mutlaka izlenilmesi gereken bir filmdir. hayatta seçimlerimiz madiyattan mı yoksa ruhani yolculuğumuzu ilerletmekten yana, mutluluğumuzdan yana mı olacak ya da hepsi birden nasıl olacak diye düşündürten filmidir ayrıca.
hayatı sorgulamamamızı sağlayan, bakış açımızı değiştirmememize katkı sağlayan, aslında mutlu olmak için neye ihtiyacımız olduğunu anlatan, insanın için kocaman bir "keşke ben de bu kadar cesur olabilsem" fikrini düşüren, ama böyle bitmemeliydi dedirten ilham kaynağı bir film.
sean penn'in chris'in hikayesi ile tanışması tamamen rastlantısaldır. markette gezinirken jon krakauer imzalı kitaba denk gelir ve bu filmi ortaya çıkaran süreç başlar.
bu filmi izledikten bir süre sonraya kadar her şey anlamsız gelecektir. herkesin aklının bir köşesinde vardır gitmek.. kendimizi yıprattığımız, gençliğimizi kendi ellerimizle boktan bir hayat için teslim ettiğimiz gerçeğini görünce içimizde bir yerlerde uyanır gitme isteği.. ama yapamayız. kolay değildir gitmek. işte bu film bunu başarmış bir insanın hayat öyküsünü anlatıyor.
modern toplumdan kaçışı anlatan gerçek bir yaşam öyküsüdür. özellikle filmde para kazanmak için girdiği bir işyerinde patronunun çorap giymediği için onu azarlamsı sahnesi çok etkileyiciydi.
epey önce izlediğim harika film. başlangıçta izleme sebebim sean penn'in parmağı olan her haltı takip etme istediğimdi, filmin başında hemen kristen stewart adını gördüm ve 2 sebebim oldu artık. emile hircsh henüz devrede yok zira ben bu emile'i komşu kızından, alphadog'tan falan biliyorum, ama nerden biliyim adamın coşturacağını. vakit ilerledikçe aklımdan çıkmış kristen. artık nasıl filme konsantre olduysam kristen'ı, yatağın üzerinde maceracı oğlanı beklerken farkettim ancak.
--spoiler--
söylenecek o kadar çok şeyin olduğu ancak ne kadar çok şey söylense de yetmeyecek film. kendinizi alexander supertramp'un yerine koyarsınız. onun yaşadıklarını siz de yaşarsınız. o sen olmuşsundur. ''ben de başımı alıp gitsem'' düşüncesine kapılırsınız. her şeyi bırakasınız gelir. dağlara gidesiniz gelir. çok istersiniz bir an bunu; ta ki alexander ölüp film bitene kadar. filmi kapattıktan sonra kahvenizi yaparsınız. arkasından topkekinizi bir güzel yersiniz. sımsıcak odanızda net karşısına oturup uludağsözlük'ü açarak filmin başlığı altına bu entry'yi girersiniz.
--spoiler--
(bkz: gaza getiren filmler)
izledikten sonra oturduğum yerden kalkamadığım hayattan soğutan ve istediğin hayatın gerçekliğine anlam katan izlenesi etkileyici bir film..
aklıma geldikçe kopuyorum hayattan ne için yaşadığımızı insanların insanlara bakış açılarını gördükçe daha çekilmez geliyor filmden özetlenen hayat!
çoğu insanın hayali olan şeyi, tanrısal cesaretle gerçekleştirmiş bir insanın hayat öyküsü. şehir hayatından, kalabalıktan,gürültüden bunalan herkesin izleyerek 2 saat 20 dk boyunca belki izledikten bir yarım saat sonrası için de bünyede bir rahatlama yaratacağı kesindir.
--spoiler--
filmin sonunda, verilmek istenen ana fikir olduğunu düşündüğüm "mutluluk, paylaştıkça anlamlıdır" lafı bir nebze olsun insanda haline şükretme ve yakınlarına sarılma isteği doğurur. not alınması gereken başka bir söz de "para insanları ihtiyat sahibi yapar." düşününce maalesef ki bundan kaçış yoktur. hayatımızda para yer aldıktan sonra hep ölçülü ve tedbirli olmak zorundayız.
--spoiler--
--spoiler--
i now walk, into the wild...
--spoiler--
ile başlar film, izleyici sayısı kadar da sonuçla biter. ihtiyacın olandan fazlasına tutsak olma diye bağırır tam iki buçuk saat boyunca, öze dönüş ile yaşamdan kaçış arasında biryerlerde sıkışmış supertramplerin hikayesidir.
emile hirsch in muhteşem oyunculuğu, alexander supertramp'ın yaşama sevinci, kendini tanıştığı herkese sevdirmesi, dostlukları, gülerken parlayan gözleri ve bembeyaz dişleri, idealleri, cesareti, ve filmin sonunda görüldüğünde insanın içini sızlatan fotoğrafla, son zamanların en iyi finaline sahip en iyi filmi.
mutluluk; bir kayanın üstünde, sonsuz maviliğe karşı en sevdiğin kitabı okumak olmalı. o an yaşadığın hazzı gökyüzünde dans eden kuşlarla paylaşmak belkide... çünkü mutluluk, paylaşıldığında gerçektir.
kurgusu eksik olan film. into the wild olarak isim verilen bir filmin de vahşiye uygun olmasını bekliyorsunuz ancak bir bakıyorsunuz adam gene karavan buluyor yatakta yatıyor. olmaz.
sistem analizi ve yeni bir yaşam yaratma çabasını Eddie Veder' ın müzikleri ve Jack London' a yapılan göndermelerle nefis bir şekilde bütünleştiren film, iyi film.
2 gün önce alakasız bir yerde alakasız bir yabancı tarafından suratıma haykırılan söz.
''into the wild!!!!!!!!!!!!!''
ne adımı biliyor ne türkçe biliyor ne de ortamda onu hatırlatacak tek bir şey var, nickimi nerden bilsin? beni 2. kez dumura uğratan filmdir. 1.si izlediğimde..
sadece yazarı ilgilendirmeyen tanım editi: insanı dumur eden filmdir.