bu ülkenin farklılıklara ihtiyacı varsa işte böyle farklılıklara ihtiyacı vardır insanıydı.
Katili satılmış basındır. Önce pis kandan girip, çoğu basın yayın organında söz hakkı tanınmayarak, tanındığında da anlaşılmasını engellemek için herşey yapılarak hedef gösterilmiştir. Katil ne ogün samastdır ne de ona tetiği çektirendir.* katil, basının ta kendisidir.
tablosu öldükten sonra basın müzesinde yer almış, politik bir suikaste kurban gitmiş agos gazetesi yazarıdır. güvercin tedirginliğiyle ayrıldı aramızdan fakat cinayeti ikinci osman'a kadar(!) yolu olan ergenekon soruşturmasında yer almadı...
müzedeki tablosu serap çota imzalıdır.
19 ocak 2007 tarihinde gerçekleştirilen suikastini müteakip, parisin büyük ve ünlü meydanlarından birine, üzerinde resmi bulunan dev bir pankart yerleştirilmiş ve bu pankartın üzerine "1.500.000 + 1" yazılmıştır.
acinin icinde ve aciya bitamamiye ortak olabilmek o ve ailesiyle birlikte.. bunun duzyazi anlatamaz diye dusunuyorum.. cunku duz yazilar genelde kelimelerin ve cumlelerinden toplamindan biraz fazla olabilir... duygulari izah etmek anlatmak, hakkalyakin yasamak ancak siirle mumkun.. bu nedenle Hrant Dink in vefatindan sonra Agos ta da yayinlanmis, kaynanayan ve tasan duygulari ve bunlarin icindeki dinginligi en iyi siirlestirenlerden biri olduguna inandigim Cahit Koytak in bir siirini buraya yazmak istiyorum.
/////////////////////////////
Sevgili eşine yazdığı o, yürekleri dağlayan mektubuyla bu şiire esin veren Rakel Dink Hanımefendi’ye…
seni tanımıyordum, Hrant,
yeterince tanımıyordum, evet,
fakat gördükten sonra o gün
küskün bir çocuk gibi orada,
kaldırımda,
yüzükoyun uzanmış, öyle büyük,
destansı,
öylesine tıpatıp kendine, özgürlüğe,
hak edilmiş onura benzeyen bir
erinçle
uyurkenki resmini,
hani, yalnız kendine değil, hayır,
ölecekse, ölümü, iyi, güzel ve doğru
bir şeyler uğruna olsun isteyecek
herkese,
yani her ölümlüye benzeyen
güzellikte…
ve kuşkusuz, en çok da, mahallenin
bıçkınlarıyla, efeleriyle
baş edemediği için
hırsından gizli gizli ağlayan,
kendi yüreğini kemiren,
gün günden budandığını,
yontulduğunu
ve lokma lokma yutulduğunu
hisseden
mahallenin sessiz çocuklarına
güç veren dirilikte uyurkenki resmini
gördükten sonra o gün,
artık diyorum ki, kendime:
vursalardı beni de, Hrant gibi,
ben şahsen, zaptiyenin
örtbas muşambasıyla değil, hayır,
Agos gazetesiyle
örtsünler isterdim cesedimi;
Agos gazetesiyle örtsünler, ne fark
eder,
yalnızca, senin gibi, perçemim,
potinlerim,
bir de - biraz iş çıksın diye
yoksul şairciklere,
çömez muhabirlere -
benim de potinlerimdeki
iki romanesk delik
görünecek biçimde…
ki, böylece, resmin geri kalan kısmını
güvercinler doldursun!
senin o, isa Peygamber’inkini andıran
yakışıklı alnını
kanatıncaya kadar duvara vura vura
sonunda kalbimizde açmayı
başardığın
mucizevi gedikten
gökyüzüne saçılan güvercinler...
hani şu, sen susunca, senin o
koskocaman,
o, Tanrının eliyle okşanmışçasına
sıcak
olduğu anlaşılan yüreğinin sesini,
‘sessizliğin sesi’ni, sonsuzluğun sesini
açıkça işitilir kılan,
daha gür, daha beyaz,
daha cesur kanat vuruşlarıyla
gökleri çatırdatan
‘tedirgin güvercinler’...
seni tanımıyordum, fazlaca
tanımıyordum, fakat
vursalardı beni de, Hrant Dink,
senin gibi,
her şeyi göze alıp, cenaze namazımı
Tanrı’nın ‘Meryem Ana’ evinde
o evin avlusunda
kılsınlar isterdim, ‘bizimkiler’!
kılsınlar, ne fark eder?
kılsınlar ki, böylece, Tanrı’yı
bir mülk gibi
çitlerle çevirmeye kalkışan ferisiler
bütün mülklerin, mabetlerin
O’na ait olduğunu bilsinler!
seni tanımıyordum evet,
tanımıyordum, fakat
seni, öyle haksız, öyle mızıkçılıkla
oyundan çıkarılmış bir çocuk
gibi gördükten sonra, dostum,
büyük kalkış gününde
aynı oyuna çağırılan iki kafadar gibi
kalkıp da koşabilmek için
sana komşu mezardan,
belki daha cesur, daha kanatlı şeyler,
delice mizansenler hayal etmeli
ve diyebilmeliyim ki,
vursalardı beni de, senin gibi,
bu yaşlı şakağımdan,
benim de, o güvey uykusunun
tadından,
o gençlik, güzellik uykusunun
tadından
adını, kimliğini unutan cesedimi
bir ‘karambol’ eseri
Balıklı Mezarlığı’na defnetsinler
isterdim;
üstümü de, meselâ, Lavtacı
Nazaret’in,
Hamparsum’un, Nikolaki Ağa’nın
iyi cins bir vatan toprağı gibi demli
ve bir rast semai gibi ağır, kederli
‘ermeni’ toprağıyla örtsünler!
evet, evet örtsünler, ne fark eder?
örtsünler ki, böylece, efeliğin şanını,
kanın ve kanla karılmış gücün
verdiği sarhoşluğu burada
kurtlara, çakallara, şahinlere bırakıp
büyük göç katarına katılmasını bilen,
yani senin gibi, Hrant Dink,
şakaklarında ve potinlerinde delik,
ama boyunlarında
ne haç, ne ay yıldız,
ne süleymanın mührü,
simurgunu arayan bütün kanatlıların,
bütün ‘tedirgin’ sakaların,
bülbüllerin, çayırkuşlarının
ve güvercinlerin
orada, ‘eskilerin’ sözüyle,
‘sınıfsız ve devletsiz’,
çitsiz ve çepersiz çayırlarında,
ebediyetin,
kendi soylarına soplarına boş verip,
sabah akşam yalnızca
Tanrının adını yücelttiklerini
öğrensin zeolotlar!
ve simurgun gökçe diriliğini,
gökçe doğurganlığını,
ölülere yaşama, taşlara kanatlanma
tadını veren bir neşide olarak
eklediklerini
sabah akşam ötüşlerine…
CAHiT KOYTAK, 26 Ocak 2007
“YOKSULLARIN VE ŞAiRLERiN KiTABI’
Cinayet, soruşturma, dava hakkında olmayacak bu entry. haberlerde olimpiyatlar için çine giden ekiple röpartaj yaparlerken aklıma geldi. Eğer bir atlet olsaydı, ya da güreşçi, ya da ne bileyim işte, türkiyeyi olimpiyatlarda temsil edecek bir sporcu, ya da kaleci, santrafor, penaltı falan kurtarsaydı.Şimdi toprağın altında olan değil, omuzlarda taşınan bir beden olurdu.
ermeni soykırımı, resmî tarih söylemi, kabul ve inkar dayatmasının yanlışlığı, inkâr ya da ikrâr değil idrak aşaması, türkiye toplumu gerçeği bilmiyor, doğruyu öğrenme vakti, bürosundaki atatürk fotoğrafı, ermenilerin bütün dünyaya karşı öfkesi, sadece türkiye'nin değil abd, almanya ve fransa gibi güçlerin ahlâk problemi, ermeni sorununun mezeleştirilmesi, vicdanî muhasebe, ermenilerin varlıkları ve dağılan aileleri ile bir belge teşkil etmeleri, ermeni kelimesinin son 30 yılda küfür haline getirilmesi, ermeni dölü diyen bakanların olması gibi çeşitli konularda bir fransa kanalı olan tv5'te 24h00 adlı programda bir mülâkat vermiş türkiyeli ermeni gazeteci.
ölümüyle herkesi vicdanlı yapmış ermeni asıllı türkiye vatandaşıdır. "ermeni olmak" nasıl oluyor çok merak etmekteyim, benim bildiğim "ermeni doğulur"... hepimiz ermeniyiz ile derdiniz varsa yunanlara hepimiz türk'üz, türklere hepimiz filistinliyiz dedikleri için de bir zahmet tepki gösterin, sonra konuşalım...
mükemmel bir insan olup olmadığı hakkında bir bilgim yok çünkü kendisini tanımıyordum. ölmeden önce hakkında bildiklerim malum 301 davasında yargılanması, agos adlı bir gazetesi olması, birgün de yazması, mahkum olursam türkiye yi terkederim diyerek ekranda ağlaması ve en en son hatırladığım can dündar ın ntv de yayınlanan neden programında yaptığı konuşmalarıydı. sonra öldürüldü adam. ismini duyanı, bu adam ne diyo ya bi dinleyelim diyeni çok çok azdı ölmeden. ölüncede kör öldü badem gözlü oldu tabi. sadece bizim için de değil ermeniler ve hatta tüm dünya içinde. ölmeden bir süre önce bir yazısını okumuş çok beyenmiş internette hrant dink ile ilgili arama yapmıştım. wikipedia da hakkında sayfayı bırakın tek bir satır bile yoktu. şimdi hrant dink altında destanlar yazılı. youtube da da öyle tek bir videosu yoktu. şimdi ermeniler hrant dink in 'ermeni soykırımı tarihi bir gerçektir' dediği videoları bulup koyuyor, türkler ise 'ermeniler de suçluydu ama' dediği videoları. değişen bir şey yok yani savaş hrant dink üzerinden de davam ediyor.
ölümünden sonra daha da çok okudum yazılarını acıdım adama, yetimhanede geçen çocukluğuna en çok. malum toplum olarak bayılırız böyle hikayelere. karısıyla olan aşkı da çok hoşuma gitmişti. iyi bir aile babası olduğu da belliydi,tam anlamıyla yazık oldu adama. ancak her yazdığı her dediği uymuyor bana, bunu ifade edince de nedense çakma hrant dinkçiler tarafından faşist ilan ediliyorsunuz. bence adam her ne kadar ermenistan ve türk halklarının yakınlaşması için çaba sarfetse ve her ne kadar türkiyede bir ermeni olmak olmak zor olsa da bariz bir ermeni milliyetçisi. evet öyle kusura bakmayın. engellenemez bir biçimde ermeniğini ön plana çıkaran, ermeni olmanın ayrı bir konumu olduğundan bağseden ve gerçek anadolul insanlarının sadece ermeniler olduğundan bahseden pek çok yazısı var. bu bakımdan benim için hrant dink sadece iyi bir ermeni aydını. enternasyonel bir aydın olmaktan çok uzak. tıpkı diğer türk aydınları gibi.
Arkadaşımız Hrant Dink 19 Ocak 2007 Cuma günü öldürüldü.
Adalet istedik.
Hrant'ın öldürülmesinin üstünden 535,
Katilin yakalanmasının üstünden 534 gün,
ilk duruşmadan bugüne 1 yıl geçti.
535 gün, beş duruşmada bir adım yol alınmadı.
Er ya da geç ortaya çıkacağını umduğumuz gerçeklerin
adalet tarafından da görülüp, anlaşılması ve değerlendirilmesi için
ne kadar daha beklemek zorundayız?
Aklımızda canımızı acıtan birçok soruyla, ilk kez kamuya açık gerçekleşecek olan
Hrant Dink'i katledenlerin yargılandığı davayı izlemeye gideceğiz.
Hrant için, adalet için yine mahkemede olacağız.
Biz susalım istediler. Susmadık. Vazgeçmedik.
Susmuyoruz, vazgeçmiyoruz.
Adalet istedik.
Adaletin tecelli edeceğine şahit olmak istiyoruz.
Hrant için, adalet için toplanıyoruz.
sezen aksu kendisi için sağlam sözleri olan güvercin adında bir şarkı yazmıştır.
sözleri şöyledir;
bir daha açar mı karanfil korkusuz
bir daha uçar mı güvercin şehirde
yalancı güneşli bir ocak
mübarek cuma gününde
gitti cancağızım gitti
bitti son istanbul
kaldırımlar zabıt tuttu
şahidiz hepimiz
her yer tetikti
sen de çekip gitme
dayan be umudum
dön gel
meydan okur hayat
pabuç bırakmaz ölüme
dön gel...
bir daha yazar mı kalem kanaya kanaya?
kağıdı da kan tutar ağaç değil mi soyu?
ağla doyasıya ağla aynı denizde çoğalır yüreğin öz suyu.
bu ulkeye gonul vermis, baris, kardeslik, demokrasiden yana olan fakat bunlari savunan bircok kisinin basina geldigi gibi tetikci bir cakal tarafindan katledilmis turkiyeli aydin.
kalleşçe öldürülmüş, şimdi sezen aksu'nun ona ithafen yazdığı şarkıyı dinlerken beni ağlatan adam.
geriye ona özlem duyan, onu hala çok seven bir eş bıraktı. öldürüldükten sonra çekilmiş olan şu resme bakınca insan diyecek söz bulamıyor yemin ediyorum. ermeni olarak bakmayın, insandı o. eşi, çocukları vardı. babaydı o her şeyden önce. o kurşunu atan pislik, umarım hiç mutlu olamazsın. umarım seninde hayatın yarım kalır, tıpkı ona ve onu sevenlere yaptığın gibi. allah belanı versin.
Kendi bildiğini cesurca ve yekten savundu, maskesizdi. hangi cepheden olursa olsun maskesizlerin başına gelen hep budur... çünkü maskesizler karşılarindakilerin maskeli olduğunu bir türlü göremezler, kendileri gibi sanırlar maskelileri, dokunur onlara, anlayamazlar...
Ama maskesizler başı dik ölürler, arkalarında bıraktıkları insanların da başı diktir...
Ölümünden sonra pek çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. ama beni en çok sinir eden bir laf vardı ki o da; "komsuluk ettigimiz halklar".. komşuluk ettiğimiz halklar kim ya?... "Biz" kimiz?... "türkler ve müslümanlar" mıyız? Hala "Türkler", "gayrimüslimler", "yüzde doksanı müslüman memleket", "tam bizim gibi olmayan bizden değildir" durumlarına, saçma milliyetciliğe (Türk kanı, saf Türk var sanki ortamda) onay verme durumları...
TV'de konuşan bir sürü lavuğun "Hrant'ı biz öldürdük" lafları... Eğer o "biz"in içinde ben de varsam; deaasstriin ordan... Hayatım boyunca ne "onlar" dedim benimle aynı kökenden gelmeyenlere ne de aynı etnik kökenden geliyoruz (ki orası da şüpheli) diye ya da nüfus cüzdanımda yazan dine göre "biz" saydım birilerini... azınlığa dahil olmayan herkes çoğunluğun üyesi değildir...
Resmen katili onaylamaktır bu, "Evet, sen bunu Türklüğün (müslümanlığın) için yapmış olabilirsin ama Türklük (müslümanlık) bu değildir" saçmalamasına davettir, yol açmadır...
yaşamı boyunca her türlü faşistliği reddeden, asala gibi bir örgütle uzaktan yakından alakası olmayan, tanımadan hakkında konuşulmaması gereken rahmetli gazeteci.
gazeteci yazar hrant dink, ilginç bir ifade kullandı ve 'ben soykırım derken bunu türklerin yaptığını söylemedim. asıl kürtler çok sayıda ermeni öldürdü' dedi.
elif şafak davasının dumanı hala tüterken geçen hafta yeni bir haber duyduk. ermeni asıllı gazeteci-yazar hrant dink yine yargılanacaktı. konu ermeni meselesiydi. sebep ise dink'in reuters'a verdiği bir demeçten yola çıkarak agos gazetesinde yapılan haber. dink demecinde 'elbette bu bir soykırımdır diyorum, çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor' diyordu. yargılama kararının üzerine cuma günü dink'in kapısını çaldık. şişli'deki, zamanın 1950'lerde asılı kaldığı agos gazetesi binasında dink'in eski davalarını, yenisinin sebeplerini, ermenilerin hissiyatını, kısacası son dönemde yaratılmaya çalışılan 'azınlık problemi'ni konuştuk.
...
siz soykırım yerine daha yumuşak ifadeler kullanıyordunuz. reuters´a verdiğiniz demeç bir üslup değişikliği mi?
- hayır! her zaman konuya yumuşak yaklaşmak gerektiğini söylerim ama karşımdaki 'sizce bu soykırım mıydı?' diye net bir şekilde sorarsa kendi bildiğimi inkar etmem.