bence katledilişi, türkiye'deki çarpık vatandaşlık algılayışı gibi uludağ sözlük gibi sanal platformlarda ucuzlaşan ve insani hiçbir değerle çakışmayan türk milliyetçiliğinin ezik, kana susamış, bir insanlık suçunu övecek kadar adileşip hâlâ azerilere uygulandığı söylenen bir soykırımdan bahsedebilen kompleksli yapısını daha da görünür kıldı.
birincisi, senin toprakların üzerinde 1915 yılında 1.5 milyon ermeni kardeşimiz "yok edildi." ve sen bugün bunu savunurken ermenistan ordusu tarafından katledilen azeri sivillerin soykırıma uğradığını iddia ediyorsun! bre şeref yoksunu milliyetçi algılayış: senin gibi katliam övgüsü üzerinden şekillenen hiçbir fikriyatın insana dair bir söz söylemeyeceğini biliyoruz. fransa'nın cezayir'de soykırım yaptığını söyleyip cezayir'in bağımsızlığı bm'de oylandığında fransa lehine oy kullananlar sizi peydahlayanlardı çünkü.
bu püritenlik arayışını freud'a sorsak ne derdi bilinmez, lâkin birilerinin ya da bir şeylerin eksikliğini hissettiğiniz ortada. barbar olduğu için yok olmuş bir "uygarlığın" yüzleştiği aşağılama ile bütünleşmiş zihniyetiniz, o beyninizden çok daha fazla tüketen bedeniniz! bu ekran başı katliam propagandasının nedeni de bu sanırım. iyi ki yemişsiniz bu şamarı, ama hâlâ bu kafa değişmediğine göre daha da yiyeceksiniz.
kapitalizmin piçi ve maşası faşizm ve türkiye de bilinen pratiği ülkücülüğün, kanına girdiği binlerce ezber insanı olmayanlardan sonra en son kanına girdiği kişidir. ülkeyi böldürtmeyiz diye diye 50 sene para-iktidar da bulunmalarına rağmen en sonunda ülke bugün, coğrafi olarak değil ama kalp olarak sayelerinde bölünmüştür. kucağına oturdukları nato ve amerikanyanın bir o dizinde bir bu dizinde hophop zıplatılmaya aşık bu insanlar ağızlarındaki kan kokusu ile devletin işlediği bir suça yandaş olmaktalar ve tabi ki bu kimseyi şaşırtmıyor. şaşırtan bunun böyle olduğunun hala farkında olmamaları. hiçkimse, kendileri de dahil olmak üzere bu kadar cahil bırakılmayı haketmiyor. bir başka insanın öldürülmesini övecek kadar haysiyetsiz kan dökme arzusu ile dolu bu her an kavgaya hazır avam görüntüleri yurtiçindeki efendilerinin ve onların sahipleri olan yurtdışındaki kompradorlarının doğal isteği elbette.
Bir daha açar mı karanfil korkusuz?
Bir daha uçar mı güvercin şehirde?
Yalancı güneşli bir ocak
Mübarek Cuma gününde
Gitti cancağızım gitti
Bitti son istanbul
Kaldırımlar zabıt tuttu şahidiz hepimiz,
Her yer tetikti
Sen de çekip gitme
Dayan be umudum
Dön gel, dön gel
Meydan okur hayat
Pabuç bırakmaz ölüme
Dön gel, dön gel
Bir daha yazar mı kalem kanaya kanaya?
Kağıdı da kan tutar, ağaç değil mi soyu?
Ağla, doyasıya ağla!
Aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu
sezen aksunun hrant dink'e yazdığı şarkıdır.
insanlık ayıplarından biri daha olan 19 ocak 2007'i unutmadık! unutturmayacağız!
vatanseverlik ile vatanın manasız ve olmayan kutsallığına tapma içerikli milliyetçilik arasında çok fark vardır. ikinci genelde avamlığının en taptaze cahilliği ile dopdoplu çöllerden gelerek, fikire dair bir eleştirisi olmadığı olsa da bunu verimli bir edebi üretkenlikle açıklayamayacağı için, doğal olarak; karşısındakileri, " vatan haini, soadçı, rezil ve şerefsiz" olarak nitelendirmektedir. buna ad hominem denir. avamın titaniği, saklanacağı ilk ve son yer. kan, daha fazla kan; ölü ve ölüm daha fazlası... nereye kadar? sadece kendisi kalana kadar.
bir insan ister türk ister ermeni ister fransız ister azeri ister boşnak vs. ne olursa olsun ölümle cezalandırılmamalıdır. eskiden insanlarımız mecburi yer edinmek için savaşmışlardır. hepimiz yurdumuzu benimsedik yerleştik eee daha ne? yok o bize ne demiş yok onlar bizden değil gibi laflar üzücü. biz neyiz biriz hepimiz. aramızda kültür, yaşantı tarzı, dil, din farkı olabilir. eskiden kötü olaylar geçirmişde olabiliriz. ama biz eskidenki insanların yaptığı şeyleri bu güne yüklersek olmaz. o eskidendi. o zaman savaş vardı ama bugün olmamalı. hele bugünlerde nice farklı farklı sorunlar varken savaş olmamalı. sonumuz yaklaşıyor bilmem farkındamıyız? kim ne derse desin eleştirsin, sövsün ne olacak abi. böyle yaşayın ama öldürmeyin. ölümün bir insanın elinden olması kötü. hele ayrımcılıkla öldürülmesi. yapmayın ya o bana ne demiş bakacaksa bu işler hepimiz öldürelim birbirmizi.
öldürülmesi tamamiyle entrikalar savaşı olan insan. ayrım şu bu derdi yoktu benim okuduğum kadarıyla ki öldürülmeden evvel ders niyetine bir kaç yazısı elime geçmişti hocalarım tarafından önerilen. sadece samimiyet istediğini biliyorum kendisiyle bizzat tanışan bir hocamın da dile getirdiklerinden. "insanlar samimi olur vicdan deden şeyin beyinlerini ele geçirmesine izin verirlerse bu ülke ve bu dünya terkedilmek istenmeyecek kadar güzel olur" minvalinde bir de cümlesi vardı.
ha noldu neler oldu onlarıgeçelim nasıl olsa yıkarlar ergenekon'da doğru mustafa balbay, hurşit tolonüzerine suikasti sonunda da ogün samast ve diğerleri erken tahliye olur.
sadece şu başlıktaki entry tarihleri bile çok şeyin ifadesi aslıan abakarsanız. uğur mumcu ve necip hablemitoğlu başlıklarındaki entry tarihleri gibi...
ölümüne bir hafta kala başlar bir hafta sonra da biter bütün bu kargaşa. olan olmuşluğuyla ölen ölmüşlüğüyle kalır. bundan kim ne çıkarlar elde etti ona bakmak lazım. bakarken görebilene ne mutlu!
"soykırım destekçisi türklerin"* çok da sevmediği aşikâr olan sempatik, neşeli ve rahat kalbimizde, zihnimizde ve vicdanımızda yaşayan ermeni kardeşim, ahparig.
cenazesinde 100.000 ermeni olan türk'ten biriydim. onu da, ermenileri de çok severim. ırkçı molozların bol olduğu bir milletten çok daha fazla.
ne yazarlığı ile nede gazeteci kimliği ile beş para etmezdi rahmetli, vurulmasıyla mal bulmuş mağribiler tarafından talan edilmiştir.
adı, sanı, esamesi okunmayan adam milliyetçi bir avukatın kafayı buna takması üzerine birden medya maymunu olmuş dikkatleri üzerine çekmiştir.
sonrası malum...
sabiha gökçen'in ermeni kökeni ile ilgili yaptığı haber ile tsk'nin ve devletin kimi derin yapılanmalarının hedef tahtasına oturmuş, her daim cinayetleri ile ön plana çıkan türk faşisti zorbalarca da tetikçiliği yapılmış dünya halklarının dünyaya kattığı değerlerden birisidir. elbette anadolu coğrafyasının... bütün çorak yobazlara rağmen.
Yıl 2006, aylardan Kasım. Okuldan eve dönerken yüzün geliyor gözlerimin önüne. Seni çok özlüyorum. Eve varınca telefonu elime alıp arıyorum seni. Nasıl olduğunu soruyorum önce. "iyiyim canım yavrum sen nasılsın?" diyorsun her zamanki içtenliğinle. Söylemeyi başarabileceğimden hala emin değilim o an ama birden dökülüveriyor duygularım dilimden: "Seni çok özledim ve sadece sesini duymak istedim amca." Şaşırıyorsun. Duygulanıyorsun. Kısa bir sessizlik geliyor ardından. Sarılıyoruz birbirimize o sessizlikte. Vedalaşıyoruz belki bilmeden. Aramızdaki en dolu ve en özel konuşmayı yapıyoruz 5 dakika içerisinde. O akşam Rakel yengeme bunu anlattığını, ne kadar mutlu olduğunu sonradan öğreniyorum. Telefonu kapatırken huzur doluyor içim. Mutlu bir aileydik o zamanlar. Masallarda rastlanabilecek bir mutluluk bizimkisi. Birbirimize olan sevgimiz ise bize özel. Ondan yok hiç bir yerde.
Telefonu kapadıktan sonra mırıldanıyorum: "Bir de seni çok seviyorum amca." Duymuyorsun!
Yıl 2007, Ocak 19. Okuldan erken çıkıp Osmanbey'e geçiyorum. Özlemişim seni gene. "Seni görmeye geldim amca" diyeceğim, sarılacağız birbirimize ve uzun uzun sohbet edeceğiz o gün.
Saat 15.30'da telefonum çalıyor. Eve gitmem gerektiğini söylüyor bir arkadaşım. Kapatıp annemi arıyorum. Annem kendinde değil. Çığlıkları geliyor kulağıma. Ne olduğunu söylemesi için yalvarıyorum. "Hrant amcanı öldürdüler" diye haykırıyor bir ses. Annem değil telefonun diğer ucundaki. Ölen benim amcam değil. Ben de ben değilim o an! Bilinçsizce koşuyorum sokaklarda bir süre. Kendimi topladıktan sonra eve gidiyorum doğruca. Ev kalabalık. Ben buz gibiyim. Televizyonun olduğu odaya geçiyorum. Sen olduğunu söyledikleri adama bakıyorum amca. Bu bir açık oturum değil. Söyleşi değil. Bizim için olağan hale gelen 301 davalarının konu edildiği bir program da değil. Neden televizyondasın o halde?
"Hrant Dink öldürüldü." Yerde kan var, Yüzünü göremiyorum amca! Ellerini görüyorum! Elini tumak istiyorum sadece! Uzun uzun ve sıkıca!
Ve haykırıyorum: "Gitme amca..." Duymuyorsun.
Nare çıkıp geliveriyor bir Cuma. Sen gittiğinde de günlerden Cuma'ydı. Onunla geri döneceğini, "Nora Nare Hoy Nare"yi sensiz söylememize izin vermeyeceğini düşünüyorum. Sesini arıyorum hastane koridorlarında. Belki de en çok o gün hissediyorum yokluğunu. Giderek artan, arttıkça ağırlaşan, ağırlaştıkça içimizi yakan yokluğunu. Bir kez daha eziliyor yüreklerimiz tarifi olmayan bir eksiklikle, sensizlikle.
Şimdi uzun bir güvercin masalımız var Nare'ye anlatacağımız. Bizim gerçekten doğma hikâyemiz yazılırken, birilerinin de gerçekten bozma "sözde" hikâyelerine bir yenisi daha ekleniyor. Şimdi 90 yıl önce hastalıktan ölen birkaç bin Ermeni'den bahsedilirken, bundan 90 yıl sonra ayağı kayıp düşmüş ölmüş Ermeni bir gazeteciden söz edebilir de birileri! (Biz arşivimizi yaptık, ne olur ne olmaz.) Dünyanın gözü önünde olması değiştirmiyor bir şeyi çünkü, yıllar önce de dünya izlemiş ve engelleyememişti yaşananları. Beni heyecanlandıran, cenazendeki o kalabalık oluyor asıl. "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz" diyerek seni anladıklarını gösteren yüzbinlerce kişi (gerçi birilerine göre hepimiz pankartız!) bu ülkede hala bir arada yaşayabileceğimize dair umutlarımızı besliyor. Bir zamanlar "Ermeni'yim" demenin korkulduğu, karşıdakinin bunu küfür olarak algıladığı bu ülkede, yüzbinlerce kişi ardından "Ermeni'yim" diye bağırıyor! Ah be amca... Duymuyorsun!
Paramparça zamanlarda görüyorum kendimi artık. Geçmişim, bugünüm, geleceğim iç içe. Seninle dolu günlerim canlanıyor şimdi gözümde. Sonra yavaş yavaş uzaklaşıyor sesler, kayboluyor görüntüler. Ve ben üşüyorum artık her mevsim bu ülkede. En çok da güneşin kendini gösterdiği günlerde. Birilerinin bir yerlerde balık tutuyor olması acıtıyor canımı. Senin büyük bir keyifle tutmadığın balığı da yemek istemiyorum artık. Seni yaşatmayan bu ülkede, insanların "sözde" öldürüldüğü bu ülkede, ben de "sözde" yaşıyorum bu aralar anlayacağın. Sana elinde haritayla gelenlere asıl zenginliğin bu toprakların üstünde olduğunu hatırlattığın geliyor aklıma. Benim sahip olduğum en değerli hazine artık bu toprakların altında amca. Şimdi yapacak çok işimiz, anlatacak çok şeyimiz var. Yapacağız. Anlatacağız. Yaşayacağız. Ve bundan böyle bizim için yaşamak, öncelikle seni yaşatmak! Aklının, kalbinin ve hayallerinin ışığında koşmak. Başka türlüsü sadece nefes almak...
Soğuk
En soğuk günüydü yılın
Pusudaki rüzgarların görünmezliği
Yüzlerimizdeydi
Vicdanlarımızdaydı... See More
Tehlikeli bir virüstü o gün soğuk
Dalga dalga yayılacak bir Ağrı'nın acısıydı tenimizde
Kentin sokaklarında ağır çekim yalnızlıktı soğuk
Çok üşüyordum
Sokağındaydım gün boyu soğuğun...
Ne ellerimi ısıtabildiğim
Ne de yüzümü tokatlayan felçli rüzgarlardan sakınabildiğim
Şirret bir soğuktu yaşanan
Tek istediğim bitmesiydi günün
Isınabilmekti sokaklardan uzakta
Ve gün bitti
Dönünce akşam eve anladım ki
O hastalıklı soğuk
Ilık bir baharmış
Ruhumu sonsuza dek üşütecek olan
Günlerden ondokuz ocakmış..
türk insanı misafirperver ve yardımseverdir, fatih sultan mehmetten bu yana azınlıklara hep müsamaha gösterilmiştir yalanının en açık kanıtıdır hrant.keşke hrantın öldürülmesine alkış tutanlar bir iki yazısını okusalardı.herhalde kendilerinden utanırlardı.
yazılarını özlediğim ermeni.
evet ben bir türküm ve bu adamı öldüren de bir türk.
öldürülen ne ilk gazeteci, ne de son olacaktır.
kan bu toprakların yabancısı değil çünkü burada hesaplar bitmez.
hesabın biri kesilir biri başlar.
birileri de hrant gibi bedel öder.
3 yıl önce bugün öldürülmesiyle ayağındaki ayakkabının delik olduğunu öğrendiğimiz güzel insan. bu topraklarda gözü vardı ama "alıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için". bu kadar ölümden sonra lanet olsun bu topraklara...
'fikrime barut kokusu sokuldu
medeniyeti ararlarken
özgürlük sırtından vurulmuş yerde yatıyordu'
yerde yatıyordu sadece birilerine farklı geldiği için, yerde yatıyordu hemde ayağında tabanı delik bir ayakkabıyla.
katledilişinin üçüncü yılında özlemle andığımız basın ve demokrasi şehidi. kendisini katledenleri türk bayrağıyla karşıladılar emniyette, sonra içeride besleyip 30 kilo aldırdılar, krallar gibi baktılar. kendisinin üçüncü ölüm yıldönümünde bir başka basın şehidi, bir başka güzel insan abdi ipekçi'nin katili dışarı çıktı ve kahramanlar gibi karşılandı... sen bu ülkeye fazla geldin maalesef güzel insan...