bugün

Kurbanı ve katili aynı olan, katili asla yakalanamayacak ve yargılanamayacak olan- toplumun kendi geleneksel doğrularına ve alışkanlıklarına ters düşen bu tercihi kınamaları hariç- cinayettir.
kararı kesindi,
fazlaydı bu dünyada,
tıpkı diğerleri gibi,
kara bulutlar, ve şeytan
dürtüklüyordu her an,
bırak kendini boşluğa
yokluğa karış ve rahatla,
gerçekten inandı sonra,
kopardı kıyametini
ama eceliyle değil,
kendi elleriyle,
öyle bir azaba tutuldu ki,
hiç bitmeyecek mi, dedi
sona ermeyecek mi?
lanetli bedenime bu lanet,
ebediyyen(!) sürecek mi?
cevabıysa çok basitti
bu daha aparatifti.
daha kötüsü ise,
sizin de tahmin edeceğiniz gibi
onun hep kulak ardı ettiği,
ve olmadığını zannettiği,
cehennemdi.
başarılı şekilde kotarılmak isteniyorsa şu şekillerde yapılmamalıdır:

1) kendinizi bir trenin önüne atmayın. bacaklarınızın kopması öleceğiniz anlamına gelmez. hem cerraha iş çıkar bir dünya, hem siz kafayı temelli sıyırırsınız.
2) bileklerinizi kesmeyin. bu da öldürmüyor adamı. yine cerraha feci iş çıkarmakla yetinirsiniz.

test edildi, onaylandı!
Artık bir misyonunuz kalmadığına inandığınızda kesin olarak gezegenle organik bağınızı koparmanızdır.
size biçilmiş tüm misyonları reddediştir.
zayıflık göstergesidir. kaçmaktır.

anlaşılamayan entrylerim arasına girmesine sebep olanlar için gelsin bu editim: hayat her zaman size bir çıkar yol sunacaktır. yeter ki doğru zamanda doğru sinyalleri alabilmek, bardağın dolu tarafından bakabilmek, ve sorun her ne ise üzerinden gelebileceğinize inanmak ve bunu başarmak için çaba göstermek yeterlidir.
intihar etmek kaçmaktır diyorum zayıflık göstergesidir diyorum çünkü eğer aksini iddia ediyorsanız siz sorunu çözmeye çalışmaktan kaçıyor, bunu başaramayacağınıza inanıyor ve korkuyorsunuz demektir. çünkü zaten intihar eden insanların çoğu kendisini çaresiz sandığı için ya da kendini çaresiz hissettiği için intihar etmez mi? ama asıl güçlü olmak demek, sorun her ne olursa olsun üstesinden gelmeye çalışmak değil midir? pekala o zaman intihar etmek aynı zamanda zayıflık göstergesi de sayılmaz mı?
'zamanında ölmektir' buyurmuş adamın biri.
(bkz: eceliyle intihar etti)-dolu-
intihar kişinin bilerek , kasıtlı olarak kendini öldürmesidir.bazen ağır bir ruhsal hastalığın beirtisi, bazen de kendini anlık olarak kontrol etmedeki güçlüklerin belirtisidir.genelde intihar girişimi, yoğun sıkıntıya yol açan bir kriz, çaresizlik, ümitsizlik, çelişkiler nedeniyle hastanın görebildiği seçeneklerin daralmasıyla ortaya çıkabildiği gibi nefret edilen objeye yönelen öfkenin kendine döndürülmesiyle de ortaya çıkar.
wiki'ye göre nedenleri şunlardır;

"Çeşitli intihar yöntemleriyle gerçekleştirilen intiharın evrensel tek bir sebebi yoktur. Çoğunlukla intihar eden kişilerde depresyon genel bir fenomendir. Diğer faktörler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

Acı (düzelemeyecek fiziksel bir acı)
Ruhsal gerilim (bir ölünün ardından yaşanan acı)
Suç (vicdan azabı ya da yargısal cezadan kaçmak)
Ruh hastalığı (depresyon, şizofreni, travma)
Madde kullanımı
Finansal kayıp (kumar bağımlılığı, işten kovulmak, batmak)
Çözülemeyen seksüel konular (Karşılıksız aşk, aşk acısı, cinsel sorunlar)"
********
''intihar düşüncesi hep vardı. Güçlü, bileğinin iç kısmında dolanan karıncalar gibi. intihar dışında her yol olumsuzdu''

(bkz: wrote by charles bukowski)
aşağıdaki yazı az önce eski defterlerimin birisinin arasından çıktı. nerden geldi, kim yazdı bilemiyorum. belki sahibi çıkar ortaya..

"bitmedi..

şişenin yuvarlak hatlarıyla birleşirken dudaklarım, seni öptüğümü hayal ediyorum, dudaklarını karıştırıyorum kanıma. hafif tatlı kırmızı şarabın sıcaklığında kapatıyorum gözlerimi. tatlı bir rüzgar yalıyor bedenimi, ellerinin inceliğinde. senin karbondioksit diye dışarıya bıraktığın zehri oksijen diye ciğerlerime gönderirken, yine dudaklarınla buluştuğumu hayal ediyorum. güneşten çatlamış dudaklarım, sıkıntıdan öldürebilirim kendimi. aynı hataları sürekli olarak tekrarlayıp daha sonra beynimin içine milyonlarca arının dolarak, beni sokmalarının verdiği acıdan sıkıldım. biraz önce babamın verdiği çakıyla bacağımı kestim, geçen gece içtiğim kırmızı şarap çıktı vücudumdan, sarhoşluğum geçmedi.. sadece hissetmek istedim ufacık bir kesiği açmak için ne kadar zorlamak gerektiğini deriyi. yüzüm hiç buruşmadı bunu yaparken, şaşırdım.
kesinlikle böyle bir ölüm değil istediğim. bu çok ıslak olurdu. tadını çıkarmak gerekir ölümün. yavaş yavaş geldiğini görmeli azrailin uzaklardan. hoşgeldin demeli kendisine gülümseyerek..
kendimi korkutmaya başlıyorum, kendimi çok korkutmaya başlıyorum. şu an okuduğum kitapta dediği gibi yaşıyorum ölümü, ölürken yaşıyorum, yaşarken ölüyorum, çok acı..
bütün vücudumu kesmek istiyorum. yine aynı kitapta yazdığı gibi nefs-i müdafaa olur intiharım, beynimin beni öldürmeye çalışmasına karşılık..
gitmem gerek, kendimi tanıyamıyorum.
göğe doğru keskin çizgilerle uzayan kayalıklara bakıyorum bir süre.. yazmayı bırakıp tırmanmak istiyorum, en tepeye çıkmak, başım dönene kadar bağırıp çağırmak, beynimin içindeki her şeyi, tüm yalnızlığımı haykırmak..
gözyaşlarımı kayadan aşağı serbest bırakırken "neden" diye bağırmak sürekli, neden? neden kelimesiyle başlayan o kadar çok soru soruyorum ki cevabını bulamadığım.
kollarımı iki yana açıp gülümsüyorum boşluğa. göz kırpıyorum yukarıya. bacaklarımı iyice gerip denize atlarmışçasına fırlatıyorum kendimi bulutlara doğru. bir an sürekli yukarı doğru çıkacakmışım gibi geliyor. asılı kalıyorum havada an için. sonra düşüş başlıyor.. bir manevrayla ilk kayaya çarpmaktan kurtarıyorum kendimi, biraz daha yaşamak için uçmayı yada belki de sadece biraz daha yaşamak için, farkında olmadan..
gözüme güzel bir kaya çıkıntısı ilişiyor. vücudumu havada o tarafa doğru yönlendirip baş aşağı düşerken kollarımı, bacaklarımı bitiştirip aynı okulda öğrettikleri gibi hazır ol pozisyonuna geçiyorum. büyük bir hızla gerçekleşen çarpmanın etkisiyle on santim kadar yukarı sekerken vücudum, kafatasımda açılan delikten kendini dışarı bırakan beynimin parçacıklarını ve kıpkırmızı sıvının kendini boşluğa dans ederek bıraktığını seyrediyorum. bir an işte beynimin beni acıtan bir bölümü yok diye düşünüyorum tekrar aşağı düşmeye devam ederken. hiç hesaplamadığım bir şekilde kolum yan tarafta pusuya yatmış bir kayaya çarparken çıkan kemik sesi kafatasımın içinde hala sağ kalan beyin hücrelerine büyük bir acı gönderiyor. sonra başka bir kaya, bir tane daha, bir tane daha..
kafamı her çarptığımda biraz daha boşalıyorum, biraz daha beyaz oluyorum. gözlerim kapalı bir şekilde zeminle buluştuğumda gülümsüyorum yine. sağlam kalan sol gözümü açıp, gökyüzüne bakmaya çalışıren seni görüyorum yanı başımda. bakışların çok ifadesiz. seni seviyorum diyorum son kalan nefesimden biraz daha harcayı, kırılmış dişlerimin arasından fısıldayarak. bakışlarındaki ifadesizliğin yerine, sağa doğru kıvrılan dudakalrından rahatça anladığım farklı bir anlam yerleşiyor.
"salaksın sen, dünyanın en büyük salağı"
geriye kalan sol gözümden akan yaşlar, artık pıhtılaşmaya başlamış olan kanımın içinden kendine bir yol bulup toprağa karışırken bir yerlerde ters giden bir şeyler olduğunu düşünüyorum. hala ağlayabildiğim için, hala ağlatabildiğin için..

perde kapanıyor, fonda hüzünlü bir şarkı eşliğinde..

gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

intihar budur işte..
"neredeyse olmek bir $eyi degi$tirmez, olmek her $ey degi$tirir"*
intiharı en güzel tanımlayan isimlerden biri albert camus'dur. nitekim bu güzel sözlere karsılık intiharı bir kaçış olarak nitelendirerek ironisinin içine de bizi çekmiştir.

"iki kere intihar fikri. ikincisinde, hala denize bakarken, sakaklarinda urkutucu bir yanik hissi. insanin kendini nasil oldurdugunu simdi anliyorum. yine sohbet, laf cok ama soylenen az. karanlikta yukari guverteye tirmaniyor, calismamla ilgili bazi kararlar verdikten sonra gunu deniz, ay ve yildizlarin karsisinda bitiriyorum. su yuzeyi hafiften isiltili ama derindeki karanligi hissediyorsunuz. iste deniz bu ve ben denizi bunun icin seviyorum! yasama cagri, olume davetiye."

ayrıca güzel bir sözde jean paul sartre'a aittir.

"intihar bir kaçış değil reddediştir."
ruh durumuna göre isyan cetvelinde tavanın vurulduğu andır. ama o an çok kısa bir süre mantıklı düşünülebilirse geri dönülebilecek eylemdir.
rolü bitenin sahneden onuruyla ayrılmasıdır...
aciz insanların başvurduğu bir yöntemdir.. zira hiçbir şey bir ölüm ile değişmez.. hatanın kralıdır ve dönmek için şansınız yeryüzünde oldukça yüksek olmalıdır..
fiilen öldüğüne inanan bir kisinin bunu resmilestirmeye calısması.
insanın yaşamına bilerek isteyerek son vermesi.
götün sevmediği bir yiyecek. genelde yemiyor.
'wristcutters-a love story' filminin dark side'a en meyilli kişilerde bile malum kavrama ait yargılarında kökten bir değişiklik olur.nitekim; intihar ettiğinizde sadece intihar edenlerin yaşadığı bir dünyaya düşersiniz.burada tüm renkler gerçekte olduğundan daha solgundur, yaşamınızı devam ettirebilmek için yine çalışmanız gerekmektedir, barlarda sadece üyeleri intihar etmiş grupların şarkıları çalmaktadır.yani her şey aynı, yalnızca biraz daha kötüsüdür.
çekilen tüm acılara muhatap bulamama durumu.
allahın verdiği canı ona sormadan ve izinsiz almak.bunun da cezası bir daha cennet yüzü görememek.ne acı değil mi ne kadar büyük olursa olsun hiç bir dert çözümsüz değildir ve mevla asla kimseye kaldıramayacağı kadar ağır yük vermez.

"intihar bedendeki sabrı utandırmaktır, hoşçakal sevgili."

(bkz: intihar mektubu)
çaresizliğin en üst seviyesi. acıların sonu; herşeyin sonu.
hiç winamp'a şarkı koyarken zorlandın mı? evet abi zorlanıyorum. içimden hiç bir şarkıyı dinleyesim gelmiyor. fareyi hangi şarkının üzerine götürsem o şarkının melodisi aklıma geliyor ve bezmişliğim... ben zorlanıyorum winamp'a şarkı eklerken, aklıma savaş, parasızlık, ibne dünya geliyor.

dünya neden böylesine şerefsiz acaba? neden 60 yaşındaki bir teyze, elindeki iki kocaman bavulla minibüsden indikten sonra e5'in bariyerlerinin üstünden atlamak zorunda? intihar edicem deyince bir durup düşünüyor insanlar. ölüm girince işin içine o paslı beyinleri aciz fikirler üretebiliyor.

hadi onu da geçtim ben... bir oğlan çocuğu babasını baba olunca anlayabiliyor. bu acıdır ki ne acı. bunu kimse winamp'a şarkı koyarak açıklayamaz bana. susmanış bir şarkıdır bu, yüzyıllardır benliğimizde çalan.

bazen bir ağacı, bitkiyi düşünüyorum. senelerce orada öylece durabiliyor. sorgu yok sual yok. iyiliğe inanmış ve kararlı. birşeyler anlatmak istiyor sanki. belki de bir ağaç sadece. ama yaşıyor ve hoşgörülü.

sonraları aklıma, sultan hanım hayratı'ndan su doldurabilmek için kırmızı kapaklı bidonumuzu sıraya soktuğum zamanlar geliyor. ben beklemezdim sırayı, bidon beklerdi. saygılıydı insanlar birbirlerine.

geceleri düşünüyorum da; güneş gece niye yok acaba diyorum kendi kendime? salak olduğumu biliyorum ama soruyorum. sonra cevap veriyorum zavallı ruhuma, "güneş çok akıllı, özlenmek için gitmek gerektiğini biliyor."

anlıyorum ve saygılıyım. susuyorum bir an. dudaklarımda içtiğim şarabın ıslaklığı, gözlerimde yaşlar.

gidiyorum...