Ekim sonunda yeni kitabını çıkaracak olan yazar bilhassa kendisi söylemiştir. Aslında şöyle oldu Antalya'da tanıştığımızda telefon ve e mailini almıştım, ot dergisinin son sayılarında hiç yazısı yoktu bende bu bahaneyle kendisine ilettim bu durumu o da yeni kitap için uğraştığını ve pek zaman ayıramadığını söyledi.
Bekliyoruz efendim...
yeni kitabını ne zaman çıkaracağını merak ettiğim yazar. 2 sene geçti az kitabının üzerinden, nicelerini yazması ve bizimde okumamız dileğiyle. hızlı ol üstad!
"az yedim çok içtim.hala içiyorum.alkolü kendime yakıştırdım.her türlü uyuşturucadan tattım.bağımlılıktan nefret ettim.gitmemi, terk etmemi engeller diye.ne bir maddeye ne bir insana bağlandım.sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım,aşık oldum.ikisini de arkama bakmadan bırakıp gittim.geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim.dünyayı bir oyuncağa çevirdim.ayak basmadığım yer kalmadı. kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim!duvarlara,bedenime resimler çizdim.bir gün öyle bir gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı.benim adım hitler.kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım..şimdiyse ağlıyorum.hepimiz için.çünkü hiçbiri işe yaramadı... hiç uykum yok. hiç uyuyamıyorum. domuz gibi içiyorum. ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. sabaha beş saat var. annemi düşünüyorum. nerededir şimdi? aynada kendime bakıyorum bazen. ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. bileklerimdeki otuz dört dikiş. medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandist ameliyatımın izi. ve sırtımı çok, hızlı yaşlandım! ancak hayattayım." "yıllar önce, okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki yalnız insanlara özenirdim hep. yalnızlara. konuşacak kimsesi olmayanlara. sonra hayat beni buralara getirdi. tabii ayaklarımın azımsanamayacak yardımıyla. ve artık o roman karakterlerinden biri oldum. o kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. aynı zamanda da korkutucu. kendime ''bu kadar yalnız kalınabilir mi?'' diye sorardım. ''sosyal hayvan insan, dayanbilir mi kimsesizliğe?'' ama artık biliyorum yalnızlığın korkulacak bir yanı olmadığını... tabii bunu ruh sağlığı yerinde ve içlerinde tek bir kişilik taşıyanlar için söylemiyorum. sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. ben hep kalabalık oldum. şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. tıkış tıkış! herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. kendime yeterince zarar veriyordum. ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu... yalnızlık kurşun geçirmez. dostluk, aşk, aile geçirmez. hiçbir şey geçirmez. dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. cerahat yapar. antibiyotiğini de kendinde besler. yeter ki nerede olduğu bulunsun... ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. vücudumun neresinde? sonra kara veririm. ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...'' dönüp bakıyordum geçmişime... sadece iki renk hatırlıyordum. kırmızı ve siyah." "kendimi defalarca buldum,defalarca kaybettim.gerçek adımı hatırlamıyorum.kimliğimi bir çocuğa sattım.çirkinleşmek için ruhumu kiraladım.vücudumdaki dikiş sayısını artık biliyorum.hayatımı diktiler.oysa yırtmak için çok uğraşmıştım." "kabul ediyorum,yüklerin çoğu hayaliydi.ama benim için hayal gerçekten daha fazla acıtacak kadar hissettiriyordu kendini. sanki dünyayı bacaklarının arasından çıkarmış bir kadın gibiydim. her yerini ve herşeyini biliyordum, doğurduğu bebeğini tanıyan bir anne kadar... her şeyi bildiğim için vasiyetimde tek bir cümle olacaktı: "beni yüzüstü gömün.çünkü yeterince gördüm."" "ben dünyadan hızlı döndüm. hepsi bu" *
irrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? eğer 1 den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelir? işte! soru bu! yanıtsız bir soru bu.. işte matematiğin hatası! hepsi tama yaklaşır ama varamaz.. demekki 1,99999 9u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız ve dünya da aslında tam gibi görünürken bir irrasyonel harikası.. işte bunun için hayat yoktur. demiş zat. herkes hayat denen şeyin var olmadığını açıklama çabasında kimileri güzel ve süslü cümlelerle kimileriyse basit ve sıradan kelimelerle bir şekliyle bu kadar acıyı bir arada sunan bu sıkıcı sürenin varlığını yadsımak istiyor insan iradesi.
ilk azil'i okuduğumda bu adam diğerlerine göre farklı yazıyor dedim, ilk cümlesinden, ilk kelimelerden fark ettiriyor insana. şu an "az" var elimde muhteşem bir kitap. her kitabı bir başyapıt olan harikulade insan.
Her türlü otoritenin, sahip olduğu bütün araçları kullanarak, zaman içinde buharlaşmaya eğilimi vardır. Bu eğilimin temel amacı, otoriteye ait moleküllerin havaya karışarak yönetilenler tarafından teneffüs edilmesi ve itaatkârlığın, benimsenmiş davranışa dönüşmesini sağlamaktır. Böylece otorite kendini bir sis dalgası gibi yayarken, yönetilenler de, verdikleri kararların hangisinin kendilerine, hangisinin otoriteye ait olduğu ayrımını yapamaz ve bir süre sonra da, dönüştükleri hali doğal olarak kabul edip otosansürün bilinçsiz uygulayıcıları olurlar. Bu noktada, her ne kadar otorite kendini gizleyip dolaylı ya da dolaysız eleştirilerden kaçmayı başarmış olsa da, yönetilenlerin bedenleri ve beyinleri söz konusu solunumun izlerini taşır. Ve bazı durumlarda, parmak izlerini andıran bu lekeleri görünür kılmanın yollarından biri de sanattır. Görünür olduğu sürece bir tepki hedefi olarak somutlaşacağını, dolayısıyla hüküm sürmesinin zorlaşacağını kavramış olan otorite görünmez olmaya çalıştıkça, sanat da parmak izi tozu görevi görür ve üzerine serpildiği, baskının lekelerini gözle seçilebilir hale getirir. Böylece yönetilenler, bedenlerinde ve beyinlerinde taşıdıkları otorite izlerinin varlıklarını fark edip onlardan sıyrılmaya çalışır. Çünkü artık söz konusu izlerin, farkında olmadan üzerlerinde taşıdıkları yabancı bir madde olduğunu algılamışlardır. Ayrıca bu izler, herhangi bir hırsızın parmak izlerinden farklı olarak, maddi bir eksilmeden çok, manevi bir eksilmeye işaret eder. Örneğin, biri diz üstü bilgisayarın, diğeri özgürlüğün çalındığını haber verir. Merhamet sahibi olarak yatılan bir gecenin sabahında gaddar olarak uyanmanın açıklaması budur. Sorgulayarak gözlerini kapatanlar, sorgulayanları yargılayarak ya da hoşgörü içinde rüyalara dalanlar tahammülsüz olarak uyanır insan, doğumundan itibaren her türlü otorite tarafından lekelenir ve hayat, bu izlerden arınmanın mücadelesidir.
Ancak otorite buharlaşıp yönetilenlerin arasına karışmak için gaz bombası gibi bir araç kullandığında, insan bedeni ve beyni, kimyası gereği bunu derhal reddeder. Söz konusu gaz, havaya da karışamadığından, molekülleri bir noktada birikir ve böylece yeniden somutlaşan otorite boşlukta çırılçıplak asılı kalır. Bu, hırsızın suçüstü yakalandığı ana benzer. Dolayısıyla onu ortaya çıkarmak için herhangi bir parmak izi tozuna da gereksinim yoktur. Bütün katılığı ve hastalığıyla, otorite, kurşunî bir bulut gibi açıktadır. Artık onu görmek için yönetilenin başını kaldırması yeterlidir, ancak bakmaya devam etmek ayrı bir meseledir. Tıbbî bir mesele. Çünkü otoritenin gerçek yüzü, çıplak gözle bakılamayacak ve çıplak elle dokunulamayacak kadar tehlikelidir. Dolayısıyla sağlık açısından güvende olup söz konusu eylemleri gerçekleştirmek, ancak bir kask, bir deniz gözlüğü, koruyucu bir maske, bir çift iş eldiveni ve yeterli miktarda anti asitli suyla mümkün olabilir.
Bütün bunların doğal sonucu olarak, 31 Mayısı 1 Haziran 2013e ve istiklali bir yaprak gibi dökülmek istediği Taksime bağlayan gece ve sonrasında Gezi Parkı Direnişçilerinin kullanmış olduğu aksesuarlar, genel kanının aksine, biber gazı etkisinden korunma amaçlı değil, otoriteden mikrop kapmamak içindir.
Bir zamanlar, Piç diye bir kitapta şöyle yazmıştım:
Hak edilen payların alındığı yer burasıdır. Tabii yapılan taksim bazen adaletli olmayabilir. Ama zaten meydanın adı sadece Taksimdir. Adil Taksim Meydanı değil. (s.150)
Eksik bırakmışım. Henüz! olmalıymış o son cümlenin peşinde. Elinde kitap olan varsa, bir zahmet eklesin Bir de bilsin ki;
Daima uyanık kalmak
Ve daima uyanık tutmak için
Kaç gündür Gezi Parkında uyuyanlara
Selamı var Piçlerin.
Bir de,
Benimle savaşma. Çünkü kazanırsan, kaybedersin!
Diyen,
Asil adında bir delinin
geziyle ilgili: 'böylesi bir hareketin karantina altına alınarak sonlandırılması, doğası gereği mümkün değil. çünkü hareketin çıkış noktası, tam da bununla ilgili: her türlü toplumsal karantinaya karşı durmak.' demiştir.
bir tek öykü sonlarında sıkıntısı olan yazar. ama türk edebiyatında iyiki vardır. sayesinde yeraltı olmasa da modern zamanlara öykünen romanlar okuyabiliyoruz.
--spoiler--
Adını çok düşündüm. Bildiklerimden hiçbirini yakıştıramadım. Seni bulduğum gün, senden duyacağım. Bu yüzden tahmin etmeyi bıraktım. Şimdilik sana "sevgilim" Diyorum. Umarım kızmazsın.
Oturup sohbet edebilme imkanımın olduğu en sevdiğim yazar. Yalnız hissettikçe onu okuyorum. Okudukça işte o da düşünüyor böyle şeyler diyorum. Bana anlattığı bissürü şeyler aklımda. Bana yaz dedi yaz! ilk emir gibiydi.Dün rüyamda karşılaştık-antalyaya sık sık geliyor ya- oturduk dertleştik sahilde dolaştık. Adamım iyi ki varsın dedim ona. Çok çok seviyorum. O yazsın ben okuyayım.Bir gün de o beni okur belki.Kimbilir.
içinde doğduğun evi tanımak zorundasın. Patlamanın, geçmişi yok ettiğini bilmelisin. Patlama öncesindeki hiçbir davranış ve düşüncenin sonucu yoktur. Kuralların doğum tarihi, zamanın başlangıcıdır. Zamanın başlangıcıysa patlama anıdır. Hala içinde yaşıyor olsan bile, doğduğun evi asla tanıyamadığını biliyorum. Üzerindeki çelik ve cam tabutların, kentin kalbinden uzaklaştıkça ahşap ve taş kundaklara dönüştüğü uzun caddenin sonunda, bütün sokak sularının döküldüğü denizin kıyısında sessiz bir ev. Sessiz ve kalın duvarlı bir ev. Sessiz, kalın duvarlı ve vestiyerine oksijen asılan bir ev. Nefes almadan önce düşünülen bir ev. Cennet broşürlerinin tuvalet kağıdı olarak kullanıldığı bir cehennem. Her şeyin ve herkesin mükemmel olduğu bir ev. Kusursuz odalar, kusursuz halılar, kusursuz kusurlar. Hiçbir şeyi seçmedikleri için boş vicdanlı sakinlerinin mutlak mutlular olduğu bir ev.
" Azil, Türkçe'de azletmek, görevden almak, Arapça'da ise hamileliği engellemek adına kadının haricine boşalmak anlamına gelir. Asil, görevden alınmış ve insanlığı döllememesi için dışına terk edilmiştir. Çünkü, kendisine sunulmuş olan bilgi, yetenek ve düşüncelerin ağırlığından zihni kapanan ve delirmiş olan milyonlarca haberciden biridir. Delirenler, affedilmez ve büyük cezadır. Deliren habercilerin sonu, intihar değilse ,linçtir. Benzersiz zihinlerini yönetmeyi öğrenip, hayatta kalanlarsa peygamber olarak bilinir. Milyonlarca olasılıktan, sadece biri gerçektir. Milyonlarca Asil'den sadece biri Yahya'dır. Milyonlarca görevliden, sadece biri, görevi yerine getirir. Milyonlarca dölden, sadece biri kutsaldır. insanlık tarihi kutsal olanları anlatır. insanlık tarihi doğurtanları anlatır. Tarih, insanlık rahmine düşmüş peygamberleri anlatır. Azledilenlerin tarihini anlatansa, Asil'in hayatıdır. Çünkü hepsinin Laneti Aynıdır. Düşünmek. Çünkü hepsinin alınyazısı aynıdır; " Düşünüyorum öyleyse varlığımı yok edebilirim. "
08.03.2013 Tarihinde gece saat 04:30 sularında ''F.Ç'' adlı arkadaşım beni aradı ve Cumartesi günü saat 10:30'da Hakan Günday'ın Akdeniz Üniversitesine geleceğini söyledi ilk başlarda biraz inanamadım ama sonunda tatmin olmuştum sabaha daha vardı uyumak ile uyumamak arasında paradoks yaşamıştım sonunda karar verdim sabaha kadar biraz müzik dinledim ve shameless'ın son bölümünü izledim. Güneş doğmuştu duş aldım ve filtre kahvemi içtim Antalya/Konyaaltından Kc06 otobüse bindim ve okula gittim.
Çok erken gelmiş olduğumu anlamam çok sürmedi oralarda kağıtlarla uğraşan orta yaşlı bir adam vardı biraz sohbet ettik ve kendisin Hakan Günday'ın kayınçosu olduğunu söyledi, havadan sudan bahsettikten sonra işte o adam geldi sihirli kelimelerin sahibi Hakan Günday geldi istem dısı elim ayağıma dolaşmıştı tokalaştıktan sonra ayak üstü 15 dakika kadar sohbet ettik, bende bulunan kitaplarını imzalattım, fotoğraf çektirdik, e-mail'ini falan aldıktan sonra söyleşi başlamıştı, oldukça rahat ve salaş bir havası vardı yazarın. Söyleşiden sonra hayranlarının kitabını imzalamak için masasına geçti ben sabah imzalattığım için sıraya girmemiştim ve yanındaki sandalyeye oturdum, o kitapları imzalayıp fotoğraf çektirmek isteyen hayranlarıyla fotoğraf çektiriyordu.
Benimde yapacak bir işim olmadığından sürekli onunla sohbet etme fırsatı buluyordum çeşitli sorular sorabiliyordum, Hakan Günday benden boş bir kağıt istedi bende hemen bir yerden bulup ona uzattım başını kaldırıp çevresinde bulunan herkese ''Bana tavsiye edeceğiniz kitap, film, albüm, şiir varsa buraya yazabilirsiniz'' dedi ve sıradaki kitabı imzalamaya koyuldu.
Kendisi gerçekten takdire şayan bir insan, gerçekten hak ediyor bu kadar övgüyü.
Kitaplar için tanım yapmak gerekirse, Kinyas ve Kayra (2000) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413487/+
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandist ameliyatımın izi. Ve sırtımı çok, hızlı yaşlandım! Ancak hayattayım.
Kayra, bir gün bana 'Mutsutluğuna hiçbir çare aramıyorsun' demişti.
Zargana (2002) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413486/+
Kimsenin birbirine bakmadığı, yalan, ihanet, şiddet, tecavüz ve acımasızlıkla yoğrulmuş, yalnızca hayallerin göz göze geldiği bir hayattan intikam almanın en iyi yolu yaşamaktır. Anlam aramak boşunadır ve her şeyin "hiç"e dönüşmesi gerekir. Henüz on ikisinde Berlin'de dört kişinin tecavüzüne uğrayan Zargana, bu olaydan sonra kendini insan sınıfından sıyırır. Ne var ki insan olmaktan uzaklaşıp "hiç"e yaklaştıkça kendisine döner; aşık olur. Parçalanmış benliğini onarmak için, başkalarının oynadığı bir "hayat oyunu"nu sahnelemeye koyulur.
Piçler, aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür. Oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir.
Piçlere sır verilebilir. Ölümleriyle son bulan sırdaşlıkları vardır.
Piçlerin cinsel hayatı düzensizdir.
Piçlerin bedenleri ve akılları, diğer insanlarınkilerin aksine nasırlaşmaz. Onların nasırlaşan tek yerleri ruhlarıdır.
Piçler sadece kendi aşklarına saygı duyarlar. En yakın dostlarının kadınlarına dil ve el uzatabilirler. Bu durumda piç tabii ki suçlu, ancak piçlik meşrudur. Piçler düzensiz hayatlarında düzenli olarak içki içerler. Belli sayıdaki kadehten sonra sarhoş olup sızarlar. Sızdıkları yerin adı huzurdur.
Piçlerin babalarıyla olan ilişkileri mezar taşı kadar soğuk, yeni dökülmüş kan kadar sıcaktır.
Piçler insan öldüremedikleri, ağır suçlar işleyemedikleri, korkak ve hain oldukları için yaşadıkları yerleri zorunlu kalmadıkça terk edemezler.
Piçin davranış ve tercihlerini sadece bir başka piç kabul edilebilir olarak değerlendirir ve "Neden?" diye sormaz. "Neden" sorusu piçliği yok eder.
Malafa (2005) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413490/+
Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar... Yani tezgah. Önce tezgahtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi... Bir kuyumcu dükkânına kocaman bir dünyayı sığdırıyor Hakan Günday.. Kozan, ana karakaterimiz tezgâhtardır. Eline ne geçerse satabilecek kadar başarılı Ağzı laf yapan, herkesi ikna edebilecek kadar laf yapan bir tezgâhtar. Onun kullandığı dili kullanıyor Günday da. O jargonla konuşuyor. Satmak dışında dünyada olup biten hiçbir şeyi umursamayan Kozan da bugünün insanını yeniden tanımlıyor. Yüzeysellik ve satmak Her şeyden ve hepsinden önemlisi satmak, yani başarı. Kocaman bir yalanın hüküm sürdüğü bu büyük kuyumcu, ona göre, büyük bir kuyu. Bir hayaller ve yalanlar diyarı burası. Hakan Günday Malafada eğlenceli bir düzen eleştirisine imza atıyor.
Azil (2007) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413491/+
Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor.
Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor. insanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor. Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor.
Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor. Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor. Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.
Hakan Günday "Azil"de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın hiçleşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.
Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor. Günday, ana karakteri Asilin psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor. Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.
Ziyan (2009) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413493/+
"Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklarından sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kağıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz. Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak. Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Fiilleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!"
Az (2011) https://galeri.uludagsozluk.com/r/413494/+
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu mezarlık çocuğu Derdanın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazının bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, Adan Zye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman