.
tanrı insanın huylarını kendi huylarından yaratmıştır. O kendisine hamd ister insan ise övgü! Ama biliriz ki tanrının tek eseri gönüldür. Vallahi gönülden övülmek istemiyoruz.
TAnrının ademe bağırdığı gibi bağırıyorum sana: Ey tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun.RUh ilimle akılla dosttur. dostunu hep koru hep koru. çünkü ikimiz de biliyoruz ki:
jonglör gibi yazar. bir tane top sahibi kimileri gibi ''verin lan topumu ben gidiyorum/ forvette oynayacam ben yoksa oynatmam'' gibi çocukluklarla uğraşmak şöyle dursun, bu tarz şımarıkların üçünü beşini birden yere düşürmeden atıp tutarken, bir yandan da hak edenleri itinayla demir bakireye yatırır. arada bir de kendisine iğne batırsa tam süper olacak.
arastada tanışılıp aynı gün içerisinde canciş, tatlış, kankiş olabilmiş yazardır. gecenin bir yarısında hortum muhabbetlerine girmiş olsa da, iğrenç espiriler yapsa da, söylediğim her sözden sonra bana şeytan! demiş olsa da sevilir kendileri. vaad ettiği hasan sabbah cennetinin bir yalandan ibaret olduğunu gördüğümde, içki masasında din konuştuğumuzda bir hayal kırıklığı yaşadım bu adam hakkında fakat şöyle oturup düşünüldüğünde 'sikitir et iyi adam göt veren'* denilebilecek bir adam bu.
istiyorum ulan seni! diye haykırmak istiyorum bu adama. o beni büyük ihtimal yanlış anlayacak** ve sapık diyecek bana fakat istiyorum seni. senin iki çift muhabbetini, vapurda çay keyfini, beşiktaştan karaköye yürümeni, hasan sabbahın cennetini istiyorum adam.*
son olarak bir çift sözüm var sana istenmeyen herif; bu yazıyı farkındalıka bağlamayı çok isterdim ama yapamadım beni affet.
eddie barzum ; boşanma davalarında, kokaini bırakırken ve resepsiyonisti
hamile bıraktığında yanındaydım. tanrının evlatları değil mi? tanrının özel
yaratıkları. onu uyramıştım kevin, onu attığı her adımda uyramıştım. onun
rüzgarda bir sağa bir sola salınışını izledim. kurmalı bir oyuncak gibiydi,
120 kiloluk kendi kendine hareket eden bir araç gibiydi. bir sonraki binyıl
köşeden görünmek üzere kevin. eddie barzum, ona iyi bak, çünkü o gelecek
binyıl insanının en iyi örneği olacak. bu insanlar geldikleri yerlerde bir
sır değildirler, ve sen insan iştahını öyle bir noktaya kadar
keskinleştirirsin ki sadece isteyerek maddeyi atomlarına ayırabilir. katedral
büyüklüğünde egolar geliştirirsin, dünyayı fiber-optik olarak her ego
adımını algılayacak şekilde birbirine bağlarsın. en sıkıcı ve sıradan
düşleri bile dolar yeşili altın fantezilerle bezersin ta ki her insan
arzularının peşinde bir imparator olana dek. kendi tanrısı olana dek, peki
ondan sonra nereye gidersin? bir anlaşmadan diğerine koşup dururken bu
dünyayı kimse önemsemez. hava yoğunlaşır, sular kirlenir arıların balı bile
metalik bir radyoaktivite tadı alır ve bu her gün, her an devam eder.
hazırlanmayı düşünme şansın bile yoktur. geleceği satın alır, geleceği
satarsın ta ki gelecek kalmayana kadar. yoldan çıkmış bir trendeyiz evlad,
geleceğe doğru koşan sayıları milyonlara varan eddie barzum'lar var ve her
biri tanrının eski gezegenini biraz daha fazla becermek için hazırlanır.
siber uzayda hesaplarını biraz daha doldurabilmek için temiz sibernitik
klavyelerinin başına otururken kendilerini de her türlü pislikten
arındırmayı unutmazlar. sonunda gerçek kaçınılmaz olur, yaptıklarının
hesabını vermen gerek eddie, özgürlüğü satın almak için biraz geç kaldın,
miden fazla dolu, penisin artık aşınmış, gözlerin kan çanağına dönmüş ve
birinin sana yardım etmesi için bağırıyorsun. ama tahmin et ne oldu eddie ?
hiç kimse yok, artık yapayalnızsın eddie, seni tanrının özel küçük
yaratığı! belki bu doğrudur, belki tanrı arada sırada zarlarını
kullanmıştır. belkide bizi yalnız bıraktı.
mill pardone hatalarım karıştı idare et amigo.
kaç sene oldu hayal meyal hatırlıyorum tanışmamızı. üzerinden çok seneler geçti. hangi platformdu hık diye bulamayacağım. uzun uzun araştırmak işime gelmiyor acıkcası.
senin için neler yazabilirim? hele ki sana yüzyüze söylebileceğim şeyleri ve senin anlayacağin ama bir çok kişinin doktor bu ne diyerek bakıp bakıp duracağı şeyleri nasıl en geri zekalının bile anlayacaği kıvama getirebilirim bilemiyorum ama deneyeceğim.
bir kılıç olmaktan sopa olmayı seçmiş, sessizliği bir dili olduğuna kanaat getirmemiş, ortalama bir mahalle bakkalı olup kafa dinleyeceğine nedense kocaman okyanusta bir kotra oldun.
kotra olduğun halde savaş gemileri konvoylarına aleni şavaslar actığın yetmezmiş gibi gerilla taktiklerini de bir kenara atıp yahut itibar etmeyip davulla zurnayla hurra ettin.
peki niçin?
hiçbirşeyler için.
oysa biraz durgun olabilsen, limonlu votkanın ne kuş ne balık miğde asitini yamultan etkisindense tek buz viskiye yahut gordon cin'e tahvil olsan daha fena mı olurdu?
hele ki mütareke dönemi, öncesi ve sonralarında yani ördek havuzunda kulaç atacağına daha büyük denizlere açılsan okumalarda bugun varız yarın yokuz, sikime seferberlik götüme balkan savasını düstur etsen fena mı olursun.
boş vitese takılmış ama gaza basa basa motorun anasını ağlatilan bir aerabaya benzetiyorum seni. er ya da geç motor boğulacak, motorun boğulmaması demek esyanın tabiatına ayrı.
üvertürlkeri bitir, üvertürler gerçek eser değildir sadece pastanın kremasıdır.
biraz daha sakin biraz daha buz gibi öfkeli sessizliği konuşturabilsen, sergio leone gibi- şüphe yok ki daha iyi olacaktır.
çokca kızarım sana cokca fırca cekerim minti minti. sen nejat uygur olursun ben bahri beyat bazi vakitler ensene şaplağı koyup yeri öptürmek isterim.
minti minti rahatsız bir tip olacağına biraz kendini törpülesen fena olmaz hani hani.
ama bütün bunlara rağmen bakırköy de bir dandirik mekanda programa çıkan linet'i sevdiğim gibi severim seni.
eddie barzumlardan değilsin, malum eddie barzumlar heryerde var ama buna rağmen onların bütün şaşaları hofurlarından pofurlarından agororogorlarından daha daha makbulsundur.
ne diyebilirim ki daha?
matisse'in balıkları kırmızı kırmızı yüzerler kavanozun içinde...sözün bittiği yerde başlayan kadınlar, kavgalar ve kırgınlıklar gibidirler...ancak uzayın sessizce, görünmez bir yatakta kıvranarak, teslim olduğu gecelerde; çukurda olan bir ayağınızı kurtarabilirseniz; bir milyon kilometre bir yükseklikten atlayarak dalabilirsiniz onların yanına...ve öyle derin bir yerdedirler ki, dibe doğru soluksuz, iner iner inersiniz ve kolayca varamazsınız balıkların yanına...
siz hiçbir şey anlamadınız mı bu yazıdan? ne iyi... matisse'in balıkları anladılar. o da iyi...
sonunda rahatça nick altı yazabiliyor olacağımdan kaynaklı bir özgüvenle zirvede ziyadesiyle tanışıp, dinleyip, gülüp, eğlenip hoş beş ettiğim yazardır. yazık ama len, çaylak mısın? yesinler yazarıdır. *
edit : ben orada şahs-ı muhteremi istemeyen adam görmedim.
(bkz: seni istemeyen ölsün)
ayar nasıl verilir derseniz işte o dersi veren yazardır. karakterine, kişiliğini bilen bilir, bilmeyen de arkasından atıp tutmaya devam etsin, biz her zaman yanındayız.
yazıları genelde kitabe şeklinde olup, okuyana havale geçirttirmektedir.
sanırım biz nasıl okuyorsak, o da öyle yazıyor. hayatın keşmekeşliğinde kaybolup giden, özenle harfler seçen bir canlı. evet canlı, ayakta durmaya çalışıyor, hacı yatmaz gibi olmak mı? asla.
sessiz harflerde kaybolan insan, gizli bir özne. içimizden bir gerçek.
okumaz büyük ihtimalle bu nick altı yazıyı, okumayacaktır. yada okur belki, ne bileyim; direk konuya gireyim en iyisi. sıcak bir kış akşamıydı. yıkanmıştım, vücudumdan su damlaları akıyordu. çırılçıplaktım, üzerime bornozumu aldım. viskimi yudumlamaya başladım ve bunu yaparken de uşağımı çağırdım. kıyafetlerimi, giyindikten sonra ise; arabamı hazırlamasını istedim. başka bir uşağıma ise, sözlüğe benim için girmesini ve zirve olup olmadığını kontrol etmesini istedim. vardı! gözleri parladı, istenmeyen adam düzenliyor derken bana. daha önce pek bir şey duymamıştım hakkında.. yalan söylemeye gerek yok, bi' şey bildiğim yoktu. arabam hazırlandı, malikhanemin önüne geldi. bindim, bir iki kızı da arabaya aldıktan sonra - moda barlar sokağına gittik. kızları uzakta bıraktım, limuzinle birlikte; zengin olduğum anlaşılmasın, özel muamele görmiyeyim diye. bir sokak yürüdüm, yanımda iskoçyalı ile. yürüdüm ve yürüdüm. küçüktüm daha, küçücük. almayacaklar diye korktum beni içeri, siktir git lan veled derler diye. korkusuzca daldım, içeri koştum. ben geldim dedim, ben! bir bucuk iskender yaninda light kola. bir çoğu ilk seferinde anlayamadı, bazıları ise hiç. ender insanlardan biriydi - istenmeyen adam; beslemeden içinde kin, bana koştu. sarıldı. kucağıma atladı. ilk dakikalar soğuktu aram, ortamla. ilk defa milli oluyordum, terliyordum bu yüzden. bu dakikaları kolay atlatmamı sağladı, istenmeyen adam. yanımıza geldi. hedesini arayan hodo ile ben - ve sağ tarafımızda oturan grup ile geyikler açtı, bizi konuşmaların içine soktu. mutlu etti bizi kısaca, ortama soktu. evet evet, milli olduğum gece - ortama soktu beni, rahatladım. neyse.. çok uzun kalamayacaktım, çok uluslu bir şirketin ceo su olmanın dezavantajlarından birisiydi belki de.. çıkmak zorundaydım, o - istenmeyen adam - geyiğini yarım bıraktı. ben, herkesle vedalaştıktan sonra, beni ve iskoçyalıyı - kapıya kadar geçirme alçakgönüllülüğünde bulundu. mutluydum, bir iki arkadaş edinmiştim; birisi de istenmeyen adam dı. sonra çok muhabbet ettik, bir çok instant messenger programı üzerinden. sen de irc, ben diyim icq ve msn. bir o cam açıyor, bir ben açıyordum. pipilerimizi birbirimize gösteriyorduk, mutluydum. sevdiğim adamı sonunda bulmuştum, uzun süre muhabbet ettik. sonra bir gün geldi, sanırım üzgündü - yada ters bir anına denk geldi. ters bir şey söyledim, yok yok - bildiğin küfür ettim; ama o alışıktı bunlara.. tersledi beni, konuşma kalbini kırarım dedi. ona hiç söyleyemedim, ne kadar üzgün olduğumu - yemedi belkide. belki de çok içerledim. ama yinede.. gururumu bir kenara koyup, özür dilerim bi'tanem diyemedim. ama pişmanım. eğer bu yazıyı okursan, anla ki - özledim seni ve muhabbetimizi.
#5455225 entrysi ile ayakta alkışlanıcak, sahibi güzel olmasada sevdiğimiz güzel sözlüğümüzün en nadide yazarlarından. 10 üzerinden 10. süpersin.zallduy bunları duy...