friedrich wilhelm nietzsche

entry1484 galeri95
    1383.
  1. “Ey insan dikkat et!
    Ne diyor derin gece yarısı?
    Uyudum,uyudum
    Derin bir rüyadan uyandım.
    Dünya derin...
    Ve gündüzün düşündüğünden de derin!
    Acısı derin!
    Neşesi, yürek acısından da derin
    Acı şöyle konuşur: Geçici ol!
    Ama neşenin her türlüsü sonsuzluğu ister!
    Uçsuz bucaksız sonsuzluğu ister!”
    1 ...
  2. 1382.
  3. "Siz, bedeni küçümseyenler, aptallığınızın ve küçümsemenizin içerisinde bile kendi benliğinize hizmet ediyorsunuz. Size diyorum ki, kendi benliğiniz ölecek ve hayata yüz çevirecek."

    Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabından.
    0 ...
  4. 1381.
  5. Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve besteci. Din, ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche'nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, perspektivizm, Güç istenci, "Tanrının ölümü", Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak "hayatın evetlenmesi"dir. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dâhil olmak üzere devam etmektedir.
    0 ...
  6. 1380.
  7. BiLGiYE CAN VEREBiLMEK: BiR EĞiTiMCi OLARAK NiETZSCHE

    Bu yazımda filozof Friedrich Nietzsche'nin Eski Yunan Mitolojisi ile ilgili bazı çözümlemeleri ile başlayacağım. Ama yolculuğun sonunda geçmişte takılmayacak, modern zamanlara uzanacağız. Bu yüzden bu yazı deneysel bir çalışma olarak da görülebilir. Bakalım başarıya ulaşabilecek mi? Tarihin tozlu sayfalarında kalmış, bugün bize anlamsız (!) ve masalsı gelebilecek kavramlar yazımızın sonunda bir anlama kavuşabilecek mi? Deneyip birlikte görelim.

    Friedrich Nietzsche filoloji profesörlüğü yapan ve Antik Yunan üzerine tarihsel çalışmalar yürüten bir filozoftu. O, Antik Yunan Trajedyalarını Apollon ve Bacchus (Dionysos) diyalektiğini gözeterek inceler. Apollon güneş tanrısı, Bacchus ise şarap tanrısı idi. Akla karşı, duygular; itidale karşı kendinden geçme. Antik yunan kültürü bu ikisini de benimsemiş ve sentezleyerek denge konumuna ulaşmıştı. Oysa ona göre Batı, onun yaşadığı çağda haddinden fazla Apollonculaşmıştı. Nietzsche, modernizmin Bacchus'u dışladığını savunur. Ve böylece Apolloncu rasyonalizmin egemenlik kurduğunu belirtir. Duygucu, doğal ve doğaçlama yaşam bastırılmış, saf akılcı bir dünya kurulmuştur Batı'da. Entelektüel, donuk, kitabi bilgi toplumu örgütler hale gelmişti. Bu insan artık yenilmeli ve aşılmalıydı. Bu durumda übermensch, yani ''üst insan'' bu mevcut Apolloncu, akılcı, çağcıl insanı aşabilmek için nasıl bir tutum almalıdır peki? Genelde üst insan, çok elit ve entelektüel bir birey olarak algılanır. Ama eğer böyle ise üst insanın yapması gereken bu çağcıl akılcı dünyayı daha da rasyonelleştirip geliştirmek olmalı gibi gözüküyor. Böylece soru cevaplanmıştır diyebiliriz. Ama temkinli olmakta fayda var; Nietzsche, gerçekten üst insanı çok entelektüel, kültürlü, bilgi küpü bir zihinle donanarak toplumu ve insan'ı aşmış bir birey olarak mı tasavvur etmektedir acaba? Genel kanı yanlıştır, Nietzsche üst insanı bu şekilde kurgulamaz.

    Aşırı rasyonalleşme ve entelektüalizmin getirdiği elit birey algısı ''üst insanı'' doğru karşılamaz. Çünkü bu Apolloncu yüceliş; bedene karşı aklı, değişime karşı durağan olan kavramları, bireye karşı tüm insanlıkla aynılaşmayı öne çıkaracaktır. Akılsal kavramların akademik dayatmalarla benimsetilmesi bireylerin aklını eşitlemeye yönelir çünkü. Hatırlayalım; Nietzsche'ye göre Sokrates kavramların kendinde mutlak tanımları olduğunu savunarak, değişime-oluşa karşı set çekmiş, Kant ise bunu zirveye taşımıştır ve Nietzsche bu akılcı geleneğe oldukça hasmane bir tutum sergiler. Ona göre kavramların içerikleri tarihsel olarak gelişime ve değişime tabiidir. Kendinde bir iyi, adalet vs yoktur. Bu görüşler yanlış görülebilir. Biz amacımıza odaklanalım. Doğru soru şudur; Nietzsche'nin bu tavrı bize ne kazandırır? Bu tavır, bizim de kendi çağımızda; iyilik-adalet-ahlak ve özgürlük tanımı üretme hakkımızı bize teslim eder. Mevcut tanımları kabul edip devam etmek zorunda değiliz. Özne, kurucu bir işlev kazanarak bireyselliğini en doyurucu şekilde sergileyebilir. Demek ki üst insan, değer koyucu olarak hareket etmelidir, akademik akla teslim olmamalıdır Nietzsche'ye göre. Dikkat edersek felsefileşmiş bir tarih çözümlemesi bize bireysel bir özgürlük verme fikriyle birlikte, binlerce yıllık miti canlı ve akışkan hayatın içine katmakla sonuçlanmış gözükmektedir. Bu noktayı akılda tutalım, yazının sonunda tekrar anacağız.

    Bu durumda üst insan; aklı yani Apollon'un ışığını söndürüp onun sıcaklığından uzaklaşarak duygusal/sezgici bir varoluşla mı doldurmalıdır ruhunu? O zaman da saf bir hedonist, acıyla yüzleşmekten korkan bir bönlüğe düşüleceğini söyleyecektir bize Nietzsche. Bu durumu da kabullenmeyecektir. Dionysosçu esrime ve sarhoşluk, bir ayyaşın sefilliğine götürmemelidir insanı. Bu durumda özne, bedeni çok hor kullanmaya başlar, onun gücünü azaltır, onu yüceltemez. Savrulur, değer üretemez, özgünleşemez, birey olarak ayrıksı durdukça aslında birey olamamaya, kendi yaşamının kontrolünü eline alamadan sürüklenmeye başlar.

    O halde üst insan bedeni, yaşamı, oluşu savunan ve Apollon ile Bacchus arasında denge kuran bir tür olacaktır. O zaman üst insan, doğasına uygun davranabilen, entelektüel gelişime koşulsuz açık, teorik konularda aklı işletip güçlü çıkarımlar ve zihinsel bağlantılar kurabilen ama yeri geldiğinde kendi iradesiyle kendi zararına olabilecek kararlar bile alabilen, yine yeri geldiğinde tutarlılık duvarını da yıkıp duruma göre o an en soylu edim neyse; mutluluksa mutlu olmayı, kendine acı çektirmek ise bunu yapabilen, varoluşsal bir doğaçlama içinde doğallığıyla o duruma özgü doğru kararları alabilen, mutlak katı kurallarla ve sabit tanımlarla yaşamayan bir insan demektir. Örneğin; Dionysosçu bedeni ve bedenin arzularını onaylamak, onu sürüye karşı savunmak fakat benliğini bedenin arzularının kölesi haline getirmeyecek bir apolloncu kontrolü de korumak gerekir Nietzsche için.

    Peki bireysel açıdan değil toplumsal açıdan bakarsak Apollon-Dionysos kültlerinin birbiriyle mücadelesi bize neler söyleyebilir? Nietzsche, Dionysosçu güdülere ''siyasi içgüdünün azalmasının'', ''devlet ve anayurt duygusuna'' yönelik kayıtsızlığın, hatta düşmanlığın eşlik ettiğini belirtir. (Bakınız; Müziğin Ruhunda Tragedyanın Doğuşu, 21. bölüm) Bu esriklik kontrol edilmezse, Hint Budizmine varan bir dünyevi meselelere karşı hissizlik baş göstermeye başlar. Devlet ve anayurt Apolloncudur. Devlet ve anayurt, hiyerarşi getirir-sınırlar çizer ve gündelik hayatı bize hatırlatarak ruhu düşüşe uğratıp bunalıma iter. Fakat Dionysosçu sanat (şenlik-kendinden geçme-metafizik bir esrime içeren ayinlerdi bunlar) bu adi dünyanın karşısına daha üstün bir dünya koyar. Ruh, kendini bu dünyada sürgün gibi hissetmeye başlar. Tüm sınırların kalktığı, tüm karşıtlıkların üzerine çıktığı bir göksel anayurda ulaşmayı arzular. Tanrısız bir tanrısallıktır bu. Tanrısızlığın yarattığı 'çölleşmeye' karşı sanatla ve müzikle ulaşılan tanrısal bir bütünlük hali. Saf bir Dioynsosçu müzik değildir bu, birçok zekice söz vardır içinde, yani Apolloncu/akılcı unsurlar ve ifadeler. Dionysos'a karşı denge. Nietzsche bu dengenin Wagner müziğinde, Tristan'da bulmuştu. Tanrısız da olsa tanrısaldı bu denge gözeten tutum; ''neredeyse parçalara ayrılmış bireyi yanılsamanın iyileştirici balmumuyla birleştirmişti'' (Bakınız; Julian Young, Nietzsche). Dikkat edelim, ne kadar Dionysosçu olsak da akıp giden bir akılsal hayatı yaşamaya da mecburuz. Devletin ve aile/akraba/iş yaşamı koşullarının gereklerini de yerine getirmeye vakit harcamak zorundayız. Bu yüzden bu gündelik vasatın varlığını hem kabul eden, ama ruhu çok derinlerde ve bu yaşamı çok daha yukarılardan -onun deyimiyle buz kaplı dağlardan veya göklerden- izleyen bir içsel/sezgisel/varoluşsal/sanatsal bir yaşama sahip denge durumunu bize önermektedir Nietzsche. Dikkat edersek aslında oldukça gerçekçi bir tutumdur bu. Görüldüğü gibi yine mitin içinden süzülen bilgiler, bir can suyu bulmuş toprak gibi bir anda önümüzü yeşerten bir tazeliğe, esenliğe kavuşmaktadır böylece.

    Nietzsche tüm bu olan bitenin detaylarından sıyrılıp kuşatıcı bakarsak ne görmemizi isterdi? Nietzsche için tarihin ve filolojinin amacı ve önemi, klasik veya geçmiş metinler aracılığıyla kendimizle yüzleşmektir. Çünkü mitlere ve tarihe baktıkça kendi bunalımlarımıza yönelik sonuçlar çıkarırsak yaptığımız faaliyet bir anlamı vardır. O halde; bu metinlerin kendileri için kendi başına anlamı yoktur. Apollon veya Dionysos salt bir şeyin tanrısı olmak bakımından anlamsız bir ezberden ibarettir. Zihni bunlarla doldurmak yarın ne yiyeceğimizi düşünmekten daha az değerli olurdu Nietzsche için. Bir başka savunu ise; Tarih ve filoloji incelemelerinin olabildiğince felsefi düşünceye malzeme olmalısı gerektiğidir. Bilimsel olan sanata ve felsefeye kanalize edilir böylece. Tarihe ve filolojiye dair sadece yaşanmışlıklar ve bilgi demetlerinden ibaret bir çalışma yavan ve tatsızdır ona göre. Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu adlı eserinde filolojinin felsefi bir dünya görüşüne bağlanması gerektiğini açıkça yazmaktadır. Bunu yapma amacınının, ''detayların, ayrıntıların atılıp geriye sadece bütüncül sonuçları'' bırakmak olduğunu ifade etmiştir. 1869'da üniversite açılış konuşmasında bu fikirlerini açıklıkla söylemiş, klasik bir bilgi aktarımcısı olan profesörlerin şimşeklerini çekmiş olsa da söylevi genel olarak olumlu karşılanmıştı. Profesör Nietzsche, derslerinde eski tarih ve filoloji verilerini (bugün bile güncelleştirilmesi en zor görülen disiplinlerdir bunlar), o kuru kitabi bilgiyi bir şekilde (ama haklı ama haksız, konumuz bu değil) günün sorunlarına, yaşayan insanın bireysel ve toplumsal meselelerine çekmeyi başarıyordu. O halde bu başarı bu iki bilimde sergilenebiliyorsa şunu soralım; neden tüm dersler öğrenci için değerli ve yaşamları için anlamlı kılınacak şekilde işlenemesin ki?

    Friedrich Nietzsche'nin bilgiyi sunuş biçimini örneklerle irdeledik. Son olarak Nietzsche'nin bu sunuş tarzını desteklediği eğitim stratejisine de bakalım; Ecce Homo'nun taslaklarında pedogojik ve akılsal sınıf yönetimi kurallarını hiçe sayan, içgüdüsel ve pek çaba harcamadan disiplin kuran öğretmenlerden olduğunu iddia eder. (Dikkat edin apolloncu akla karşı dionysosçu bir üslup benimseyerek, geçmişe dair bilgisini hayatına ve davranışlarına uyarlamış oluyor böylece.) Şöyle yazmaktadır; '' Temelde pedagojik ilkelere ne ihtiyaç duyan ne de bunlara sahip olan gönülsüz öğretmenlerden biriydim. (...) 7 yılda tek bir ceza bile vermeme gerek kalmaması, daha sonra yeminlerle anlatıldığına göre en tembel öğrencilerin bile benim derslerimde çok çalışması bunun delili olsa gerek. (...) Bir öğrenci önceki dersin konusunu yeterince iyi anlatamıyorsa daima alenen kendimi suçlardım-örneğin anlattıklarım çok üstünkörüyse ya da belirsizse herkesin benden daha fazşa açıklama ve yorum isteme hakkı olduğunu söylerdim. Bir öğretmenin her zeka düzeyinin anlayacağı dilden konuşma zorunluluğu vardır... Bu küçük stratejinin her türlü azarlamadan daha etkili olduğu söylenirdi bana. -Gramer okulundaki öğrencilerle ve üniversite öğrencileriyle ilgilenirken gerçekten hiç zorluk yaşamadım.''

    25 yaşında profesör olan Nietzsche hakkında, öğrencilerinin söyledikleri onun kendine dair bu sözlerinin abartılı olmadığını, hakkaniyetli tespitler içerdiğini doğrulamaktadır. Öğrencileri kendisini, her konuyu sürekli yaşamın içine çeken, anlattığı bilgilerin altında zengin anlamlar yakalayan, öğrencilerine kendisinin yoldaşları gibi davranan gerçek bir ''eğitimci'' olarak görmektedir. Bunun örneklerini, öğrencilerin onun hakkındaki görüşlerini Julian Young'un kapsamlı biyografisinde okuyabiliyoruz. Belki günümüz akademik hayatının sıkıcı, öğrencilerin kendilerine öğretilenlerden tatmin olmaz/anlam veremez hallerinin sebepleri sistemsel-siyasal-toplumsal sorunlar yanında biraz da -hatta dürüst olalım, epey miktarda- buralarda aranmalıdır. Şöyle de söyleyebilirim; bu iki mitolojik tanrının sadece kuru bilgi olarak size anlatıldığı bir makale veya ders anlatımı düşünün. Ve bu yazıyla kıyaslayın. Eğer, yazdıklarım Apollon ve Dionysos kültlerini öğrenmeyi anlamlı kılan bir fark oluşturmuşsa ve bu mitleri okumak bir keyif verebilmişse, bir bilgiyi şu an halihazırda akan hayatla ilişkilendirmenin eğitim için önemini hep beraber Nietzsche sayesinde kavramışız demektir...
    1 ...
  8. 1379.
  9. Bir filazof.
    + siz arzuyu seviyorsunuz arzu edilen şeyi değil.
    0 ...
  10. 1378.
  11. Bıyıkları aynı tarzan Rıfkı filmindeki,
    pala bıyık Rocky'e benzeyen alman filozof.
    0 ...
  12. 1377.
  13. “savaşçı insan, savaşacak bir şey bulamayınca kendisine saldırır “ gibi doğru bir önermede bulunan filozof, filolog, kültür eleştirmeni, şair ve bestecidir.
    0 ...
  14. 1376.
  15. Hayatı asosyallikle, düzene uyum sağlayamamakla geçen, Hitler'in üstün ırk teolojisini benimsediği filozof ve yazar.

    Pek çok hastalık geçirmiş kendisi, çok sıkıcı ve fazla ciddi bir insan olduğundan arkadaşları tarafından hep dışlanmış ve terk edilmiş. Hep yalnız bırakılmış.

    Eserleri de o öldükten çok sonraları değere binmiştir.
    2 ...
  16. 1375.
  17. Bugün de satirik amaçlı amaçlı ismi kullanıldı çok şükür.
    3 ...
  18. 1374.
  19. Bıyıklarına akıttığım ne de güzel özetlemiş:

    "kutsal kitaplarda çokça adı geçen şeytan, gerçek dünyada size ahlak dersi veren bir yobazdan başka bir şey değildir."

    -friedrich nietzche
    3 ...
  20. 1373.
  21. nietzsche'nin özgürlük tanımı üstinsan ismini verdiği bir kavramdan geçer. peki nedir bu üstinsan deyip durduğu şey?

    nietzsche’ye göre insan aşılması gereken bir varlıktır. üstinsana geçiş yapabilmek için ise maddiyat istencinden, yanılgılarından, yücelttiği yanılsamalardan kurtulmalıdır insan. zaaflarıyla yüzleşmeli, arzularının peşinden gidip duyduklarını, gördüklerini sorgulayabilmelidir.
    fakat tüm bunlar özgür insanın her türlü değeri reddettiği, yok saydığı anlamına gelmez. üstinsan bir nihilist değildir, çünkü nihilizm de aşılması gereken bir şeydir. aynı kuralları yıkmadan önce onları öğrenmek zorunda olduğumuz gibi. ancak elbette bu kolay bir yol olmayacaktır. çünkü özgür olmak isteyen kişi bedel ödemeye de hazır olmalıdır.

    peki özgür olduktan sonra ne olur? yani ne hisseder, ne görür üstinsan? bunu da şöyle açıklıyor nietzsche: “özgür ruh tekrardan yaşama döner, tabi yavaşça. yine bir sıcaklık, bir yumuşaklık vardır: hissetmek daha da derinlik kazanır; rüzgâr kişinin etrafında esip durur. neredeyse hissediyordur ki, sanki şu anda ilk defa, gözleri yakınındaki şeyleri görmeye başlamıştır. şaşkınlık halindedir, öyle sessizce oturur. minnetle bakar arkasına; yolculuğuna, kendini sürgün edişine ve ciddiyetine. acı çekmek, öylece durmak, sabretmeyi öğrenmek, güneşin altında olmak... ne kadar da memnun olur bunlardan! dünyadaki en minnettar varlıklardır onlar, ayrıca en mütevazılarıdır. bilgeliktir bu, dünyevi bilgelik.”

    (kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=h15a_uMmp80 )
    1 ...
  22. 1372.
  23. nietzsche güzel gördüm hala gönlüm sendedir, bir adıyaman türküsü, düz dara.
    1 ...
  24. 1371.
  25. "böyle buyurdu Zerdüşt" kitabı dikkatle okunması gereken güzel bir kitaptır.
    2 ...
  26. 1370.
  27. Her yönden esen rüzgar gibi...

    Adeta Teşhislerinin tersiyle memur. Bu fırtınaya çıkmayı göze almış biri böylesine mi hoyrat olur?

    Yalnız çok büyük bir buhran, had safhada bir ızdırap, korkunç bir kriz yaşıyor.

    Müthiş!

    islam deyince kafasını kuma gömüyor.

    O Büyük sözün karşısında kaybedenlerin hepsi böyle değil mi?

    Aklın ötesi tavrına karşı aklın her daim berisi...
    0 ...
  28. 1369.
  29. Bir ruh ne kadar gerçeği kaldırır, ne kadar gerçeği riske eder. Bu, benim için giderek daha çok değer ölçüsü olmaktadır. Yanılgı (ideal inancı) körlük değildir, yanılgı korkaklıktır... Kavramada elde edilen her kazanç, ileriye atılan her adım cesaret ürünüdür, kendine karşı sertlikten, kendine karşı temizlikten gelir.
    -Nietzsche
    (S. 263, Ruh yoluyla tedavi, Stefan Zweig)
    4 ...
  30. 1368.
  31. Tanrı öldü derken ne demek istemişti?

    Bir kere Tanrı öldü demek Tanrı yok anlamına gelmez. Zaten bir şeyin ölmesi için, önce yaşaması gerekir. Dolayısıyla yaşamış bir şeye, 'yok' diyemezsin.
    Tanrı, özünde senin kimliğindir. O, senin en iyi versiyonundur ve içindeki Tanrı, olmaya çalıştığın, olman gereken kişidir. Dolayısıyla "Tanrı öldü! Onu biz öldürdük!" diyen Nietzsche, kendi hırslarımız uğruna öldürdüğümüz Tanrı’dan bahsediyordu.
    Burada tabii dönemin kilise otoritesine de bir eleştiri var. Nietzsche kraldan çok kralcı olan din adamlarının Tanrıyla insanları korkutmasına ve onlara hükmetmeye çalışmasına karşıydı. Yani aslında özünde sevgi ve bağışlama olan Tanrı’nın, insanlar tarafından çarpıtılarak kendi bağlamından kopartıldığını kastediyordu Nietzsche.

    (Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=bAqWrW31DiE )
    0 ...
  32. 1367.
  33. Hayatındaki dönüm noktası:

    1889’un Torino sokaklarında, Nietzsche düşünceli adımlarla dolanıyordu. O zamanlar tabii her yerde at arabaları var, ulaşımın çoğu bu şekilde sağlanıyor. Nietzsche öylece yürürken köşe başında bir kabalıkla karşılaşır. Bu kalabalık, aldığı tüm kırbaç darbelerine rağmen hareket etmeyi reddeden bir atı izlemektedir.
    Derken, öfkeden kuduran faytoncu, kalabalıktan da aldığı gazla kırbaç darbelerini iyice arttırır; hatta bunu öyle abartır ki, at yorgun düşüp yere çöker. Nietzsche kalabalığın arasından koşarak sıyrılır ve faytoncuyu durdurup atın yanına kıvrılır. Boynuna sarılır onun, gözlerinin içine bakmaya çalışır. Ve tam ona ağlayarak bir şeyler söylerken, bilincini yitirip bayılır. Nietzsche bu olaydan sonra tam on yıl boyunca kimseyle konuşmaz, akıl hastanesine yatırılır ve ölür.

    “Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir” demişti Goethe. Nietzsche de o asi bıyıklarının altında, böyle bir duygusallık barındırıyordu aslında. Milan Kundera, Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde Nietzsche’nin bu eylemini şöyle değerlendirir: “Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, onun merhametine bırakılmış canlılara olan davranışlarında gizlidir.” Mesela hayvanlara...

    (Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=DTqJNTNoldE )
    0 ...
  34. 1366.
  35. insanın kendini bilmesi üzerine şahane bir öyküsü vardır:

    Bir gün deniz kıyısında ihtiyar bir taşçı, bir kayayı yontmaktadır. Bu sırada güneş onu yakıp kavurur. Adam Tanrı’ya yakarır: –Keşke güneş olsaydım– diye. “Ol” der Tanrı. Adam güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir, örter güneşi; hükmü kalmaz.
    Ardından bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Güneşten buluta dönüşür. Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Bu kez de rüzgâr olmak ister. Ona da “Ol” der Tanrı.
    Buluttan rüzgâra dönüşünce her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir. Ama tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser, buradan eser, kaya bana mısın demez! Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dünyaya karşı dimdik ve güçlü durmaktadır artık.

    Derken sırtında bir acı ile uyanır.

    ihtiyar bir taşçı, kayayı yontmaktadır.

    (Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=bOTyEL2ETY4 )
    0 ...
  36. 1365.
  37. kendisinden sonra gelen anti aydınlanmacı, postmodernist yaklaşımlara ilham kaynağı olmuş. kendisi bu işin buralara varacağını tahmin etmezdi sanıyorum. arzu da etmezdi. ama olan olmuş bir defa.
    1 ...
  38. 1364.
  39. Özel olarak ilgilenmemekle beraber sempati duyduğum felsefeci hakkında oluşturduğum izlenim; Varlığını kara bulutlar içinde kaybetmeyi seçen felsefecilerden biri. Ruh arayan ruhsuzdur diyerek aradığı ruhun aslında olmadığını kendisine ispat etmeye çalışmış. Ölümden daha ızdırap verici olarak şunu görmüştür; bir canlının özgürlüğünün elinden alınması ve bu tutsaklığın her unutuluşunda bir kırbaçla hatırlatılması. Her ne kadar ailemizi kaybetmek yok olmak gibi olsa da bu duygusal bağları görmezden gelirsek hayattaki gerçek acı verici şey ölüm değil bir canlının ruhuna saygısızca hükmedildiğine şahit olmak. Kadınlara değer vermişmidir belki çevresinin verdiği kadar. Aşkı kadınları kandırarak oynanan bir oyun olarak gorüyor Şevkatlerine ihtiyacı olduğunu da düşünerek. Genel olarak çaresizliği hayatın gerçekliği olarak kabul eder. Bencilliğin insanın gerçeği olduğunu kendilerini geri plana atanların erdemli değil ikiyüzlü olduğunu söylüyor.
    2 ...
  40. 1363.
  41. Ölüm şekli şekli sebebiyle derinden üzüntü duymama sebep olan filozoftur. Annesi babası sevdiği herhangi birisi öldüğü zaman ağlamayıp kırbaçlanan bir at gördüğü zaman gözyaşlarına boğulup ağlamış ve onu anladığını söyleyip bu olayın üzerine zihinsel çöküş yaşamış, bir sene sonrada hayata gözlerini yummuştur. Acıyı, zorlukları, karamsarlığı, ölümü dışlamak yerine hayatın merkezi yapmanın o kadarda kötü olmadığını, insanların kölesi olduğu erdemlerin, ahlakın ve toplumun aslında o kadarda değerli olmadığını, iyi veya kötü olan her şeyin aslında o kadarda iyi veya kötü olmadığını ve en önemlisi yaşamanın aslında o kadarda yaşamak olmadığını en güzel yolla bizlere göstermeye çalışmıştır. Nihilisttir. Babası papazdır ancak kendisi her hangi bir dine mensup değildir. O dönem değer olarak nitelendirilen pek çok şeyi yok saymış hatta ara sıra aşağılamıştır.
    2 ...
  42. 1362.
  43. zatürreden ölen alman filozof. allah rahmet eylesin. evet.
    1 ...
  44. 1361.
  45. bence kadınlardan nefret etmeyen çilekeş. her ne kadar yazdıkları ve çizdikleri nefret söylemi gibi algılansa da, esasen ben öyle düşünmüyorum. kadınları sadece bir engel olarak görüyor.

    nietzche, kadınları öyle alelade yargılayan biri değil. kadının rolünü, esasen bir heykeltıraşa ya da tanrı'ya benzetiyor. bir erkeğin önündeki en büyük engelin, annesi olduğu gerçeğini vurguluyor subliminal olarak. anne, her ne kadar koruyucu rolü üstlenmiş olsa da veyahut öyle addedilse de, bu koruyucu güdüleri yüzünden, er kişinin girişimlerine ve ideolojilerine ket vurabilir düşüncesini değiniyor. yani, anne dediğimiz kutsiyeti yüksek varlık, er kişiyi manipüle eden yegane faktördür diyor. öyle dümdüz "kadın kem küm, gak guk" demiyor. işin derinine biraz daha indiğimiz zaman da, din ve tanrı ilişkisi karşımıza çıkıyor. esasen tanrı da anne gibi, bireyin kararlarına ya da düşünce biçimine ket vurabilen bir olgu. bireyi doğrudan kısıtlıyor. tıpkı, anne gibi. iyi niyet adı altında, dolaylı bir kötülük.

    ben her zaman söylediklerinde derin manalar arıyorum. "kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma" sözünde bile. yanılıyor olabilirim.
    0 ...
  46. 1360.
  47. 1359.
  48. Ağladıkça ağladıkça bıyıklarımız yeşerecek göreceksin..
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük