Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karın üstüne düşmüş. Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken ordan
geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış. Kuş öyle bi sinirlenmiş ki, kanatları
donmamış olsa, kalkıp ineği dövecek... bi de bakmış ki bokun sıcaklığı ile
kanatları çözülmüş, yaşama geri dönmüş. Öyle bi sevinçle ötüyomuş ki, ordan
geçen bi kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış. Kuş
buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki, kedi onu yemiş..
1- Her üstüne sıçanı düşman sanma
2- Seni her boktan çıkaranı dostun sanma
3- En önemlisi: BOKUN iÇiNDE MUTLUYSAN SESiNi ÇIKARMA...
Havanın çok soğuk olduğu bir günde erenlerden biri pencereden dışarıyı seyrediyormuş.
Dışarıdan yoğurtçunun sesini duyup, hanımına seslenmiş: “kap getir de yoğurt alayım”.
Hanım, “yoğurt var. ihtiyacımız yok!” deyince.
Mübarek, “bizim ihtiyacımız yok ama ihtimal yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta bu sokaktan üçüncü geçişi” demiş.
“iyi insan olmak başka, insanlara iyiliği dokunan insan olmak başkadır.”
bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir.
canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.
kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar:
ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.
köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder.
birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü görmedim der ve avcılar uzaklaşır.
avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.
çok teşekkür ederim der kurt, bana büyük bir iyilik yaptın.
önemli değil der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye baslar.
bir dakika diye seslenir kurt: çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam
için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok. köylü şaşırır: olur mu, ben senin hayatını kurtardım.
yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur der kurt.
ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.
bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.
karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar.
ne vefası der kısrak, ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya kovdu
bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar.
ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim der köpek, yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime
koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur
kurt köylüye döner, işte gördün der. köylü de son bir çabayla ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye diye cevap verir.
bu kez karşılarına bir tilki çıkar.
başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.
her şeyi anladım da der tilki bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın? kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:
gözümle görmeden inanmam işin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar.
köylü eline bir taş alır ve beni yemeye kalktın ha nankör yaratık diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.
sonra tilkiye döner sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın der. tilki de benim için bir zevkti diye cevap verir.
o an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür.
sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:
haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş
hikâye çin düşünürü lao tzu'nun zamanında geçer... köyde fakir ve yaşlı bir adam yaşarmış. bu adamın dillere destan beyaz atı varmış. kral, atı almak için yaşlı adama onlarca altın teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. bir sabah bakmış ki, at yok. köylüler ihtiyarın başına toplanmışlar, "gördün mü, atı satmadın. oysa o parayla ömrünün sonuna kadar krallar gibi yaşardın. şimdi ne paran var, ne de atın" demişler. i̇htiyar cevap vermiş:
-"karara varmak için acele etmeyin. atın kaybolması, talihsizlik mi, yoksa şans mı, henüz bilmiyoruz." köylüler kahkahayla gülmüş. ama aradan 15 gün geçmeden at ansızın bir gece dönmüş. meğer kendi kendine dağlara kaçmış. dönerken de, vadideki 12 vahşi atı beraberinde getirmiş.
köylüler adamdan özür dilemişler:
-"sen haklıydın"...
- karar vermek için gene acele ediyorsunuz. sadece atın geri döndüğünü söyleyin. bilinen gerçek sadece bu. ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. birinci cümlenin, birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir üretebiliriz?
bir hafta geçmeden atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu, attan düşüp ayağını kırmış. köylüler,
-"bir defa daha haklı çıktın. oğlun bacağını kırdı, sana bakacak başkası da yok. şimdi eskisinden daha fakir ve zavallı kalacaksın" demişler.
- karar vermek için o kadar acele etmeyin. oğlum bacağını kırdı, ondan ötesini biz bilemeyiz. sizin sözleriniz ne kadar doğru? hayat böyle küçük parçalar halinde gelir, sonrasını tahmin etmek zordur.
birkaç hafta sonra büyük bir savaş patlak vermiş. kral, eli silâh tutan bütün gençleri askere çağırmış. köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu haricinde herkesi toplayıp götürmüş. köylüler bir kere daha yaşlı adama hak vermişler:
-"oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. meğer, oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış."
- ne olacağını kimseler bilemez. bilinen tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. ama bakalım kader ne gösterecek? bunu sadece allah biliyor.
lao tzu, bu hikâyeyi anlatarak, öyküyü şöyle bir nasihatle tamamlamış:
-acele karar vermeyin. hayatın küçük bir parçasına bakıp, tamamı hakkında hükme varmayın. karar, aklın durması halidir. karar verdiniz mi, akıl, düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. buna rağmen akıl, insanı daima karar vermeye zorlar. çünkü gelişme halinde olmak, hepimizi huzursuz eder. oysa gezi, asla sona ermez. bir yol biterken, yenisi başlar; bir kapı kapanırken, bir başkası açılır. bir hedefe ulaşırsınız, daha yüksek bir hedefin oracıkta olduğunu hemen görürsünüz."
(nevzat kurtuluş'un "hayata dair" kitabından)
yetişmis bir kizi olan bir dulla evlendim. Babam uvey kizimla evlendi. Bu sekilde babam benim DAMADIM oldu, uvey kizim da babamin karisi olmasi dolayisiyla ANNEM oldu. Benim karim bir oglan cocuk dogurdu. Bu cocuk tabiatiyla BABAMIN KAYINBIRADERI ve benim uvey annemin BIRADERI olmasi nedeniyle de benim DAYIM oldu. Babamin karisi da bir oglan cocuk dogurdu. Tabii dogan cocuk benim KARDESIM oldu fakat ayni zamanda kizimin oglu olmasi dolayisiyla da TORUNUM oldu. Boylece, karimda annemin annesi olmasi dolayisiyla benim BUYUKANNEM oldu. Kocasi ve ayni zamanda onun torunu oldugumdan, bir kimsenin buyuk annesinin kocasi da buyuk babasi olacagindan dolayi, KENDI KENDIMIN BUYUK BABASI oldum. Mark Twain...
günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birinedüşmüş. niye düşer, nasıl düşer sormayın. eşek bu! düşmüş işte.
belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı... belki üzerine de toprakdökülmüştü. zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemekisteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm!
hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. sesini duyan sahibi gelip baktı ki;vaziyet kötü. zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. üstelik yaralanmış. karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı. sonunda karar verildi ki; kurtarmak için çalışmaya değmez. tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü. ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. köylüler ağzı açık bakakaldı.
hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. kör kuyuda olsak bile.
ev arkadaşı olduğum bir çocuk vardı 8 yıl önce. ismi de taylan' dı.
bir sabah sınava geç kalıyordu bu adam. uyandırayım dedim. bir iki defa "taylan" diye seslendim. uyanmayınca biraz sarstım.
" siktir git lan" diyip okkalı bir tokat yapıştırdı suratıma. tabii uyku modunda olduğundan. yoksa sıkıysa yapsın. neyse gereksiz uzattım.
demek ki neymiş, taylan' a çatmayacakmışız. sınava geç kalsın göt.
göt taylan.
Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu.
Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.
Dinlenmek ve kitabını okumak için vıp salonunda bir koltuğa yerleşti.
Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.
Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:
Sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı ona haddini bildirirdim!diye düşündü.Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.
Nihayet son kurabiye kalınca kadın: Bu küstah adam şimdi ne yapacak? diye düşündü.
Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi
Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.
Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.
Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.
Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,
Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.
hani şu oğluna sürekli 'sen adam olamazsın oğul' diyen adamın hikayesi var. baştan anlatmaya gerek yok hikayeyi, hemen hemen herkesin anne babası bi'kez olsun anlatmıştır, herkes bilir.
çıkarılan sonuç; evladını büyütürken negatif değil, pozitif yükleme yapacaksın. bir çocuğa günde on kere adam olamazsın sen denirse, o çocuğun gtünü siksen adam olmaz artık o çocuk.