Bir akşam getir bana,
Bütün akşamlardan farklı
Hançerle güneşi batır deniz kan rengi olsun
En güzel yerinde değişen ufkumuzun
Yaşayalım, eskiden duyduğumuz masalı
Zamanlar kalleş şimdi, herşey artık bir oyun
Manzaralar hüzünlü insanlar ağlamaklı
Bir akşam getir bana, gizlice ve en saklı
Saatleri birer birer dudaklarında sun
Günler; şimdi kırık bir cam parçası, boyalı
Gel dinle, telleri ses vermiyor ruhumuzun
Biz bu şehirin gürültüsünde kaybolalı
Bir akşam getir bana, yaklaş, sessizce soyun
Baksana perdeler inik, kapılar kapalı
Sus! Akşamla gelişini kimseler duymamalı
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri koynuma almadım ihaneti
hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan
ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet isyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet, bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken
sevmek için çok geç...
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Yokluğun sessiz çalan bir melodi
Bir yerlerden sesin geliyor kulaklarıma
Bir mahcupluğun tenhasında
Bir ayrılığın ilk cümlesinde
Muaf bir yalnızlığın kimsesizliğinde
Senin gözlerinden bir şeyler gelir
Sesin gelir, bilmediğim bilemeyeceğim yerlerden
Tükenmiş umutlarıma birkaç damla su veren
Zifiri gökte parlayan ela gözlerine eşlik eden
Sesin gelir
Sesin; sır romanların örtülü kahramanı
Sırların bitmez sana geldiğim aşkın sevgi geçidinde
Varlığından boşanmış yokluğun
Yokluğunun melodisindeki notalarda varım
Sesin gelmezse yok olacak biriyim
Sesin; kuşların ötüşünü işgal eden Billur!
Yokluğun; gündüzü karanlığa gömen Gulyabani!
Gözlerin; baharından koparılmış gökkuşağı irisler!
Varlığın; aşk felsefemi baştan yazdıran Leyla!
Gülüşün; sabaha ''Günaydın! '' diyen nilüfer!
Sesin sildi, gamın eskitti beni
Bakışın; kaybolabileceğin yolları aydınlatan fener!
Ve yine sesin söndürdü sevdamın alevini
Gönlün; edebiyatımdan alınmış bir Gazel!
Ellerin; avuç deryasından süzülüp bana uzatılan el
Ateşlerinden, denizlerinden
işgalindeki pıhtılaşmış sevgi ganimetlerinden
Gözlerinin ömründen sonsuzluğa yol alırken ben
Kalbim senden vazgeçmeye yeltenirken
Bütün somut imgelerinden firar etmiş
Sesin gelir bana bir yerlerden
Gözlerimden oluşan bir deniz var
Sesin, kalbime âşık paranoyalardan el sallar
Dilimdeki kanayan kıyılardan giden
Yüreğimin intizarlığında çivilenen Sen!
Sen gittin benden kaçarak
Çöle hasretlik gemilere binip gittin
Yokluğunu birisinde unutarak
Yalnızlığın dilsiz kulaklarda
Kalbim yokluğunda münkesir
Yüreğim sessizliğinde yıkılır bir bir
Varlığın bana uzak
Yokluğun daha uzak Mimelye!
Saçlarımda bir nefes
Sıcacık meltemler esiyor
Senin sesini getiriyor
Sevgililer limanına demirliyorum
Kuru hüznümle, yaşlı sevgimle haykırıyorum
Melodinin notalarından bir infilak
Kalbimden senden başka bir damar geçmez
Sesin yine bana uzak
Ayrılıktan kalbim bir nota seçmez
Gidişin saçlarına vuruyor, dağıtıyor saçlarını
Sırlarını bilemem, notaların bitmez
Dilimden çok uzak bir hayıflanıştan
Gelseydin, ben sana sesini söyleyeceğim
Ama ben gelemedim
Sesin hazanlık döküyor dudaklarımdan
Sana gelemedim, kopuyorum adaklarından
Gülüşün müydü notaları karıştıran?
Hüznün müydü seni bana çağrıştıran?
Saçların mıydı ayrılığı bana hatırlatan?
Varlığın mıydı beni yakıp yıkan?
Yokluğun muydu kalbime düğüm atan?
Sen miydin ilk ve son olan?
Sesin miydi bu şiiri yazdıran?
Sesin kalbime dört duvar
Kalbim denizkızından alınmış bir organ
Sesin; kalbimin çarpmalarından bir müzikal
Kalbim, Kalbim, Kalbim!
Sesine Ya Şef, Ya Gardiyan
Sesin Kalbimdir Mimelye!
Ah! Bir Bilsen...
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin içinde benzetmeler olan
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok.
bilir misin?
Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
Parmaklarının ucu dikenli tellere değdi değecek...
Ama... Bir adım daha atamazsın.
Uzanıp tutamazsın;
Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
Planların, kaçışın, kurtuluşun
Ve deler sevgi dolu yüreğini
Sevgi bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanus da boğulmak nedir bilir misin?
Batan bir gemiye el sallayamamak,
Oturup ağlayamamak,
Birkaç kulaç ötedeki
Bir tahta parçasını tutamamak,
Nedir bilir misin?
Sevmek nedir bilir misin?
Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte yeniden doğarsın
Ve bin kere ölürsün her iç çekişte
Nasıl anlatsam bilmem ki.
Yani 'sevmek' işte.
Duymak nedir bilir misin?
Duymak, ama anlatamamak
Çemberini kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
'Seviyorum' diyememek
Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?
Şair : ÜMiT YAŞAR OĞUZCAN
kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak, en çabuk unuttuğumuz şeydir ne yapsak
madem bu dünya bile yok olacak bir gün, sevginin bitmesine insan neden üzülsün
aşk mı kaderi kovalar, kader mi aşkı
daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi.
eflatun sular süzülüyor aynalardan
damlacıklarında hicranlı yüzün
ben kapıları aldatıyorum gün be gün
sen pencereleri
ben denizlere bakarak martılara yalanlar söylüyorum
sen gemilere
sonra liman bilmez korsanlara terk edip
ıssız adalara sürüyorsun dizelerimi
gitmek istiyorum çakıp da kaybolan şimşekler gibi
gel gör ki, önümde hatıralar mahzeni
parmak uçlarımda paslı çiviler
bütün zindanları yıkarak birer birer
gözlerin çağırıyor beni
gözlerin en soylu atların koştuğu bir bahar gezegeni
çeşmelerin bakınca gülümsediği
ırgatların göklere yöneldiği
latince bilenlerin nergis akşamlarında
göllere meydan okuyup
kıyısında şarkılar dinlediği
tutkular değirmeni
inciterek aşk kitaplığındaki bütün harfleri
kirpiklerinde efsane şairlerin mağrur kalemleri
gözlerin çağırıyor beni
kaşlarının cilveli bir ahu gibi
ömrümüze düştüğü günden beri
köleleri ağlattın ey sevda semenderi
adı konulmamış yıldızlardan koparak
vadilerde biriken yalnızlığım
kalbimi avuçlarına almış
tutuyor sana doğru
çölde bir kuyuya mı bırakayım ellerimi
geceye otağ mı kurayım buzullar ortasında
ne yapayım bilmiyorum ey acılar bedesteni
biraz ateş ve hüzün
biraz köpük ve leylak
gözlerin çağırıyor beni
gittim son ışığından bakışlarının
kırdım kanatlarını bin bir gece masallarında
zümrüdüanka kuşlarının
şimdi nasıl da yürüyorum dağlara karşı farkında mısın
umursamıyorum boğazımda düğümlenen yolları
bulutları susturuyorsun söylemesinler diye
turnaların toprağa dökülen eşsiz definelerini
damıt kalbini kuşkulu yokuşlardan
kurtul karanlığından fotoğrafların
her köşede ısırgan edalı kan evleri
her menzilde leylayı küçümseyen kaktüsler
ne seni görüyorum hayatın boşluğunda
ne de son anlarında resmini büyütüyor
yokluğunla savaşan intihar temrinleri
gizlenme ardına fesleğenlerin
bahaneden bıkmıştır bezirganlar, mevsimler
yüzeyde ve sancılı haykırışlar uğruna
derinden ve telaşsız bir uyanıştır şiir
bu yüzden zehre batmış urganlar gül kokulu
bu yüzden gözlerine ayarlıdır saatler
o öpüp okşadığın yaprak akkorsa şimdi
kim bilir hangi zaman gönlüme uğramıştır
kollarına aldığın mutluluk servileri
bana dokunduğunda sessizce ağlamıştır
simyası bozulduysa dilimin, kelimeler
bir volkandan geriye kalan ırmaklar gibi
bilinmez ki nereden akmıştır yüreğime
geçerek en azılı köprülerden, duraksız
varmak için sevdanın tükendiği ülkeye
duygularına ölüm yüklüyorum ömrümün
yaklaştığım her sahil tutuyor ellerimi
mor bir yangın, hercai dalgalar, kum taneleri
çakallar iniyor dağlardan apansız
ardımsıra gölgeler, gökkuşağı
rengarenk uçurtmalar gibi kaplıyor göklerimi
gözlerin çağırıyor beni
oysa ben hiç görmedim dünyada gözlerini
takılmadım engellerine nilüfer bakışlarının
bir ses beklediysem yankılansın diye evrenimde
kalbinden benim adıma
sevdalı bir vuruşun özlemiydi süsleyen
sokaklarımı, şehirlerimi
gözlerin çağırsa da beni
çağırmadan kalbin çatlayan gözlerimi
görmeden ellerinde hangi toprakların yayılıp
hangi tohumların yeşerdiğini
tutunmayacağım zamana dilenci gibi
hala uzaklardan işaret parmağıyla
gözlerin çağırsa da beni
gidiyorum; adımlarım yaz kurdu, güz kefeni.
"Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum" **
Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi ?
bütün kışları yıkıp üstüne
bir yaz akşamında
adı özgürlük denilen her ne varsa
kendime sunacağım
ve seni affedeceğim yağmurlar yağarken..
sigaralar söndüreceğim ruhunda
annelerin ağıtları gibi
ayrı düşmüş sevdalar gibi ezelden
ve bitmeyen ömürler varmış gibi sahte
onca ruhsuz ruhun acısını çıkarır gibi
sende söndürüyorum ateşini
intikam alır gibi tüm dünyadan
ve gidiyorsun
bitmeyen masallar bitiyor
okunmamış şiirlerin ahını alıyoruz üstümüze
ayrılıklara dâhil sevdalara hüküm sürüyoruz
sonra sen gidiyorsun
ve kalıyorum öylece boşlukta
çiçek açmayan bahar gibi, deniz olmayan şehir gibi
ağlıyor gibi adam,
yeryüzüne meydan okuyor gözlerim
senin sevdiğin ahu gözlerim..
başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.
başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilk önce damarlarımızda duyduğumuz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin
önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz
Bize ait olan ne kadar uzakta!