yazıldı mı bilmiyorum ama en büyük çaresizlik, kupa maçında takım 1 farkla gerideyken 90+5'de kazanılan duran topta rakip ceza sahasına giden kalecinin çaresizliğidir.
tekrar inanırsın, güvenirsin birilerine. sonra oda çekip gitmek ister, bazı nedenleri öne sürerek. kim bilir, haklıdır belki kendine göre. bir şekilde söylemek ister, dinlersin ama duymazdan gelirsin. işine gelmez çünkü, gitmesi. elinden geleni yaparsın, sorun neyse hepten ortadan kaldıralım, kabul dersin. değişmeyi ve hatta isteklerinden feragat etmeyi göze alırsın.
askerlikte bulunulan her andır. komutanın gelir ilk sana fırça kayar, üst devre gelir ilk sana kıl olur, kedi köpek gelir sana hırlar, sivrisinek gelir seni ısırır, kuşlar gelir senin kafana sıçar, sıcak su sen duşa girince soğur, şınav sayısı sana gelince iki katına çıkar, paşa senin uygun adımına takar... say say bitmez.
Bu, kendi vatandaşını öğrenilmiş çaresizlik duygusuna maruz bırakan ve bu sistemi yaratan politikacıların suçu.
Halk için değil de kişisel ihtirasları için siyaset yapan yöneticilerin suçu. Türkiye’de olup bitenler kendilerini çaresiz hisseden bir toplum yaratmaktadır.
Bunun bedeli de toplum için büyük olacaktır.
Ben kendi adıma daha zengin ya da daha güçlü bir Türkiye istemiyorum.
Ben sadece insanların anlamlı ve keyifli yaşam sürdüğü bir ülke istiyorum.
Çaresiz hisseden bir toplum bunu asla başaramaz. Bunun sorumluluğu da bize yönetenlerindir.
Ailelerin Durumu
Türkiye’deki durum yine tam olarak budur.
insanların birçoğu çaresiz hissettiğinden çocukları için de kazasız belasız bir yaşam istiyor. işi olsun, parası olsun yeter, diyor. Daha fazlasını istemiyor.
Ama böyle mi olmalı?
Bir aile çocuğu için anlamlı bir yaşam istemeli. Kendisinin farkında olan, seçimlerini kendisi yapabilen, inisiyatif alan bir birey istemeli. Çaresizlik bunları istemesini engelliyor.
Peki, bu ailerin suçu mu? Kesinlikle hayır.
Çaresiz Toplumlar
insanlar kendini çaresiz hisseder. Uğraşmaz. Çalışmaz. Mücadele etmez. Hakkını savunmaz. Başına gelenleri olduğu gibi kabul eder. Aciz ve çaresiz hisseder. Toplumda “öğrenilmiş çaresizlik” oluşur.
Şu anda Türkiye’deki durum, tam olarak budur. Peki, çaresiz hisseden insan nasıl bir yaşam sürer?
Hayatta caresiz kalınacak tek şey ölümdür. Sevdiğin birini bir daha göremeyecek olmak, kendin dışında tüm sevdiklerinin de nasıl çöktüğünü, Nasıl mahvoldugunu görmek çok kötü bir durumdur. Ölüme care yok.
En yakınından birinin, ölümcül hastalığa yakalandığını öğrendiği an. Ölümün en dibinde hissetmesi, o sevdiği insan için elinden duadan başka bir şey gelmemesi, çaresizliğin belki de en dibidir. Bundandır işte allah için "çaresizlerin çaresi" denmesi.
Bu sabah yarı uykulu serviste dışarıyı izlerken çaldı telefonum. 07:25 de hayırlı telefon olmazdı zaten. 11 aylık yeğenim yataktan düşmüş, beyin kanaması teşhisi ile yoğun bakıma alınmış. Ablamın en küçük çocuğu. Son göz ağrımız. Serviste radyoyu susturup telefondaki sese yani anneme odaklandım. Babamın haberi var mı diyebildim sadece. Ağlamamak için dizlerimi sıktım. servisi durdurup indim. Tekrar otobüsle eve dönüp ufak bir çanta hazırladım. Eve gitmeden önce de bilet aldım. Ablam bana 6 saat uzaklıkta. Böyle durumlarda zengin olmadığım için üzülüyorum. ilk uçakla Ablamın yanında olmak isterdim. Yolda her gördüğüm dilenciye sadaka vermek istiyordum. Hatta birine verdim. Dün akşam da birine çok da eski olmayan ayakkabımı vermiştim. Allah'ım yeğenimi annesine ve babasına ve de bizlere bağışla. Nolur bağışla.
Ölüm en çok gençlere ve çocuklara yakışmıyor. Taktir-i ilahî bir şey gelmiyor ki elden. Boş kaldıkça dua eder oldum. Benden al ona ver diye. Ablam bundan önce de 9 aylık bebeğini yitirdi. 2 nci bir yıkıma dayanabilir mi? Allah bilir.
Akşam 6 gibi yanında olacağım. Olacağım olmasına da, o sarılıp ağlayacak. Ben de güçlü biri değilim ki. Hele de duygusal konularda. Dayanamam ki. Dökerim sicim sicim gözlerimden.
Aslında ölümün var olduğu gerçeğini hep bi yerlerinde taşımalı insan. Ona göre kararlar vermeli. Geciktirmemeli mutluluğu. Sonrasındaki pişmanlıklar fayda etmiyor.
Daha bu sabah ayşe Arman'ın köşe yazısında fisun'un vasiyeti adlı yazıyı okumuştum. Linki burada;
Aklından binlerce düşünce geçer, cevap vermeye varmaz dilin. Hatta ordan kaçıp gitmek istersin. Onca emeği, anıyı, sevmeyi ve gülmeyi bir "evet"e sığdırmak saniyeler sürer.