(bkz: http://www.sabah.com.tr/ardic.html)
ironi yapayım derken kendisi ironik olan yazarımsı. Kendi tezinin aynı zamanda anti-tezi durumunda olan bir insan. Böylece yazdıklarından bir sentez , söylediklerinden bir anlam çıkaramamaktayız.Zira amacı da zaten şu liberal dünyada olayları biraz daha anlamsız kılıp zevk-ü sefa içinde yaşamak değil mi? Gül gül öldük ilahi engin. *
yazılarıyla, paralel bi evrende gerçekleri yazıyor hissiyatı uyandırsa da.. aksam gazetesinden kavgalı bi şekilde ayrılıp hükümet kaynaklı sabah gazetesine geçtikten sonra vesikalık fotoğrafını da değiştirmiş olan para uşağı liberal (görünümlü) yavşak.
12 haziran 2008 tarihli yazısı tek parti yandaşlarına, kendi kendine yeten ülke masallarıyla zihni bulanmış olanlara ve slogan atma ötesinde bir faaliyeti olmayan sözde vatansever "ulusacılara" giydirme niteliği taşıyan ve pekçok kişinin yarasına tuz basan şahıstır. kendisine karşıt görüştekileri makaraya sarmasıyla bilinir. kibirli bir tiptir ama bizdeki adı sosyal demokrat kendi faşist veya adı ulusalcı ama finansal desteği yabancılardan sağlanan (aslında her ikisi de aynı mahzenin farklı penceresi olup aynı karanlık düzeni arzularlar) topluluklar için bu adamın yazdıklarını okumak ara sıra keyif verebiliyor.
bugünkü yazısında Yabancı sermayenin ülkeden nasıl kovulacağını bilemediğini , birilerinin kendisine akıl vermesi ve bunun yöntemleri konusunda kendisini ikna etmesini isteyen liboş turizm yolcusudur . Cumhuriyetin kuruluş yıllarında devlet kapitalizminin egemen olduğunu iddia eden köşe yazarıdır . Atatürk'ü stalin'le ya da ismet inönü'yü mao'yla özdeştireceği yazıları merakla beklemekteyim artık. Piyasadaki diğer arkadaşları gibi bilimsel sosyalizmin stalin dönemi eleştirilerinden ibaret sosyalizm muhalefeti ve ulusalcılara karşı devletçiliğin liberal kapitalist sistem karşısındaki çözümsüzlüklerinden kendisine karikatür düşünceler yaratan hayalgücünün deli saçmalıklarını ısıtıp ısıtıp kendi feodal köşesinden müritlerine satmaktadır. Bence karikatür yeteneği varsa karikatür işine de el atsın : " Şu devletçilik dedikleri tekel birası ve kısa samsun tüketmek midir acaba ? " *
liberal kesmin olsa olsa demogogu sıfatına yaklaşabilecek bir kimse. türkiye'de liberalizme dair bir şeyler okunmak istenirse açılır murat belge'ye, hatta gene aynı kökenden de gelse gene daha solda durmayı başarmış ahmet insel ve ömer laçiner'e bakılır. kendisi maalesef belli çizgilerin ve ezberlerin dışına çıkartamayacak bir kimsedir, engin ardıç.
star'da yazarken, patronuyla uğraşanlar için, 'dört yanım puşt zulası... vurun ulan vurun ben kolay ölmem,' mealindeki ahmet arif şiirini layık gören; patron devrilince de, geçim derdine düşüp, dün puşt dedikleriyle aynı saflara geçen mümtaz insan, şarapsever arkadaş
kendisi süzme bir dallama olsa da aşağıdaki yazısı ile gerçekten önemli şeyler söylemiş olan yazar.
Fetih kutlamaya gerek var mı?
Gene bir 29 Mayıs, gene "trafiğe kapalı bazı yollar", gene mehter, gene Ulubatlı Hasan falan. idrak ettik. Beş yüz elli beşinci yıldönümü...
Elbette artık işe teknoloji de karışıyor, bizim Hasan, minibüsleri ve kaldırım satıcılarını yara yara surlara bayrak dikmeyecek de (Gungadin misali otuz sekiz ok yiyip bir türlü yere düşmez), Topkapı'dan şehre girişimiz Topkapı'da panorama gösterisiyle canlandırılacak: Otuz sekiz metre çapında kubbe, on bin figüran... Artık böyle kutlanacakmış, müze yapıyorlar... Artık surlardan hoplaya zıplaya geçmek için sütçü beygiri bulmaya gerek kalmadı.
Waterloo Müzesi'nin panoramasından çok daha görkemli olacağı muhakkak. (Kubbeli müzeyi gezmek kolaydı da, savaş alanını yukarıdan görmek için arslanlı tepeye çıkana kadar anam ağlamıştı... Hougomont tarlasının çamuruna saplanınca da Napoleon'un niçin yenildiğini anlamıştım.)
Lakin, olayın üzerinden beş yüz elli beş sene geçmiş yahu, beş yüz elli beş...
Bu kadar zaman sonra hâlâ onu "almakla" mı övüneceğiz?
Süleymaniye'sinden Topkapı Sarayı'na, yedi tepesine öyle bir damga vur ki dost düşman parmak ısırsın, sonra da "aslında burası benim değildi" de...
Ele güne "burayı biz kurmadık, sonradan, hem de şiddet kullanarak ele geçirdik" mesajını ısrarla ver... Gözüne sok, hatırlat...
Ki, bundan da, "aldığımız gibi bir gün verebiliriz de haa" anlamı da çıksın!
Yunan faşistleri de bu hülyayla kendi kendilerini okşamaya otursunlar...
Eee, iğreti mi yaşıyoruz yani biz burada?
Korkmayın ihvanlar, nüfusu da on iki milyona vurdu, artık onu bizden kimse geri alamaz. Bütün Yunanistan'da toplasan o kadar kişi yok.
Eşeklik edip yeni bir dünya savaşına girmez ve de yenilmezsek, müttefik donanması da gelmez, korkmayın.
Dostun düşmanın gözüne "buranın temelini biz kurmadık, üstüne birşeyler kondurduk" diye bağıra bağıra sokmanın âlemi yoktur.
Sarsmayın. Burası bizim. Asla geri dönülemez şekilde bizim.
Bunun için azınlıkları da kovalamadık mı? Bize "dışarlıklı" olduğumuzu hatırlatmasınlar diye? Bunun için bin yıllık isimleri değiştirmedik mi, örneğin Tatavla'yı Kurtuluş, Samatya'yı Koca Mustafa Paşa yapmadık mı? Olmadı, ağzımıza uydurmadık mı, Stenia istinye, Therapia da Tarabya olmadı mı?
ille yıldönümü seviyorsak, niçin Karlofça Antlaşması'nı imzaladığımız (26 Ocak 1699), yani ilk kez toprak kaybettiğimiz günü "milli matem" ilan etmiyoruz, 10 Kasım gibi?
O kötü bir anı... Peki o zaman, niçin Malazgirt muharebesini kazandığımız günü (26 Ağustos 1071) milli bayram yapmıyoruz? (Unutmadan söyleyeyim, birinin adı Karlowitz, ötekinin adı Manzikert'ti aslında.)
Bunlar Selçuklu ve Osmanlı olayları... Onları dedelerimiz değil uzaylılar yaşamışlar... Biz cumhuriyeti tanırız.
Öyleyse niçin kara kuvvetlerimizin kuruluş tarihi kimine göre 1363, kimine göre de MÖ 209 olarak kabul ediliyor ve de törenlerle kutlanıyor?
işimize geldiği zaman Osmanlı oluruz, canımız çektiği zaman Mete Han'dan ineriz, keyfimize göre Ergenekon'dan çıkarız, duruma göre de cumhuriyetten başka kuş tanımayız.
Tamam, tamam, kutlayın da, ikide bir "başka yerden geldiğimizi" hatırlatmayın kefereye! Sarkozy gibileri bu açıkları kolluyorlar.
bugünkü yazısında akp karşıtlığı yaparak ülkede gerilimi tırmandıranlara sıkı bir ayar * vermiş yazar. psikolojik iç savaş başlıklı yazısını şöyle bitirmiştir:
--alıntı--
Bu kadar kıskançlık, bu kadar çekememezlik, bu kadar nefret size yarar getirmeyecek, küçüldüğünüzle kalacaksınız "eski arkadaşlar" ... Ama bilin ki bu gidiş iyi gidiş değildir ve iç savaşlarda, bir kazanan bir yenilen görünse bile, aslında ülkenin bütünü kaybeder.
Psikolojik iç savaş çıkardığınız için torunlarınızdan utanacaksınız.
--alıntı--
kendisi ciddi anlamda bir eleştiriyi hak etmeyen ve yarım akıllı yarı cahil insanın nasıl tehlikeli olduğunu gösteren kimse. neden bilgisizlik değil de, yarım yamalak bilginin paçavrasal değeri olduğunun canlı, somut kanıtıdır kendisi.
bugun ki yazısıyla tamamen anlaşılmıştır ki dünkü yazısında hüseyin kıvrıkoğlu'na karşı sergilediği "saygıyla yalarım paşam" tavrı ironi falan değildir.Zaten öyle bir şey sezilmiyordu ama yinede umut fakirin ekmediğidir hesabı, bugun bombayı patlatır diye ufak bir beklenti vardı.
Engin Ardıç kendisi de, satır aralarında defaetle belirtiği üzere bu tip durumlarda çok tırsak, hatta korkak birisidir.Asla dava adamı falan değildir, ufak işlerle, ufak kişilerle uğraşır, laf lokuşturur ama zoru görüncede işte böyle olur.
Birşey de dememek lazım adam gelmiş 55'ine güzel bir düzeni, keyifli bir hayatı var, kim bunun yerine diklenip, ensesinde bir kurşun deliğiyle boylu boyunca yatmayı isterki.
akp hükümetinin değerli hizmetlerini kamuoyuna duyurma ve türban demokrasisinin yılmaz savunuculuğu misyonunu başarıyla yürütmekte olan sabah gazetesinde altın çağını yaşayan yazar.
umarım değerli(!) yazılarının maddi karşılığını alıyordur. tarih önünde hesaba tutulduğu gün kemikleri çok sızlayacak gibi de, hiç olmazsa ruhunu şeytana bedavaya kaptırmış olmasa.
son yazısı, biçim olarak ironik ögeler barındırmasına rağmen öz olarak çevir gazı yanmasın modundadır. şöyleki:
sayın orgeneralim, şerefim üzerine yemin ederim ki, sizi tenzih ederim, derin saygılarımla gibi ifadeleri aslında askerler karşısında hazır ola geçen yahut geçecek zihniyete karşı göndermelerle doludur. ona göre, paşadan gelen mektup karşısında bu hitap biçimlerini kullanacak, ben ettim sen etme diyecek tonlarca muharrir bulunmaktadır ve iş bu köşe yazısıyla onlara ne olduklarını göstermek için ayna vazifesi görmüştür.
öz olarak ise, bir gazetecinin elinde inandırıcı kanıtlar olmadan, sadece orada burada duyduğu söylentiler üzerine birilerini zan altında bırakmasının, hatta mesleği gereği kamuoyu üzerinde bu doğrultuda düşünce oluşturmasının yanlışlığını hesaba katarak, yapılmış bir u dönüşüdür. gönül isterdi ki, sağlam delillere dayanarak yazı yazsaydı da kendi kendini tekzip etmeseydi.
mangalda kul birakmayan, onune gelene dayilanan, hakaret iceren sozler kullanmayi pek seven yazar. ancak, emekli orgeneral huseyin kivriklioglu kendisine sert bir mektup yazinca hemen sinmis ve dansoz gibi kivirmaya baslamistir. asagida generale yazdigi aciklama vardir:
Sayın Orgeneralim,
Elime çok geç ulaştığı için ancak şimdi yayınlayabildiğim mektubunuz beni çok üzdü. Adı geçen yayın organını izlemediğim için meseleden haberim de olmadı ve dolayısıyla tekzip de edemedim.
Ben o yazıyı, belirttiğim gibi, tamamen bazı yayın organlarında gözüme ilişen bazı söylentiler üzerine yazmıştım. HK rümuzuyla ne sizi ne de bir başka değerli subayımızı kastetmiş değilim. Kaldı ki, yazımda bu tür rümuzlu kişilerle ilgili olarak hiçbir şekilde "general" ya da "paşa" kelimesi de geçmiş değildir.
HK kimdir? Böyle bir kişi gerçek midir? Varsa, rümuzu bu mudur? Şerefim üzerine yemin ederim ki, bilmiyorum. Bilmem de mümkün değildir.
Ergenekon soruşturmasında şu anda tutuklu bulunan ve yargılanmayı bekleyen şaibeli bir şahsın bu konuda benim yazıma atfen yaptığı ve yapacağı "spekülasyonları" ne kadar ciddiye almak gerekir, onu da takdirlerinize bırakıyorum... Size atılmış olan bir iftira varsa, ilgili şahsın bunun hesabını da mahkemede kendisi vermesi gerekir. Benim yazıma herhangi bir atıfta bulunmaya ve yazımı "kullanmaya" hiçbir şekilde hakkı yoktur!
Sayın Orgeneralim, sizi tenzih eder, amacımın hiçbir kötü niyet taşımadığına lütfen inanmanızı rica ederim.
Derin saygılarımla...
"Sonra döndüm gazetelerde okudum, bu adamın "biz kaç kişiyiz" diye sordukları, "bir milyon kişiyi biraz geçiyormuş"...
Eh, o da kabaca yirmi milletvekili eder. Oldu otuz.
Internet Cafe'de sivilcelerini sıkarak gazozunu yudumlayıp siteleri dolanan ve buralara "tıklayan" çoluk çocuğun da seçmen olduğunu varsayarsak"
bakiyorum bakiyorum...anlamıyorum.
ben mi baglantıyı kuramıyorum yoksa bu adam komik mi ?
acaba neden boyle salak salak $eyler yazıyor?
mustafa kemal ataturk; "gencler,istikbal sizlerin eseri olacaktır" sozuyle nasil cumhuriyet gencligine duydugu guveni , umudu a$ilayip, nasil cumhuriyetin genclerine deger veriyorsa;
$i$man da ayni cumhuriyet genclerine "sivilcesini sıkarak gazozunu yudumlayanlar" diyerek a$agilayabiliyor.
ben mi bu kadar sinirlenmedim hic,
yoksa bu ya$li metalci $i$man cidden a$$agilik adamin teki mi?
him?
bugünkü yazısıyla cumhuriyet dönemi mimari anlayışıyla alakalı ezberi bozmuş, tabuyu yıkmış ulu yazar.
Balon
Abdülhak Hamid denilen adamın birbirinden kelek, ucuz, pespaye dizelerini bilir misiniz? "Yılan mı yedim, peri mi yuttum" falan...
Hani o "Finten" adlı saçmasapan oyununda sahnede fırtına kopar da dalgalar bir kayığı kaldırıp geminin güvertesine atarlar... içinden Davalaciro çıkar:
"Öyle bir şidde-ti tasmim ile çıktım ki yola, karşıma çıksa seng-i mezarım dönmem" ...
Ya da Aristo ile Büyük iskender tartışıyorlar:
"Risto! Bu nedir?"
"Zafer veya hiç!"
"Müverrih-i şer!"
"Mucip ne hakarete apansız? Tarihi yazan benim, yapan siz!"
Fakat kime sorsanız, size bu adam için "şair-i âzam" diyecektir.
Neden öyle diyecektir? Çünkü öyle duymuştur. Birileri ona öyle demiştir, o da Hamid'den hiçbir şey okumadan öyle kabullenmiştir.
Türkiye'de böyle çok balon vardır.
Örneğin bütün siyasi hayatı bir başarısızlıklar ve yetersizlikler zincirinden ibaret olan merhum Erdal inönü için utanmadan "siyaset dehası" yazanlar da gördük!
Geçen gün okudum, Sedad Hakkı Eldem'in yüzüncü doğum yıldönümü dolayısıyla bir sergi açılmış. Eldem'in "geleneksel Osmanlı mimarisinden" yararlandığı falan söylenegelmiştir.
Eldem, dik çizgiler ve kunt bloklarla, "masif" ve "kolosal" havasıyla, sert "fasadlarla", Osmanlı değil, otuzlu yılların "Nazi mimarisini" ülkemize uygulamış adamdır.
Gidin bakın, Laleli'de, yanan Zeynep Hanım Konağı'nın yerine yaptığı Fen ve Edebiyat Fakültesi'ne... Gidin bakın, Sultanahmet'teki Adliye Binası'na... Zeyrek'teki SSK yapılarına... Ankara'ya gidin, başbakanlığa bakın... Dışları da, içleri de ürkütücüdür. Ortak özellikleri soğuk ve sevimsiz olmalarıdır. Hele uygulanmamış bir TBMM tasarımı yapmış ki, sanki Reichskanzlerei...
Eh, bu da bazı Ankaralı dostlarımızın ruhlarına ve "cumhuriyetçilik" anlayışlarına pek uygundur tabii!
Nedir bu? Mis gibi Albert Speer etkisi! isterseniz Paul Ludwig Troost ve Peter Behrens isimlerine de bir bakınız.
Ama zenginlere yaptığı yalılar falan, diyeceksiniz...
Ne yazık ki, cumba taklidine kepenk yapıştırmakla Osmanlı mimarisi "yeniden üretilmiş" olmuyor, yapılan hem mimarın hem de müşterinin "özentilerini tatminden" ibaret kalıyor.
Yoksa biz rahmetli için "statik bilmezdi, mukavemet bilmezdi, betonarme bilmezdi" demedik tabii.
Fakat ona "Osmanlı etkisinde" diyeceksek, Kemalettin Bey'in, Vedat Bey'in, Arif Hikmet Bey'in eserleri ne oluyorlar, Arap mimarisi mi?
Bu iki apayrı ve hatta birbirine zıt mimari anlayışı, cumhuriyetin "yirmiler dönemiyle otuzlar dönemi" arasındaki "radikal farkı" da pek güzel anlatır. Faşistler cumhuriyete el koymuşlardır! "Yeniden üretim arayışı" ve "hem Türk hem modern bir üslup" peşinde koşan mimarlarımız kenara itilmişler, totaliter rejimlerin sanat anlayışı kopya edilmiştir. Anıtkabir'in mimarisi de bundan başka bir şey değildir! Öyle bir binadır ki bu, Speer onu Berlin'e dikip içine de Hitler'i yatırmaya kalksaydı kimse yadırgamayacaktı!
Çünkü Emin Onat ve Orhan Arda da aynı yolun yolcularıdır, Milli Şef inönü yolunun.
seksenli yıllarda çıkardığı kitaplardaki uslübü fena halde attila ilhan'ı anımsatan sabah gazetesi yazarı. o geçmiş yazılarındaki tadı şimdikilerde bulmak zordur.
hele o kitapların birinde mavi yüreğiyle adlı bir yazı vardır. yannis ritsos'a yazılmıştır. enfestir. bir içim sudur. neden şimdi bunları yazmıyorsun ağabey diye sorası gelir insanın.
bilgisini görgüsünü beğendiğim gazeteci yazarlardan. çok kültürlü. onu okudukça kendimi cahil hissediyorum.
deniz gezmiş hakkında yazıyor bu aralar genellikle. genellikle de katılıyorum görüşlerine. ama sanki yönlendiriliyor, özellikle yazması isteniyor o da yazıyor gibi gelmeye başladı.
haklıysam ben ve benim gibi birçok insanın saygısını da kaybedecektir.
Nihat Genç ile birlikte akşam gazetesinde yazarken nihat genç'e ayar vermeye çalışmış polemik ustası. Nihat genç bu ayarı yememiş ve gazeteden istifa etmiştir.